• ["homo sapiens vardı yetmiyor muydu, ne oldu da homo insipiens diye de bir başlık peydah oldu?" diye soracak olan varsa, #11079217 'nolu entiriye bir baksın sonra gelsin bu entiriyi okumaya devam etsin.]

    ben modern insanın, tabi yani artık bunu da geçtik çeşitli buhranlarıyla postmodern insanın önemli bir niteliğinin insipiens'lik olduğunu varsayabilirim, bu benim entelektüellikten anladığım şeyin çağımızdan ne kadar da uzak olduğunun bir göstergesi. aslında bakılırsa çağlar arasındaki farklılıklar ve farklılıklar üzerine yapılmış farklı hatta bazen birbirini reddeden kritikler muhakkak dikkatlerden kaçmayacaktır, örneğin ortaçağ karanlığı diye diye bütünüyle reddedilen, düşünce tarihine hizmetleri, katkıları gözardı edilen, sanki o çağ yaşanmasaymış, avrupa'daki yeni çağ din dışı felsefesi ve fikri gelişim yine de yaşanırmış gibi. aydınlanmanın ve descartes'ta sistemli bir şekilde işlenen şüphenin ardından marx'ın toplumlara uyguladığı kantçı transsendental sürecin (kabile sistemi -> derebeylik -> sermaye öncesi -> sermayecilik) aslında önceki çağlara ne kadar borçla, sanki bankadan kredi alırcasına inşa edildiği unutulmamalıdır. ya da alexandre koyre 'nin dediği gibi; avrupa'nın felsefi eğitimini gerçekleştirenler, bugün hala kullanmakta olduğumuz terminolojiyi yaratanlar bugün hakaret ederken kullandığımız skolastiklerdi. batının eskiçağın felsefi yapıtlarıyla yeniden ilişki kurmasını sağlayanlar da onlardı; ortaçağ düşünürleri. (a. koyle, etudes d'histoire de la pensee scientifique; les gants du ciel, c. vi. ottava, 1944, p.75-107) eğer yeni çağ'da ilerleme kabul ediliyorsa, felsefe-bilim şemsiyesi altında insan gelecekteki teknolojik ve seri üretime dayalı konformist bir yaşamasını garanti altına alıyorsa, bunun sorumluları geçmişte izlenen adımlardır veyahut reddedilen ideolojiler, inançlar, felsefi akımlardır. burada söylemek istediğim çağların birbirine zincirlerle bağlı olduğudur, belki de çağlar bir bütün halinde zincirdir de, biz kendimize en yakın hissettiğimiz halkasından kavrayıvermişizdir onu. işte bu yüzden homo sapiens hususunda pek açmazlarımız, farklılıklarımız olmasa da, homo insipiens hususunda insan kadar çeşitli görüş ortaya atılacak ve çoğunlukla insanlar, kendileri gibi düşünmeyenleri reddedeceklerdir.

    belki homo insipiens, bir skolastik tavırlı olacaktır, belki de marx bir hödüktür. belki ibrahim'in tek tanrısına gönül bağlamış olanlar homo insipiens'ken, her şeyi maddi dünyayla açıklamaya çalışıp, "bilim" maskesi altında agnostik çaresizliklerini sürekli kusanlar homo insipiens olarak nitelendirileceklerdir. çünkü düşünen, akleden insan karşısına "aptal insan", "bilge olmayan insan" konulduğunda, yani bu homo insipiens'in tam türkçesi, çok doğaldır ki, bu mefhumun en güzel örneği kişinin asla ve asla yanına yaklaşılamaz düşündüğü ideolojinin, inanç sisteminin, varsayımlar bütününün (bilimin bir yakasıdır bu) üyesi olacaktır. bana kalırsa bu değerlendirme, yani insanın karşıtına "düşünmemişliği" ve "aptallığı" yakıştırması #10919037 nolu entiride anlatmış olduğum bir deneyin araştırmacılar tarafından yorumlanmasında geçtiğince; ölüm korkusuyla da alakalıdır, insanın kendisinin "sonlu" bir varlık olduğunu bilmesi (diğer canlılardan farklı olarak) onu trajik kıldığından (bkz: yaşıyor olmak) kendisi gibi olmayanları "homo insipiens" ile itip, kendisi gibi olanları "homo sapiens" ile çekmesi doğaldır, o araştırmanın bu entiriye yedirilebilme şekli bizzat böyle olur, başka türlü de olmaz.

    işte bütün bu anlattıklarım çerçevesinde; "homo insipiens"in kim olduğuna dair sorulacak soruya verilecek yanıt net, kesin, somut veyahut nşa hep aynı kişi değildir, çünkü insanlar nşa birbirleriyle aynı değildirler.

    peki madem homo insipiens'i her insan kendince tanımlayabiliyor, -bana göre en temel ölçütün kendinden olmaması olduğunu da söyledim- o halde benim de bir insipiens'im vardır, herkesten gizlediğim kendime bile itiraf etmekten sakındığım bu kişi, evvela ideolojik bir saplanmışlık içindedir. zira ideoloji saplanmışlığı gerektirir. ideoloji sistemlidir, sistemli olduğu için homo insipiens'lere yani akletmeyen sadık müritlere, partizanlara, sorgusuz düdüklere ihtyiaç duyar, bu kişilerin olduğu yerde de aydınlanmanın "yanılmaya açık olma" niteliğine yer yoktur. zira yanılan adam ideolojisinden dolayı bu duruma düşmemiştir, o ideolojisinin çökmezliğinde teoride değil pratikte yanılandır, ideolojinin sistemliliğinde kaybeden partizandır. bu yüzden bu partizan benim gözümde homo insipiens'tir. attilla erdemli hocamızın felsefelogos 9 (2000/1) 'da müthiş bir aydnlanma nitelikleri sunar, işte bu niteliklerin hepsi ama hepsi homo insipiens'te olmayanlardır, ya da homo insipiens'in içine dahil olamadıkları olup, ayrıca homo sapiens'liğe geçip, bir de bunun üstüne aydınlanabilirliğe girişmesinin evrelerini, gereklerini gösterir. nedir bunlar, bir bakalım;

    * "..kant aklın gücüne güveniyor. öyle ki, aklın nerede geniş ve özgürce (offentliche gebrauch) nerede sınırlı ve özel (privat gebrauch) kullanılacağına bile akıl karar verecektir. akla böylesine bir bağlılığa karşın yine de sormak gerekir; akıl yeter mi? ... insan yalnızca akılla aydınlanabilir mi? aklımı tüm gücüyle tembel, korkak, onurlu bir yaşamayı haklı göstermede kullanabilirim; aklımı olumlu çizgide kullanabilir ve tüm yaşamamı yalnızca okuyup, araştırmalarla doldurup, bunlar dışında hiçbir şey yapmayabilirim; aklımla öyle yapıcı/yaratıcı çalışmalara girebilirim ki, ortaya koyduğum başarılar insanlık için büyük tehlikeler yaratabilir. aydınlanmada aklın çok önemli bir işlevi bulunduğu, fakat bir başına yeterli olmadığı kanısındayım. akıldan başka öyle bir şey olmalı ki; o akıl tarafından bulunmuş bile olsa, aydın bir yaşamada aklın işleyişini yönetmeli ve onun ilerlemesi gereken yoldan sapmasına izin vermemelidir." (a.g.e., s.f. 72-73)

    yani homo insipiens'in karşısında homo sapiens'lik yeterli değildir, homo insipiens'likten sapiens'liğe geçtikten sonra, bir de onu dizginleyen, işleyişini yöneten bir başka moderatore ihtiyaç vardır.

    * "...aydınlanma bireyseldir; yaşamam benimdir ve ondan ben sorumluyum. o'na biçim vermek ve sürdürmek de bana bağlı. öyleyse aydınlanmayı benim için ancak ben gerçekleştirebilirim. kimse kimse için aydınlanmaz ve kimse kimseyi bütünüyle aydınlatamaz; yalnızca diğerlerinin aydınlanmasına katkıda bulunabilir. yani toplumsal aydınlanma olamaz. zaman zaman kullanıldığı gibi kitlesel aydınlanma hiç olamaz. çünkü kitlenin aydınlanması, kitlenin ortadan kalkmasıdır. bir başka bakımdan her insan kendisine göre aydınlanır." (a.g.e., sf.73)

    homo insipiens'in yani benim ucundan tuttuğum kadarıyla ideolojik adamın (tabi aydınlanmanın kendisini ideoloji kapsamında değerlendirmek mümkündür. ancak aydınlanmayı sürekli bir yenilenme ve harmonia çerçevesinde sürekli bir var oluş/yok oluş olarak algılarsak, bu dar anlamının dışına çıakrmış olabiliriz.) "düşünür" hale geldikten sonra bireyselleşmesi gerekecektir, çünkü o bireysel değildir. bireyselliği de yetmeyecektir, attilla hocaya göre; "kendisiyle de bütünleşmelidir."

    * "...insanın kendisiyle bütünleşmesi nedir? bu söz bireyin kendisini dışa kapatarak yaşaması değildir. bütünleşme, bireyin eylemlerinde kendisi olması anlamındadır. bu da 'ortaya çıkartılmayı , geliştirilmeyi bekleyen kendi güçlerine göre, becerilerine, yani insan'ın yapıcı-yaratıcı yapacak yanlarına göre yaşamasıdır?' bu bireyin özgün yaşamasıdır... insanın yaşamı çok yönlüdür ve hepsinde özgünlüğü önemlidir. fakat özellikle en önemli olduğu yer, bu kendimizi yarattığımız yaşama bağlamıdır. orada özgürlüğü, erginlemeyi ve mutluluğu diğerlerinden daha ayrı ve yoğun yaşarız. çünkü bu yaşamada kendimizi artırmakta, yani mükemmelleştirmekteyiz... yabancılaşma aydınlanmanın düşmanıdır, çünkü kendimiz olmamızın, kendimizle bütünleşmemizin düşmanıdır." (a.g.e., sf.74)

    o halde insipiens'in sapiens'e geçip, kendisiyle bütünleşerek bireyselleşmesi kendi mutluluğunu da sağlar. düşünmeyen adamın düşünen adama dönüşmesi aslında dert yükünü de omuzlaması demektir, bu açıdan bakıldığında "kendisiyle bütünleşmesi" ve "bireyselleşmesi" işte bu soruna, dert yükünün hafiflemesinde işe yaramaktadır. kendisine dönerek, özgün çareler arayan adam, modern adamlığa çok yaklaşmıştır, zaten birçok entiride bangır bangır yazdığımız rönesans'ın şu müjdecilerinden francis baconcı kafa yapısı (bkz: yeni çağ felsefesi) yani "insanın her türlü değere ve natura'ya egemenliği" kapsamında kendi konforu için yapmayacak şeyinin olmaması işte burada yani düşünen adamın aydınlanmacı tavrında karşımıza çıkmaktadır. bu noktada adamımız yine ideolojiye saplanmıştır. hangi ideolojiye mi? "doğaya egemen olma" ve "konforuna hapis olma" ideolojisine, "her şeyin kendisinin emrinde olduğunu düşünme" ideolojisine, okyanus ötesine bomba yağdırırken de bu ideoloji hakimdir, coca cola 'nın dünyanın en en ucunda bir bahçede kola kutusu bulundurmasına, dünyanın en en ucunda bir adamın üstüne tişörtünü geçirmesinde de bu ideoloji hakimdir. yani özetlersem; ideolojik homo insipiens'in homo sapiens'e dönüşüp "aklını yönetecek, dizginleyecek" bir aydınlanmaya ihtiyaç duyup, çağın terminolojisi gereğince; aydınlanarak vardığı nokta yine ideolojik niteliğidir. yine başa dönmüşlük söz konusudur, insanların değişimleri de böyle gerçekleşir zaten, "falanca eskiden solcuydu şimdi kapitalist olmuş, liberal olmuş, üst düzey bir şirkette işçi kovmakla meşgul." diyerek anlattığımız adamdaki tek değişim zeminidir, oysa insipiens'lik bakidir.

    karamsar bir tablo çizdiğimin farkındayım ama bu anlattıklarımdan çok da farklı değildir inanın, insan kendisine dönerek, aydınlanmanın gereği olsun olmasın özgün düşünerek, fikirlere, siyasi duruşlara, inanç sistemlerinin dogmatik yapılarına yani neye olursa olsun bir şeylere saplanıp kaldığında, onun için epikurosçu ölüm varken ben yokum ben varken ölüm yok inancında olsa dahi, öldükten sonra "kendisi gibi olanları" daha rahat yaşasın diye yaşamak ve eylemde bulunmak zorunda oldukça savaşlar olacaktır. pembe bir dünya özleminde değilim, nietzsche üstadımın kan hayattır deyişine de yüzde yüz katılıyorum, ancak keşke onun kadar kategori-dışı (http://jimi.blogcu.com/3664584/) olabilsek de, her türlü dogmanın karşısında varlık sebebimizin koca bir "aptallık" olmadığını kavrayabilsek. tv'de bir şovda (bkz: samimiyete mugayir televizyon dunyasi) sağlık dersi için yapılmış bir insanın iç organlarını gösteren makette, cansız mankendeki organlara bakıp -ki organlar en azından belki de daha fazla (!) kafasına sürdüğü jölelerden daha doğaya ait, toprağa karışacak olanlardır-, yüzünü ekşiterek "ay ne kadar da pis görünümlü organlarımız varmış ıyy.." diyen şovmeni alkışlayan, spotlar altında terlemiş, çişini yapamamış bu yüzden salak salak kahkahalarla yumuşamış beynini daha da rahatlatmaya çalışan genç bünyelerin homo insipiens'liği karşısında daha iyimser olabilmenin imkanı yoktur. zaten iyimserliğin, merhametin kendisi per defectum monstrum (bir canavar) haline dönüşmüştür, en azından bu çağın abuk ama doğaya aklettiğinden egemen insanları için böyledir bu.

    not: benim işlediğimden biraz farklı olarak güzel bir yazı var, isteyen bir göz atabilir:
    http://www.cts.org.au/1999/homoinsipiens.htm
8 entry daha
hesabın var mı? giriş yap