14 entry daha
  • yasak meyve'yi anlayabilmek için doğal olarak tektanrılı dinleri irdelemek gerekir gibi görünüyor, bu doğal. ancak bu dinlerin mezopotamya kökeni bizi ilginç bir şekilde "yasak meyve" hususunda da evvelki inanç ve düşün sistemlerine götürüyor. bir yerde deniyor ki, tektanrılı dinlerin ilk klasik kabullerine göre adem ile havva aslında yunan mitolojisindeki paris ile helena'dır [1]. bu benzetmeye yol açan ortak payda ise yasak meyvedir. buna göre i.ö. xiii. yy.'a tarihlendiği düşünülen troya savaşı'nın mitolojik sebebi olarak görülen paris'in üç tanrıça arasında hangisinin daha güzel olduğuna dair yapılmış yarışmadaki jüriliğinde (ki kendisini görevlendiren, asıl kararı vermesi gereken ancak bunu yapamayan zeus'tu) elmayı aphrodite'ye (venus'e) vermiş olması, bu meyveyi tektanrılı dinler için de irade sınamasında araç haline getirmiştir. burada paris kişisi, insan niteliğiyle yaşamda bilgeliği (athena) ve zaferi, egemenliği (hera) elinin tersiyle iterek madde dünyasının geçici olarak çekiciliği bulunan şehveti seçmiştir. paris'in (insanın) bu tercihi onu (insanı) kötülüğün sebebi kılmıştır. bu öyle bir kötülük durumudur ki, hesiodos'un theogonia ve erga kai hemerai'ındaki çağlar mitosu ve pandora/prometheus kabullerini de destekler. buna göre en başta khaos vardı (tektanrılı dinlerdeki yaratım öncesini düşünün), belli yaratım sürecinden sonra da henüz acıyı, kötülüğü ve "şüphe"yi tam tatmamış olduğundan (bu kötülükleri "kadın"a kavuşunca öğrenecektir. bakınız: pandora/@jimi the kewl) -yarı insan kimliğiyle- insan için altın çağ söz konusuydu. bu çağlar insanın tümüyle insanlaşması sonucunda giderek değerini yitirmiş. altından sonra gümüş, sonra bronz çağları, sonra kahramanlar (yarı tanrılar) çağı ve en nihayetinde hesiodos'un yaşadığı dönemin de içinde bulunduğu demir çağı gelmiş.

    hesiodos, yukarıda adlarını zikrettiğim eserlerinde konuyu müthiş bir şekilde işler. ve sürekli kötüleştiği görünen bu gidişin insanın tümüyle insanlaşmasından (iyinin yanında kötüyü öğrenmesi yani erkeğin kadınla buluşması; bir başka deyişle, eşini ya da zıttını bulmuş olması) kaynaklandığı açıktır. belki de bu yüzden aynı çağlarda, hesiodos'un çağında ve daha sonra vergilius'un roma'sında hep bir "kahraman" beklentisi vardır. bir kahraman doğacak ve gelecek; yeniden çağları demir'den altın'a çevirecektir. vergilius'un iv. ecloga'sı işte bu konuyu işler. bir bebek doğacak ve roma eski şaşalı günlerine geri dönecek. daha sonraları kimi hiristiyanların yorumlarında, (pagan) vergilius'un tanrısal bir esinle isa'yı müjdelediği söylenmiştir. bu tabi fazlaca abartılı bir yorumdur; zira vergilius'un "tanrısal bir esin"e ihtiyacı yoktu o "kahraman bebeği" doğrutabilmesi için. zaten ona gelene kadar romalıların içinde yaşayan yahudilerin de "bir kahraman gelecek ve altın çağ yeniden başlayacak" kabulü vardı. bu, doğu geleneğinin taşıdığı bir beklentiydi. vergilius da doğuya özgü bu yorumdan etkilenmiş olabilir. iddia şöyle: yahudi peygamberlerden isaias (yeşaya), gelecek kahramandan bahsetmiştir. onun söyledikleri ile iv. ecloga'da vergilius'un söyledikleri örtüşmektedir. vergilius, insanların toprağı işlemeden ürün alacağını, kurtların kuzulara ilişmeyeceğini vb. söylemiştir. eski ahit'te de benzer bir söyleme rastlarız: yeşaya 11.1: "işay'ın (isaias) kütüğünden yeni bir filiz çıkacak, kökünden bir fidan meyve verecek."; 11.6: "onun döneminde kurtla kuzu bir arada yaşayacak, parsla oğlak birlikte yatacak, buzağı, genç aslan ve besili sığır yanyana duracak, onları küçük bir çocuk güdecek."; 11.7: "inekle ayı birlikte otlayacak, yavruları bir arada yatacak. aslan sığır gibi saman yiyecek. " 11.8: "emzikteki bebek kobra deliği üzerinde oynayacak, sütten kesilmiş çocuk elini engerek kovuğuna sokacak." vd. iskenderiye'nin yahudi ve grek çevrelerinde, büyük bir insanın doğacağı söylentisi dolaşıyordu. buna göre iskenderiye'den sık sık roma'ya giden yahudiler aracılığı ile oraya varmıştı bu düşünce, vergilius'u da etkilemiş olmalıydı [2]. şimdi bu bilgi niye önemli, ona bakalım.

    pagan vergilius'un bir eserinde bir temanın üzerindeki yahudi etkisi güçlü olabilir; farklı kültürlerdeki temalar, başka başka kültürlere transfer edilebilir. o dönem özellikle de ticari ilişkilerden ötürü doğusuyla batısıyla benzer kabulleri içerebilir. hatta yukarıdaki örneğe ek olarak belirtmeliyim ki, kimi hiristiyan alimleri de yine söz konusu eclogae'da vergilius'un bahsetmiş olduğu bakireliğin meryem'i, prisca fraus'un ise adem ile havva'nın ilk günahını sembolize ettiğini düşünmüştür; victor hugo gibi bir edebi zihin de vergilius'u hiristiyan kabul etmiştir bu yüzden [3]. kültürler ve dinler arası mythos aktarımı arada çağlar, yüzyıllar bile olmasına rağmen söz konusu olabilmektedir. o halde yasak meyve kabulünün de tektanrılı dinlerden önce bir kökeninin olduğu düşünülebilir, hatta aksini yani "hiçbir kökünün olmadığını" düşünmek daha zordur, bile diyebiliriz.

    tekrar eski ahit'e dönelim. yasak meyve söylemi eski ahit'te ilk bölüm yani genesis / köken-yaratılış 2.15'te kendisini gösterir ve devam eder:

    2.15 rab tanrı aden bahçesine bakması, onu işlemesi için adem'i oraya koydu. (bkz: deus ipse primus plantavit hortum)
    2: 16 ona, "bahçede istediğin ağacın meyvesini yiyebilirsin" diye buyurdu.
    2: 17 "ama iyiyle kötüyü bilme ağacından yeme. çünkü ondan yediğin gün kesinlikle ölürsün."
    2: 18 sonra, "adem'in yalnız kalması iyi değil" dedi, "ona uygun bir yardımcı yaratacağım."
    2: 21 rab tanrı adem'e derin bir uyku verdi. adem uyurken, rab tanrı onun kaburga kemiklerinden birini alıp yerini etle kapadı.
    2: 22 adem'den aldığı kaburga kemiğinden bir kadın yaratarak onu adem'e getirdi.
    2: 25 adem de karısı da çıplaktılar, henüz utanç nedir bilmiyorlardı.
    3: 1 rab tanrı'nın yarattığı yabanıl hayvanların en kurnazı yılandı. yılan kadına, "tanrı gerçekten, 'bahçedeki ağaçların hiçbirinin meyvesini yemeyin' dedi mi?" diye sordu.
    3: 2 kadın, "bahçedeki ağaçların meyvelerinden yiyebiliriz" diye yanıtladı,
    3: 3 "ama tanrı, 'bahçenin ortasındaki ağacın meyvesini yemeyin, ona dokunmayın; yoksa ölürsünüz' dedi."
    3: 4 yılan, "kesinlikle ölmezsiniz" dedi,
    3: 5 "çünkü tanrı biliyor ki, o ağacın meyvesini yediğinizde gözleriniz açılacak, iyiyle kötüyü bilerek tanrı gibi olacaksınız."
    3: 6 kadın ağacın güzel, meyvesinin yemek için uygun ve bilgelik kazanmak için çekici olduğunu gördü. meyveyi koparıp yedi. yanındaki kocasına verdi, o da yedi.
    3: 7 ikisinin de gözleri açıldı. çıplak olduklarını anladılar. bu yüzden incir yaprakları dikip kendilerine önlük yaptılar.
    3: 8 derken, günün serinliğinde bahçede yürüyen rab tanrı'nın sesini duydular. o'ndan kaçıp ağaçların arasına gizlendiler.
    3: 9 rab tanrı adem'e, "neredesin?" diye seslendi.
    3: 10 adem, "bahçede sesini duyunca korktum. çünkü çıplaktım, bu yüzden gizlendim" dedi.
    3: 11 rab tanrı, "çıplak olduğunu sana kim söyledi?" diye sordu, "sana meyvesini yeme dediğim ağaçtan mı yedin?"
    3: 12 adem, "yanıma koyduğun kadın ağacın meyvesini bana verdi, ben de yedim" diye yanıtladı.
    3: 13 rab tanrı kadına, "nedir bu yaptığın?" diye sordu. kadın, "yılan beni aldattı, o yüzden yedim" diye karşılık verdi.
    3: 14 bunun üzerine rab tanrı yılana, "bu yaptığından ötürü bütün evcil ve yabanıl hayvanların en lanetlisi sen olacaksın" dedi, "karnının üzerinde sürünecek, yaşamın boyunca toprak yiyeceksin.
    3: 15 seninle kadını, onun soyuyla senin soyunu birbirinize düşman edeceğim. onun soyu senin başını ezecek, sen onun topuğuna saldıracaksın."
    3: 16 rab tanrı kadına, "çocuk doğururken sana çok acı çektireceğim" dedi, "ağrı çekerek doğum yapacaksın. kocana istek duyacaksın, seni o yönetecek."
    3: 17 rab tanrı adem'e, "karının sözünü dinlediğin ve sana, meyvesini yeme dediğim ağaçtan yediğin için toprak senin yüzünden lanetlendi" dedi, "yaşam boyu emek vermeden yiyecek bulamayacaksın.
    3: 18 toprak sana diken ve çalı verecek, yaban otu yiyeceksin.
    3: 19 toprağa dönünceye dek ekmeğini alın teri dökerek kazanacaksın. çünkü topraksın, topraktan yaratıldın ve yine toprağa döneceksin."
    3: 20 adem karısına havva adını verdi. çünkü o bütün insanların annesiydi.
    3: 21 rab tanrı adem'le karısı için deriden giysiler yaptı, onları giydirdi.
    3: 22 sonra, "adem iyiyle kötüyü bilmekle bizlerden biri gibi oldu" dedi, "artık yaşam ağacına uzanıp meyve almasına, yiyip ölümsüz olmasına izin verilmemeli."
    3: 23 böylece rab tanrı, yaratılmış olduğu toprağı işlemek üzere adem'i aden bahçesinden çıkardı.
    3: 24 onu kovdu. yaşam ağacının yolunu denetlemek için de aden bahçesinin doğusuna keruvlar ve her yana dönen alevli bir kılıç yerleştirdi.

    burada anlatılan hikayeyi paris ve helena'nın ilişkisine yoranların olduğundan bahsetmiştim en yukarıda; yine hikayeyi yunan'daki pandora hikayesiyle -benim yukarıda kurduğum bağlantıyla-. ilişkilendirenler de olmuştur [4]. dahası hikayeyi sümer metinlerine dayandıranlar da var. dönemin renkli kültürel ve dinsel yapısını düşünürseniz, şaşırtıcı bir iddia değil bu. gary greenberg'in mit yorumlarından 22.'sinde bu konu işlenir; ancak bu mit yine onun işlediği 20. mitle alakalıdır, yani tanrı'nın bir yaşam ağacı, bir iyilik bir de kötülük ağacı dikmesiyle, yaratmasıyla alakalıdır (5). buna göre yahudiler ahlaki buyruk ve yaşamla alakalı mısır tanrıları yerine iki ahlak ağacı tasarlamıştır; biri iyiliğin diğeri de kötülüğün simgesidir. yahudiler bu temayı babylon kültürünün tümüyle etkisi altına girdiklerinde kabullenmişler ve haliyle mezopotamya'ya ait mitolojinin bir parçası olagelmişlerdir [6]. bu mitolojinin en bilinen hikayelerinden biri de sümer'deki enki ile ninhursag'a ait olandır. bu çift tıpkı adem ile havva gibi kardeş olup, dilmun adındaki cennet mekanında yaşamaktadır. hikayeye göre kadın erkek kardeşinin spermlerinden birini alıp ondan 8 farklı bitki yaratınca, kardeşi de bu bitkilerin neyin nesi olduğunu öğrenebilmek için her birini tatmış; bunun üzerine kız kardeşi bitkilerini yenmiş, zarar görmüş olduğunu görünce erkek kardeşini şu sözlerle lanetlemiş: "o (erkek kardeşi) ölene kadar, ona yaşamın gözüyle bakmayacağım!" daha sonra iki kardeşin yeniden bir araya geldiği ve kadının yani ninhursag'ın bitkilerle tanrısallığın doğuşundan bahsedip her bir bitkiyi her bir hastalığa bir şifa olarak gördüğünden söz açılır [7].

    lewis r. aiken'ın dying, death, and bereavement adlı eserinde alıntılanan a. corcos ve l. krupka'nın bir makalesinde yasak meyve hikayesinin afrika'da, avusturalya adalarında da (south sea island) yaygın olarak bilindiği söylenir [8]. buna göre kutsallara itaatsizlik edenlerin ve torunlarının sonu ölümdür (sümer'deki hikayeyi anımsayın: "o ölene kadar, ona yaşamın gözüyle bakmayacağım!"). bu da yasak meyve hikayesidir. bu tema eski ahit'te genesis bölümündeki gibi günahın değil ölüm olgusunun kökenini açıklar. kilimanjaro dinindeki wachagga, ölümün kutsallar tarafından yasaklanmış olan meyvenin yenmiş olmasından ötürü doğduğuna inanmıştır. bir hawaii efsanesine göre ilk insan olan kumuhomua karısı lalohomua ile birlikte, karısı bir denizkuşu ile karşılaşana değin kane bölgesinde yaşamıştır. bu deniz kuşu onun karısını kutsal bir meyveyi yemesi için kışkırtınca (gördüğünüz gibi tema aynı şekilde devam ediyor), yine o kuşun sırtında karısıyla birlikte bir ormana taşınmıştır. ve tanrısal buyruğa itaatsizliklerinden ötürü, kayboldukları ormanda (dünyada) ceza niyetine ölümle tanışmışlar (ölümsüzlüklerini kaybederek ölümlü olmuşlar) [9]. bütün mitolojilerin üstüne konuşmam gerekirse; bu, açık bir şekilde insanın insanlaşma sürecinin tamamlanış hikayesidir. insan önce bir erkek (yunan'da, tektanrılı inançta ve son örneklerde) sonra kadınlı (eşli) bir insan, en sonunda da ölümlü bir insandır. simone weil, la pesanteur et la grace'sinde çarmıh'tan bahsederken şöyle diyor benim söylediklerimin paralelinde: "çarmıh. günah ağacı gerçek bir ağaçtı ve yaşam ağacı bir kirişti. meyve değil de yalnızca dikey bir hareket veren bir şey. 'insanın oğlunun yükselmesi gerekir ve o sizi kendine doğru çekecektir.' içinde yalnızca dikey hareketi koruyarak kendindeki yaşamsal enerji öldürülebilir. yalnızca yükselmek isteniyorsa, yapraklar ve meyveler enerji savurganlığıdır. adem ile havva tanrısallığı yaşamsal enerjinin içinde aradılar. bir ağaç, bir meyve. ama tanrısallık bize üzerinde bir cesedin sallandığı geometrik olarak yontulmuş ölü bir ağacın üzerinde hazırlandı. tanrı'ya yakınlığımızın gizi ölümcül oluşumuzda aranmalıdır... tanrı, sonlu, zorunluluğa, uzama ve zamana boyun eğen varlıklar düşündükleri için çarmıha gerilmiştir. düşünen ve sonlu varlık olarak çarmıha gerilen tanrı olduğumu bilmek." [10]

    cennetten kovulma bahsi, yukarıda söz ettiğim gibi insanın kötülüğün sebebi olmasındandır. yunan'da pandora kutusunu açan öngörüsüz/geç akıllı epimetheus'un bu hareketiyle tüm kötülüklerin (cennetsel yaşayışa uygun olmayan tersliklerin, aşk da bunlardan biridir: erkek kadına aşık olmuştur, kutsallıktan kopup maddeye tapar hale gelmiştir: "insan en nihayetinde haddini aşan bir hayvandır" düşüncesini kafanıza kazımanız gerek; zira düşünen canlı bir şekilde haddini aşar; zaten dinler "haddini aşmayan" insanlara cennet vaat etmez mi? o halde dinlilik/dinginlik halinde de sorgulama mekanizmasının işlemediğini hatırlarsak, homo insipiens tip cennete yakışır. insanın aşık olduğu zaman, cennete bile sığmadığını düşünmesi işte bu yüzdendir!) etrafa saçılması aslında bir sonuçtur. insan zaten "ölüm" cezasını bir şekilde alacaktı. yasak meyve'yi yemeseydi başka türlü bir sebepten ötürü cennetten kovulacaktı; çünkü ondaki kutsallık "düşünebiliyor" oluşunda sezilir. bununla ilgili çok fazla konuyu dağıtmadan belki başka bir entiride detaylandırmaya çalışacağım bir hususun daha altını çizerek entiriyi kapamak istiyorum. kimi tasavvufçulara, tarikatçılara göre muhammed peygamber ölüm döşeğinde ali'ye ilginç bir bilgi aktarmıştır. anlatılana göre muhammed, ali'ye kendisine bildirilen asıl kutsallığın hicaz'daki bütün müslümanlar tarafından anlaşılması mümkün olmadığından onlara kendisi tarafından "kısmen" aktarıldığını söylemiştir. zira eğer muhammed kendisine gelen vahyi olduğu gibi araplara sunmuş olsaydı, onlar eski arap paganizmi ve adetleriyle onun söylediklerini karıştırabilirdi. kimi tasavvufçuların kabul ettiği bu bilgiye göre muhammed'in sunduğu allah, aslında her bir varlıktır. her bir varlıkta allah vardır. bunu, mansur'u enel hak'a götüren bir temel kabul olarak değerlendirmeniz gerekir, çünkü oradaki "bende allah vardır" inancı aslında mansur'a özgü değildir.

    en nihayetinde yasak meyve'yi yiyen insandır. bilemiyoruz belki de hayvanlar arasında da bizim çözemediğimiz bir iletişim ve kuran'da geçtiği gibi, allah'ı tespih etme vasfı vardır ve her bir hayvan da buna göre bu dünyaya "ölüm'lü olma" cezasına çarptırılmış olmanın kabulüyle "yaşama gözleri kapalı" bir biçimde bakmaktadır. herkes tanrı'sını kendisine yaklaştırıyor; bir timsahın, kendi gözünden tanrı'sını düşünüyorum bu bakış açısıyla da, katlanılası bataklığın ne türden bir ceza olduğunu anlamlandıramıyorum. belki de bataklıktır layığımız ve sürünmek!

    notlar:

    1. anatoly t. fomenko, history: fiction of science?, p.304, pub. mithec, 2004.
    2. m. erim, latin edebiyatı, sf.129, remzi kitabevi, 1987.
    3. m. erim, a.g.e., sf.128.
    4. howard schwartz, caren loebel-fried, elliot k. ginsburg, tree of souls: the mythology of judaism, oxford university press, 2004.
    5. gary greenberg, 101 myths of the bible, p.48, pub.sourcebooks, 2000.
    6. g. greenberg, p.53, 2000.
    7. g. greenberg, p.53, 2000. ayrıca bu kardeşlerle daha detaylı bilgi için: http://www.forumneuro.com/…11-sumer-mitolojisi.html
    8. a. corcos - l. krupka, "how death came to mankind: myth and legends", the final transition, (pp.165-166) ed. r. a. kalish. 1984, ny: baywood publishing company.
    9. a. corcos - l. krupka, a.g.e.
    10. s. weil, yerçekimi ve tanrı'nın lütfu, sf.105, mor yayınları (çev. m. m. yakupoğlu), 1999.
36 entry daha
hesabın var mı? giriş yap