2 entry daha
  • "eros bilincin içine yayılarak, anımsama tarafından devindirilir; vazgeçme düzenine onunla başkaldırır; belleği zamanın egemen olduğu bir dünyada zamanı yenme çabasında kullanır. ama zaman gücünü eros üzerinde sürdürdükçe, mutluluk özsel olarak geçmişin bir şeyi olarak kalır... yitik cennetlerin biricik gerçek cennetler olmasının nedeni, geriye bakıldığında, geçmiş sevincin gerçekte olmuş olduğundan daha güzel görünmesi değil, yalnızca anımsamanın sevinci yitişi üzerine endişe olmaksızın sağlaması ve böylece ona başka türlü olanaksız olan bir sürekliliği vermesidir. anımsama geçmişi kurtarınca zaman gücünü yitirir."
    herbert marcuse, eros ve uygarlık: freud üzerine felsefi bir inceleme, sf.167,idea yay., istanbul 1998.

    bu alıntıyı yapmamın nedeni parrhesia sive cassandra yazımla alâkalı olarak (http://jimithekewl.blogspot.com/…plak.html#comments ; ya da #16923871) yapılmış yorumlardan birinde çizilen kötümser tablonun tam da james hollis'in aktardığı cennet projesine uygun bir geçmiş özlemini anımsatmış olmasıdır. yitik cennet düşüncesi yani anne karnından çıkış/cennetten düşüş, kendisine bağlı olarak dünyanın sürekli (her defasında) daha kötüye gittiği inancını pekiştirir. oysa yukarıda bahsettiğim yazıma getirilen yorumlardan birine verdiğim cevapta da geçtiği gibi, dünyanın daha kötüye gittiğini düşünmem gerekiyorsa (anne karnından yani cennetten düştükten sonra bir daha geri dönemediğime ve bedenen de ruhen de çürüme, yaşlanma, tükenme sürecinde olduğuma göre) benim bütün hallerimden sorumlu görünen zamanın bir noktasında dünyanın daha iyi olduğuna da inanmam gerekir. peki, bu "daha iyi durum", geçmişe doğru gide gide en sonunda nereye varabilir? bir yere varamıyorsam, geriye doğru yönelmiş ebedî bir gidişi kabullenmişsem, bu durumda çürümemin de ebedî olmasının gerektiğini düşünürdüm. böyle bir düşünüş, bir "son" olmadığı ve her şeyin ebedî akışın bir parçası olduğu sonucuna varır. oysa tam ters durumda, her defasında daha fazla kötüleşen bir durumdan mustaripsem, her şeyin kusursuz olduğu bir ilk an'a ihtiyaç duyarım. çünkü bozulma, kusursuzluktan doğar. kusursuzluğun olmadığı yerde, zamana ve olan bitene bağlı olarak çürüme de gerçekleşmez. gerçekleşse bile biz, onu kıyaslayamayacağımız bir ilk durumdan mahrum olduğumuz için, onun farkına varamayız. o halde şimdiki durumun geçmişten farklılığının bilinebilmesi için kıyas şart.

    işte cennet projesi burada bir ihtiyaç olarak kendini gösteriyor. kıyas tanrı gibi bir şey. o olmadan hiçbir şey olmaz. bütün belirlenimler, kabuller kıyasa dayanır; durumdaki çürümenin, yozlaşmanın, bozulmanın farkındalığını kıyasa borçluyuz. seneca tanrı için şöyle diyordu bir yerde: "... sine quo nil est, scire non posumus" yani "... kendisi olmadan hiçbir şeyin olmadığı, hiçbir şeyi bilemeyeceğimiz... şey". kıyas benim için böyle bir şeydir. işte cennet projesi, çürümenin farkına varılabilmesi için tasarlanmış bir kıyas aracıdır. bana kalırsa insan cennetten taşacak yapıda bir oynak zihne sahiptir; cennetin girişinde zihinler torbaya konup, içeri zihinsiz girilecekse; o vakit zaten benim cennet diye bir şeyi düşünmemem gerekir. çünkü ben, zihnimim. kafama aldığım darbe bana bütün dünyayı dar edebiliyorsa, beynim işlemediğinde ben ne dış alemin ne de iç alemin farkına varamıyorsam, ben benliğimi yitirdiğimde ben olmaktan çıkıyorsam, o halde benim zihnim, beden dışında bile, ben'de kalmak zorundadır. bende kalmayan zihin ben'siz edemez, ben de onsuz edemem. o halde cennet kapısından içeri ben, onunla girmek zorundayım; zorundayım ki, cennet vaadiyle bana sunulanları kavrayabilecek tek yetimin ambalajlandığı zihnim görevini yerine getirebilsin. zihnim olduğu için, zennet vaadi var. ben içeri onunla girmek zorundayım. onunla girdiğim cennete, yine ondaki kendisine kalmış sınırbilmezlik ve hür irade olarak değerlendirilebilecek mekanizmadan ötürü sığmayabilirim. insanın cennette, bütün "iyi" vaatleri hak etmiş olduğu için içeri girdiğine göre, en iyi ödülü tercih etme hakkı da vardır.

    zihin, cennetsizliğin cennetini de isteyebilecek gibi durur; her anını bir açık aramayla geçirmemiş olsa bile, cennetin açığını arayabilme ödülüne de kavuşmak isteyebilir. böyle olunca, cenneti ortadan kaldırma arzusunun kendisi bile bir cennetsel ödül olarak sunulabilir. içerideyim ve zihnimleyim; o halde zihnim sınırbilmezliğini gösterme hakkına sahiptir. bütün bu söylediklerimin aksine dante cennet'i 16. manzumede, yani merih göğünde "arzuların doğru yoldan şaşmadığı" yer olarak görmüştür. o halde cennet, buna göre, açığı düşünülemeyecek olan olmak durumundadır.

    cennet projesinin önemi cehennem ve araf projelerinin öneminden büyüktür. dante, ilahi komedyasında cehenneme ve arafa girişte ilham perilerine seslenmiş ve yardım dilenmişti; oysa cennete girerken bizzat tanrı apollon'a seslenmişti. dante şöyle anlatıyor bunu:

    "ey tanrısal kuvvet! eğer sen cennet ülkesinin beynime işlenmiş olan gölgesini gösterebilmeme yetecek kadar kendini bana verirsen, o zaman benim çok sevdiğin ağacına geldiğimi; mevzuumun ve senin sayende o yapraklardan başıma bir çelenk örmeye layık olduğumu göreceksin."

    beyine işlenmemiş bir projenin geçerliliğinden bahsedilemez.
2 entry daha
hesabın var mı? giriş yap