6 entry daha
  • rudolph steiner'e göre ortaçağ'ın en büyük hıristiyan teologu thomas aquinas olsa gerektir; bunu eleven european mystics'te (onbir avrupa mistiği, sf.45, dharma yay, 2002) meister eckhart'tan bahsederken söylüyor; aslına bakılırsa burada credo quia absurdum düsturunun ruhunu aydınlattığını düşündüğüm eckhart'ın da aquinas gibi dominiken olması söz konusu grubun hıristiyanlığın içinde ne büyük cevherlere evsahipliği yaptığını da gösteriyor. eckhart, aquinas'a hayrandı; ancak farklı olarak hıristiyanlığın içeriğinden ne bir şey çıkarmak ne de ona bir şey eklemek istiyordu: o içeriği kendine göre yenilemek istiyordu sadece. bu yenilemenin temelinde şu vardır steiner'in ifadeleriyle söylemek gerekirse: "eckhart, insanların aklına isa'nın sözlerini sokmak istiyor: 'benim gidişim size doğru gelmiyor; ama eğer gitmezsem teselli eden, size gelmeyecek.' eckhart bu sözleri 'isa şöyle der gibi: benim şimdiki görüntümle çok mutlu oldunuz ve bu yüzden kutsal ruh'un mükemmel sevinci içinizde doğmadı.'" (r. steiner, sf.47)

    bu aslında matteria'ya büründükçe saçmalığını yitirecek bir değerin vereceği mutluluğun ifadesidir; insanlar görmek istiyor, duymak istiyor, yüzleşmek istiyor; istiyor oğlu istiyor, elde edince de edeceği hakaretin hesabını şimdiden planlıyor: çünkü insan ancak yere düştüğü vakit, rahatlıkla tekmeleyebileceği bir değerle yüzleşebilecek kadar güdüktür, asidir. bu yüzden insanın matteria'nın sahiciliğine kapılmadığını düşündüğü her değer kutsileşir; ve yere düşürülemeyecek olan yapı, zihinde tanrısal bir kudrete bürünür. bu, yönelen insanın saçmalamasıdır. insan kendisine yönelen her dış baskıya rağmen, kendisindeki içsel saçmalamanın değerini yükselttiği müddetçe matteria'dan kopar; daha evvelden işlendiği gibi öldükten sonra dirilen isa'ya atfedilen "noli me tangere!" sözünü bir buyruk olarak alıp kutsal kitap'ta birkaç yerde tekrarlanan, isa'nın, peşinden gelecek herkese kendi çarmıhlarını taşımalarına dair verdiği buyruğu düşündüğümüzde şu ortaya çıkıyor: insan görülenin değil, görülmeyenin yükünü yüklendikçe anlamlanıyor, mana kazanıyor. buna göre isa'ya dokunmadan ona varan anlamlıdır. tanrı'yla aynı masada bir araya gelip dertleşme arzusuyla ömrünü tüketen, baş eğişinin tek nedeni olarak korkuyu kendine öğreten ancak matteria'ya yeniktir. eckhart şöyle diyor: "bazı insanlar tanrı'yı, bir ineği görebildikleri gibi sevmek istiyorlar. böylece tanrı'yı dışsal zenginlikler ve içsel teselli adına seviyorlar; ancak bu insanlar tanrı'yı doğru olarak sevmiyorlar... ahmak insanlar tanrı'yı sanki orada karşılarında duruyormuş gibi görmeleri gerektiğini düşünüyorlar. böyle olmaz. tanrı ve ben, bilinçte biriz." (r. steiner, sf.47)

    bunu çok düşündüm, ilk okuduğum zamandan beri de düşünüyorum, bilinçlilik yani farkına varma durumu, hem hesiodos'un theogonia'sında pandora'nın erkeğin başına bela olmasıyla epimetheus'un hem de kaburgasından yaratılan kadın tarafından ayartılan adem'in nezdinde bir "sorunluluk" ve "yükümlülük" göstergesidir. insan artık kendini çarmıhını taşıyarak ya da taşımayarak yok olmak durumundadır; çünkü temel bilinçlilik şunu gerektiriyor: ben önceki statümde gayet tanrı'yla birdim; oysa şimdi matteria yani dünyadan koparak, kendi çilemi yüklenerek ancak yeniden onun farkına varabilirim, bunun dışında benim ona dair delil aramam benim samimiyetimi göstermez; çünkü bir nevi yasak meyvenin kendisi gibiyim, evvela kendimden vazgeçmeliyim. şeytani olan da şudur: ağ babalardan bir tanesi şöyle demişti: kendimi keşfettim. o halde ister absurd ister değil, hiç fark etmez ben "o"nunla aynı masada oturup dertleşmeyi, beni ve diğer tüm acı çekmiş insanları neden yalnız bırakmış olduğunun hesabını sormayı es geçiyorum; ben varlığımın anlamını çileyi yüklenerek değil, çileyi yeniden anlamlandırarak -kah içini boşaltarak, kah onu başka bir surette daha da ağırlaştırarak- bulmak istiyorum. bu yüzden tanrı'nın kendisi de dahil olmak üzere, bilgiyi serbest bırakacak olan türlü nesneleri yıkıma uğratacağım. jung, alşimide orpheus'u ve mercurius'u phallus yani erkek cinsel organı olarak görürken temelde şunu düşlemişti: bu, bilgiyi serbest bırakan erkeksi güçtür (james p. driscoll, the unfolding god of jung and milton, p.107, university press of kentucky, 1993). o halde bir sonuç ortaya çıkıyor:

    insan kendini eckhart'tan da, bilginin peşinde çileyi üstlenmektense onu yıkmayı, paradigmasını yeniden ele almayı düşleyen materyalist zihinden de hep erkeksi bir "bilgiyi serbest bırakış"la anlamlandırıyor. ancak bilgiyi serbest bıraktığında tanrı'yla bilinçte bir oluyor ya da onu tümüyle ekarte etmiş oluyor; böyle bir durumda her "credere" eylemi "absurd"leşir, zira inanma bilgiyi serbest bırakır; o halde bilgi serbest kalana kadar her şey eksiktir.
13 entry daha
hesabın var mı? giriş yap