122 entry daha
  • bilseydim tim burton'ın buna burnunu soktuğunu izlemezdim. ama bir kere izlemiş bulundum, şaka yapıyorum elbette. sonda söylemem gereken şeyi başta söyleyeyim (ne zamandır bu kalıbı kullanmamıştım, iyi geldi supradyn içmişim gibi vitaminlendim) biter bitmez çok kısa sürdüğünü düşünmeye başladım, beğendiğimi söyleyebilirim. bir kere bir süredir gündemimi işgal eden, gâvurların felsefe bohçasında "progress of knowledge vs moral philosophy" şeklinde savaştırılan, dövüştürülen iki kavramın ne kadar da futurist bir söyleme yedirilebildiğini gördüm. bilen bilir seneca'da bilginin gelişimi vs ahlâk felsefesi çaprışıklığı meselesi üzerinde yoğunlaştığım şu günlerde, sağda solda konuşurken hava atabileceğim, güzel doneler sağladı. nedir bilginin gelişimi vs ahlâk felsefesi, kısaca değinelim:

    bilgi gelişince insanların ahlâkı bozulacak: altın çağ mitosundaki bozulma, ibrahimî kıyamet senaryoları ve stoacı ekpyrosis yani "insanlığın çok bilmişliğinden kaynaklanan kozmik bir yangın felâketi olacak, evren tükenecek sonra tanrılar yeniden hayatı başlatacak, bu sonsuza kadar sürecek" anlayışı. böylece determinist din adamları ve filozoflarla doğa bilimciler birbirine girer; yaparsın-yapamazsın kavgasına tutuşurlar. "bu başımıza bela olur, bırak bu bilgi gizli kalsın" der din adamları, ahlâk filozofları. hatta sokrates'in bile fiziği gereksiz görmesinin nedenlerinden biri budur (bkz. etik-fizik ilişkisi); kilisenin aykırılıkları ve 9'daki 1'i andıran muhafazakârlıkları bu çaprışıklıktan ileri gelir.

    animasyonun içeriği de bunun üzerine kurulu. batı düşün geleneğinin en büyük artısı, gelenek olarak kalabilmesinde. dünü, bugünü ve yarını bir bütün halinde değerlendirip üzerine bunun gibi hikâyeler uydurabiliyorlar. uydura/bilmek için bilmek gerek. bu toprağın yetiştirdiği kurgucularının sanatsal kurgu mekanizmasındaki güdüklük de büyük ölçüde bu köksüzlükten kaynaklanıyor, ya "onlar" gibi iş çıkartacaksınız tüm iğretiliğinizle ya da kökünüzü araştırıp onu evrensel nitelikli zamanın ruhuyla kaynaştırıp senteze varacaksınız. yoksa işiniz kesat. 9 tam anlamıyla bir batı edebiyatı ürünü sanki. izlemedim de okudum sanki. o kadar çok derinliği var ki sahnelerin, diyalogların herbirini yazmaya zaman yetmez, gereksiz de zaten, belki de sadece benim hüsnü kuruntumdur. daha animasyonun başında, mesela, "bazı şeylerin olduğu yerde kalması gerekir" mesajı veriliyor mermi üzerinden. haklı nedenlerle sindirilmiş, korkutulmuş canlı robotların başındaki 1 için "her grubun bir lideri olmalıdır" deniyor, kaosa doğan canlı robotların şahit olduğu "gaz her şeyi yok etti" ise tam anlamıyla bilgiyle birlikte gelen ve yukarıda kısmen bahsettiğim kıyamet projesinin bir ürünü. bilgi bardaktan taşan su gibi, insanın yaşamından taşmaya başlayınca olan oluyor. "haklı nedenlerle" şartını düşmüş olmamın nedeni bu. insanın beyin icat etmesi varacağı son noktaymış gibi geliyor bize. "insanın beyin icat etmesi" bile dememek gerek aslında, "insanın beyin yapması" bu.

    "insan nasıl beyin yapar?" sorusunun bilimadamlarınca anlamı var ama 9 gibi distopya örneği bir yapım için anlamsız. nitekim öne çıkan soru "insan neden beyin yapsın ki?" olmalı sanki. insanı bu denli (ne denli? kendini yok edecek "denli") doğanın sırlarını öğrenmeye iten ise marlowe'un dr. faustus'una biçilen "yeryüzünde zeus olma" tutkusu olsa gerek. hepimizin içinde farklı kimlikler dolaşıyor ama bazıları diğerlerinden daha uyanık ya da fazlasıyla cüretkâr; bütün gücü elde etmek isteyen tarafımız, diğer saftirik taraflarımıza üstün geliyor. insan ilişkilerimizde, toplumun içindeki ekşiliklerimizde de böyle bu: berikinin ayağını kaydır, dedikodu yap, tuzak hazırla, sandalyeye çivi koy, maille şaka programı yolla, yatağına sunî fare koy vs. bu gibi salçalıklarımızın temelinde saftirik tarafımızın elden ayaktan kesilmesi yatıyor. kendini yok edecek bilgiye erişmek isteyen insanoğlunun debelendiği saha ise animasyonda "gizli bilgiler" diye geçiyor; bunu rahatlıkla büyüye ve ritüellerine yormanız mümkün. insanoğlunun büyüyle randevusunu ben içindeki saftirik tarafı bırakıp uyanık tarafıyla uzlaşması olarak görüyorum. yoksa domuz yemenin günah olduğu bir ortamda sırf komşunun kızını bağlamak için domuz dişini nereden bulursun, anlamıyorum ki.

    şunun da altını çizmekte beis görmüyorum. eskiden kişileştirilen hayvanlar ve doğa, kurgusal alemimizi şenlendirir etik kaygılarımıza doneler sağlardı. ne olduysa oldu, sanayi devrimi sonrası tüketim toplumunun bir gereği olarak makineler ve robotlar insandan çok insancı olmaya başladı. fabllarımız bile makineleşti. bu da etik kaygılarımızın ne denli çağa uygun yaradılışlı olduğunu gösteren bir veri; insanın sosyal evrimi böyle böyle gerçekleşiyor, sonra ara form vs. arıyorsunuz yarı hayvan-yarı robot. insanın tasarımı da eldeki imkânlardan yararlanıyor, aisopos görseydi, eseriyle kıvanç duyardı.

    böyleyken böyle. "her grubun bir lideri olmalıdır, 1 de bizim liderimizdir" minvalinde bir şeyler deniyor animasyonda. bu bana battle for terra'daki liderin konumunu anımsattı. oradaki lider de kendini bir nevi papa'laştırmıştı, dikkat çekilecek nokta da burası, her iki animasyonda da liderin dinî kimliği olmakla birlikte, ikamet edilen kutsî mekânlar da kiliseyi andırıyor. yukarıda "haklı nedenler" şerhini düştüğüm kısma yeniden bakınız. komplolardan beslenerek angels and demons'a kadar varan bir analiz deryasında yüzdürebilirim sizi bu entiride ancak burada kesmek istiyorum. film, kitap ya da müzik önerisi bulunan insanları hiç anlamam; sanki insan insana benzermiş, aklın yolu birmiş gibi, beğeniler örtüşebilirmiş gibi ukalaca bir tavır bu. insanın içindeki ve dış yüzeyindeki organlar bile birbirine benzemiyorken, insanı insana benzetmenin bir anlamı var mı? hiç yok. o yüzden 'ben bunu beğendim' diyerek, geleceğe ilişkin sağladığı donelerden ötürü mutlu kılındığımın da altını çizip entiriyi kapatıyorum.

    paracelsus sizinle. paracelsus'un iflası.
159 entry daha
hesabın var mı? giriş yap