• asim bezirci elestirmen ve arastirmaci. 1927 (veya 1928) yilinda erzincan'da dogdu. turk edebiyatinin 1960'lar oncesinde yaygin olan izlenimci elestiri yaklasiminina karsi nesnel elestiri yontemlerini savunan yazilariyla tanindi. " rifat ilgaz incelemesi"yle 1989 ferit oguz bayir kultur ve sanat odulu'nu kazandi. 66 yaşında sivas'ta katledildi.
    ayrıca (bkz: sivas katliami)
  • sivas'ta kaybettiğimiz edebiyat eleştirmeni.yıllarca gündüz muhasebeci gece edebiyatçı olarak hayatını sürdürdüğünü duyarak azmine ve sabrına ayrıca hayran kalınan ,eleştirinin kilometre taşlarından biri.
  • madımak oteli'nde diri diri yakılan 37 aydından biri. çoğumuzun ilkokul ve ortaokul'da okuduğu türkçe kitaplarının yazarı.
  • ikinci yeni şiir akımını kıyasıya eleştiren yazar ve eleştirmen.
  • netekim,muhasebe kendisine çok şeyler vermiştir.
  • cahit sıtkı tarancı'nın ömrümde sükut, otuz beş yaş, düşten güzel, öldükten sonra çıkan sonrası ve kitabına girmemiş 35 şiirinin derlenmesine, bir kitap halinde basılmasına emeği geçen insan.
    ayrıca say yayınlarından çıkan varoluşçuluk/ jean paul sartre kitabını yayına hazırlayan ve çeviren kişi.

    edit: pyrrhus et cineas çevirisi de bulunuyor.. fransızcadan türkçeye tahmin edemeyeceğimiz kadar çeviri yapmış olması muhtemel, sürekli karşıma çıkıyor. edebiyat çevreleri tarafından çevirileri gözlemlediğim kadarıyla oldukça başarılı bulunmuş.. artık yaşamıyor, daha da yanarım sivas katliamına..
  • // yazar, eleştirmen. 1928 yılında erzincan'da demiryolu işçisi bir babanın oğlu olarak dünyaya gelen asım bezirci, ilkokulu erzincan'da bitirdi ama 1939 depreminden dolayı ortaokulu orada okuyamadı, erzurum'da yatılı okula giderek öğrenimine orada devam etmek zorunda kaldı. bezirci, edebiyat serüvenine lise yıllarında başladı. her insanın ileride neye yöneleceğine ilişkin ilk ipuçları genellikle lise yıllarında ortaya çıkmaya başlar. bezirci'de de, her şeye eleştirel bakan ve eleştiren, ne olursa olsun onu olduğu gibi kabul etmeyen muhalif ve araştırmacı yanı, lise yıllarında öne çıkmaya başladı. bu da onu edebiyat alanına daha da yakınlaştırdı ve okuma sevgisini büyüttü. istanbul üniversitesi edebiyat fakültesi türk dili ve edebiyatı bölümü'ne girmesinin nedeni de buydu zaten.

    üniversite yıllarında, ülkemizin içinde bulunduğu siyasal durum, doğal olarak bezirci'yi de etkilemişti. dünyada yaşanan devrimlerin etkisi hissediliyor, sosyalist düşünce tartışılıyordu. bezirci de türkiye sosyalist partisi'nin düşüncelerini benimsedi ve gerçek dergisi'nde o süreçte yazıları çıkmaya başladı. bu yazıları nedeniyle de birçok soruşturmaya maruz kaldı ve daha sonra tutuklandı. altı ay tutuklu kaldıktan sonra serbest bırakıldı.
    bezirci'yi işsizlik tutsak almıştı bu kez de. zar zor bir ilaç fabrikasında kendisine iş bulmuş ve orada çalışmaya başlamıştı. yaşadığı ekonomik zorluklar, onun edebiyat tutkusunun önüne hiçbir zaman geçmedi. her fırsatta yazdı, araştırdı ve okudu.

    6–7 eylül olayları nedeniyle hakkında bir soruşturma daha açıldı ve tekrar tutuklanıp beş ay daha hapishaneye atıldı.

    1957 yıllarından sonra tamamen edebiyat alanına giren bezirci, daha ciddi eleştiriler, denemeler yazmaya başladı. 1960'ta dost; 1963'te otağ; 1968'de yeni dergileri tarafından "en beğenilen eleştirmen" seçildi. daha birçok yerde ödüller verildi bezirci'ye.

    zamanla kendisi de edebiyat alanında üretimler vermeye başladı. eleştirmen kimliği bu yıllarda ağır ağır kendini gösteriyordu. bunun yanı sıra araştırmalarına da ağırlık veriyordu tabi ki. bu yazıları çeşitli sol dergilerde yayımlandı. aydın biyografileri üzerinde çalıştı. eski işyerinden ayrılıp edebiyata yoğunlaşan bezirci, tekrar ekonomik sıkıntılar çekmeye başlayınca unilever'de muhasebeci olarak çalışmaya başlayarak, iki işi birlikte yürüttü. emekli oluncaya kadar da burada çalıştı.

    1961'de eserleri çeşitli yayınevlerince yayımlanmaya başladı. sadece eleştirmenliğiyle değil, üretkenliğiyle de kendisinden söz ettirdi ve eleştirmen-yazar olarak anılmaya başladı. bu süreçte fikret arel, halis acarı imzalarıyla, sonraları da kendi adıyla yeni ufuklar, forum, pazar postası, yelken, dost, ataç (kendi çıkardığı), yeni a, gelecek, dönem, papirüs, may, halkın dostları, soyut, politika gibi gazete ve dergilerde yazılar yazıyordu.

    1979'da türkiye yazarlar sendikası'na üye oldu ve aynı yıl yönetime seçildi. bir yıl sonra da tüm dehşetiyle 12 eylül geldi. asım bezirci, türkiye yazarlar sendikası ve barış derneği davalarında yargılanmaya başladı. aynı zamanda çevirilerinden dolayı da başı dertteydi, a. kadir'le birlikte çevirdiği "sosyalist gözle sanat ve toplum" ile "on şair, on şiir" adlı kitapları toplatıldı.

    ülkemizde yazarların ve aydınların kaderi hep çetin bir patikada geçer. kendi aydın tavrını sürdürmek için o patikadan geçmek zorundasındır. asım bezirci de bu dar, dikenli yolda yürüyordu. pir sultan'ı araştırırken, onun dara çekildiği ilde kendisini de ateşin beklediğini bilmiyordu belki ama ülkemizin nasıl ve kimler tarafında yönetildiğini iyi biliyordu. kaderinin pir sultan'la sıvas'ta böylesine çakışacağı asım bezirci' nin aklına gelmiş miydi hiç, bilmiyoruz. bezirci, pir sultan'ın yaşamını, kişiliğini, sanatını tüm yönleriyle araştırıp, üzerine tüm şiirlerini de yerleştirerek güzel bir eser ortaya çıkarmıştı. bu çok emek verdiği etkinliğe katılmak üzere 1993 temmuz'unda sivas'a geldiğinde pir sultan'ı daha iyi nasıl anlatacağını düşünüyordu belki. ancak ölüm orada kol geziyordu, hem de kalleşçesine, sinsice... 2 temmuz'un o kavurucu sıcağına otuz beş aydının, yazarın, sanatçının külleri karışacak, madımak'ın ateşi bir ülkenin yüreğini yakacaktı. asım bezirci ve onun kadar değerli aydınlarını yitirecekti bir ülke. geriye tarifi imkansız bir acı kalacaktı yüreklerde...

    toplumlara ve sanata bakışı

    bezirci, eski ve yeni türk edebiyatı'na ilişkin araştırmalarının yanında, son yıllarda gelişmeye başlayan eleştiri anlayışının da öncülerinden oldu. çeviri, eleştiri, derleme, araştırma ve deneme türündeki yapıtlarının sayısı 40'ı aşmıştır.

    toplumların gelişimi ve bir toplum yerini diğer topluma bırakmak zorunda olduğu gerçeğini bezirci gericilik ve ilericilik olarak nitelendirir:

    "bölümlü toplumların tarihi şunu gösteriyor. yükselen sınıfların ideolojisi genellikli devrimcidir, gerçekçi ve maddecidir. fakat bu sınıflar iktidara geçip de toplumu kendi çıkarlarına göre düzenledikten sonra zamanla tutucu olurlar.
    biliyoruz: kapitalist toplum çağımızda sonuncu aşamasını yaşıyor. bu aşamaya "emperyalizm" yahut "can çekişen kapitalizm" adı verilmektedir. nitekim burjuvazi artık yükselen sınıf olmaktan çıkmış, bu sıfatı geleceğe aday olan işçi sınıfı almıştır. dolaysıyla, burjuvazinin ideolojisi de zamanla değişmiş, tutucu ve giderek gerici boyutlar kazanmıştır."( sosyalizme doğru sayfa: 14)

    kapitalizmin artık miadını doldurduğunun üstünde duruyor bezirci. sosyalist sistemin er yada geç dünyada hakim olacağına sonuna kadar inanıyor. sanat anlayışına da bu düşünce yön veriyor.

    birçok aydının-yazarın dile getirmekten kaçındığı doğruları asım bezirci çekinmeden dile getirdi. bugüne kadar ülkemize emek veren ve sosyalist düşüncelerinden dolayı tutuklanıp, sürgün edilen, ya da katledilen aydınların yaşamını araştırdı, yazdı ve hak ettikleri yere koydu. edebiyatın ve edebiyatçının bir ülkenin geleceğinde, kültürünü geliştirip yaygınlaşmasında büyük rol üstlenmesi gerektiğini bildiği için özelikle bu konu üstünde durdu:

    "edebiyat, gerçekliği estetiğin gereklerine göre yansıtmakla kalmaz, onu yorumlayıp değerlendirir, ona ilişkin bilgi de verir bize. bu yüzden, her seferinde sanatsal değerler ile kültürel (bilgisel, siyasal, ahlaksal, düşünsel, eğitsel vb.) değerler yan yana, iç içe bulunur. bunlardan yalnızca sanatsal olanlar üzerinde durup öbürlerini görmezden gelmek nesnelliğe aykırı, tek-boyutlu bir tutumdur. oysa edebiyat tek değil, çok –anlamlı, çok-işlevli, çok-yönlü, çok-katlı bir sanat koludur."

    yıllardır süren, "sanat sanat içindir" tartışmalarına o gün verdiği net bir cevaptı bu. yaşama sınıfsal bakan bezirci, edebiyata da öyle bakmak gerektiğini vurgulamıştır her daim:

    "(...) sınıflı toplumlarda, değerler de sınıfsaldır. çeşitli sınıflara bağlı insanların ortak duyguları, düşünceleri, inançları, özlemleri, amaçları, dilekleri genellikle bu değerlerde belirir. edebiyat da onları dile getirir".(16-17)
    birçok konu hakkında yaptığı eleştirilerle ülke insanının sanata bakış açısını zenginleştirmiştir bezirci. edebiyat değerlendirmesi de oldukça anlamlıdır. sosyalist edebiyata inanıyordu ve olayları-gelişmeleri birbirinden ayrı değerlendirmiyordu. tam tersi birbirini etkileyen, yaşamın gerçeklerinden kopuk, her zaman aynı kalan, birbiriyle uzlaşan değil bütün güçlerin birbiriyle çelişme ve çatışma içinde olduğunu belirtiyor. aynı zamanda doğayı ve toplumu, insanın duygu ve düşüncesini imgesel ve dolaylı bir dille anlatırken, bunların yalnızca gerçeklerle sınırlanıp duygudan yoksun bırakılmasını da eleştiriyordu.

    sosyalist edebiyatın nasıl olması gerektiğini şu sözlerle ifade ediyor: "bir avuç sömürücünün, baskıcının yanında değil, sömürülen, ezilen emekçi halk yığınlarının yanında yer alır… halka yapılan her çeşit zulmü, ezayı, haksızlığı savunmaya, saptırmaya, saklamaya değil, onları kaynakları ve sonuçlarıyla ortaya koymaya çalışır… gerçekliği tarafsız bir gözlemci gibi edilgen bir tutumla aktarmaya değil, toplumu ileriye götüren güçlerin ve onların öncüsü olan işçi sınıfının devrimci dünya görüşüyle algılayıp dönüştürerek yansıtmaya yönelir. başlıca amacı güzel biçimler yaratmak ya da egemen çevrelerin keyfini okşamak olan sorumsuz bir eğlence aracı değil, halkın yaşamını, kurtuluş çabasını belirten ve destekleyen sorumlu, gönüllü (ama güdümlü değil) bir eylem türüdür." (sosyalizme doğru/ sayfa: 50-51)

    aynı zamanda edebiyatı hiçbir zaman insani değerlerden kopuk ele almamak gerektiğini vurgular. geçmişle geleceğin iyi kaynaşması, eskiyle yeniyi bütünleştirdikçe, halkın kültürel birikimi edebiyata yansıtılmış olunur ve zengin bir edebiyat örneği ortaya çıkar…

    asım bezirci proleter kültüre katkıları oldukça fazla olan bir yazarımızdı. kendini halk kültürüne adamış ve onu zenginleştirmek için çabalamıştı. bu çabası ne yazık ki geç fark edilen bir yazarımız oldu.

    kitapları:
    çok kapılı oda (1961), edip cansever (1961), günlerin götürdüğü-getirdiği (1962), bilimden yana (1963), abdülhak hamit ve tarık yahut endülüs fethi (1966), okudukça (1967), orhan veli kanık (1967), ahmet haşim (1967), nurullah ataç (1968), dünden bugüne türk şiiri (1968), metin eloğlu (1971), on şair on şiir (1971), seçme romanlar (r. taner'le birlikte, 1973), ikinci yeni olayı (1974), sabahattin ali (1974), nazım hikmet ve seçme şiirleri (1975), bilimden yana sosyalizme doğru (1976), halk ve sosyalizm için kültür ve edebiyat (1979; genişletilmiş yeni basımı 1992), 1950 sonrasında hikayecilerimiz (1980), seçme hikayeler (r. taner'le birlikte, 1981), abdülhak hamit (1983), orhan kemal (1984), pir sultan (1986), halkımızın diliyle barış (1986), şairlerimizin diliyle barış (1987), inceleme ve şiirlerle türk-yunan dostluk ve barışı (1987), rıfat ilgaz (1988), deyimlerimizin sözlüğü (1990), oktay akbal (1991).

    yazar ayrıca ahmet haşim, nazım hikmet, orhan veli, ilhami bekir, tevfik fikret ve cahit sıtkı tarancı'nın bütün şiirleri dizilerini hazırladı. //

    kültür sanat yaşamında tavır
  • ikinci yeni'yi divan şiiri gibi seçkin bir zümreye ait ve yok olmaya mahkum addeden, siyasetsiz ve halktan kopuk olmakla suçlayandır.
  • sembol adamlardan biriydi. benim için "sembol adamlardan biri" olması bile yeterliyken, üstüne bir de nesnelliğe tutkun, rasyonel ve <sözlük diliyle söylersek> müthiş ince bir ayarcıydı. kendisini kıyaslayabileceğimiz ikinci bir eleştirmen var mı diye düşünüyorum haddim olmayarak, sanırım fethi naci ismini anmadan olmaz, ancak asım bezirci başka türlü bir adamdı be. semboldü. bakın yine aynı yere vardım, semboldü, sembol. şimdi elinizi edebî vicdanınıza koyun söyleyin, şu an türk edebiyatında kendi karakterini ve tarzını kabul ettirebilmiş kaç tane edebiyatçı ya da eleştirmen tanıyorsunuz? ben bu karamsarlığa ilhan berk'in ölümüyle "bir hayli" kapıldım. hiç sevmezdim şiirini bu bir, hiç de sevmezdim edebiyat dünyamızdaki yerini bu da iki, ama o ölünce "yahu" dedim kendi kendime "şu edebiyat camiamızda kaç tane ilhan berk gibi fenomen var ki, bir de ben üstüne huysuzluk ediyorum?" bir zamanlar vedat türkali'yi de sevmezdim ama sırf varlığıyla bile koca koca reklamlarla, yanında verilen cd'lerle satılan rezil, kokuşmuş kitapların egemen olduğu bir yazın ortamının onurunu kurtaran ender adamlardan biri olduğunu düşünüp köşeme çekildim, huysuzluğumu bastırdım. sanmayın ki ortamda abudik gubidiklikler var diye elif şafak falan okuyorum, yok o kadar da değil, orjinalinde ingilizce yazılmış metinlerin türk dili edebiyatından sayıldığı kepaze bir ortamda bu paylaşıma rep verecek değilim. neyse konu dağılmasın, zaten yeteri kadar dağınığım, beni daha da konuşturup masayı da dağıttırmayın. ben başka bir şey söyleyeceğim.

    türkiye'de edebiyat eleştirmenliğini gazetelerin eklerinde kitap özetçiliğine dönüştüren yapının tam tersine metinleri, çevirileri ve genel olarak edebiyat ortamını nesnel bir gözle irdeleyebilen sıkı bir eleştirmendi, polemikçiydi asım bezirci. bana kalırsa tek kusuru batılı üniversitelerdeki sıkı akademisyenlerin ya da akademi dışı entelektüellerin belirli sahalardaki teorisyen ve metotçu kimliğine bürünmemiş olmasıdır. kendince eleştiri kültürüne ve yöntemine sahip bu adam, eleştiri üzerine bütün birikimini kuramlaştırma çabası içinde olsaydı ve neticede buradan türk edebiyatına özgü bir eleştiri sistemi geliştirebilmiş olsaydı, bugün bu konudaki büyük açığın kapatılması yönünde farklı çalışmalara ön-ayak olmuş ve devamında çok daha büyük ve sistemli bir "türk yazınına özgü eleştiri kuramı" tartışmasını tetikleyebilirdi. bunu yapmasını sağlayacak bilgi birikimine ve doğal yeteneğe sahip olduğunu düşünüyorum bezirci'nin.

    zaten bana göre, bu topraklardaki akademisyenlerin ve akademik olmasa da alanında ihtisas sahibi olmuş kişilerin temel eksiği bu. bize özgü olan noktalarda bile bizim dışımızdaki her kültür ve akademi ortamından apartılmış, başka şartlara uygun kimi sistemleri olduğu gibi kendimize ve kendi alanımıza uyguluyoruz. neticede bize özgü bir şeyde bile, örneğin türk dili ve edebiyatının en seçkin örneklerinde bile, eleştiri ve yorum kişiden kişiye (eleştirmenden eleştirmene, akademisyenden akademisyene) değişen yani öznel ve asla diyalektiğe dönmeyen yani bölük pörçük dokundurmalardan ibaret kalıyor. örneğin hilmi yavuz müslüman dünyada neden roman türünün gelişmediğini irdelerken edward said'in <hiç de haksız sayılmayan ama haksız sayılmıyor oluşu, tümden nesnel olduğunu da göstermeyen> "kuran, mitolojideki oğullarını yutan baba-tanrı figürü gibi, yazılmış diğer bütün metinleri yutar" tespitine takılabiliyor. hiç olmasın demiyorum, hobi olarak yine olsun. ancak bizim de kuramsal düşünüp, bize özgü şartları, aşina olduğumuz kadarıyla yazıya döküp sistemli bir bütün içinde irdelememiz ve teori üretmemiz gerekir. üniversitede yazılmış edebiyat içerikli tezler, jüriden geçsin diye yazılmış salak saçma görüşlerle ve kopyala-yapıştır'larla dolu. yine aynı alandaki üniversite-dışı 'tez'ler ise, yazarın içinde bulunduğu cemaate ve bağnaz ideolojik tutuma göre şekillenmiş ziyadesiyle öznel ve art-niyetli görüşlerle dolu. örneğin yığınla eserin verildiği kurtuluş ve kuruluş dönemi edebiyatımızla ilgili, bana kendini geniş kitlelere kabul ettirebilmiş <ki bu benim için tek ölçüt değildir, çoğunluk-geniş kitle umrumda değil, renk olsun diye söylüyorum> bir tane kuramsal analiz <örneği> gösterebilir misiniz? necip fazıl'ı geniş bir kitlenin gözünde üstadlaştıran nedenler üzerine nesnel/sosyo-kültürel ve sosyo-politik analizler okudunuz mu? yok, mümkün değil. çünkü nesnellik, toplumumuzda olduğu gibi, yazın dünyamızda da ötelenen bir niteliktir. nesnel gözle bakarsak, bunun da kendince sebepleri var ancak bu entirinin konusu bu değil. asım bezirci'yi merkez alıp sıkıntılı gördüğüm konulara değinmek istedim, sadece o kadar. geç alttaki paragrafa.

    eleştirmenliğe gelince, ingilizce dersi öğretmeninin ihtiyaçtan beden dersine de girmesi gibi, "şair mi? ha o zaman koyalım dergiye, eleştirebilecek kadar bilgisi ve görgüsü vardır herhalde" mantığı işletilebiliyor. ya da murat belge'nin birikim'deki mavi anadoluculuk ve halikarnas balıkçısı okumasında da bir örneği görülebileceği gibi (örn. belge'nin, balıkçı'nın bir roman karakterinin görüşlerini, balıkçı'nın görüşleri sanması ve balıkçı'yı bu yüzden faşist ilan etmesi; buna mukabil gazetedeki yazılarında elif şafak'ın bir romanındaki bir karakterin hâl ve davranışlarından ötürü yargılanmasını eleştirmesi, alın size anti-nesnelliğin zararlarına bir örnek), ideolojik bağnazlığın esiri olmuş kafalar "zor durumda eli silah tutan herkesin askere çağrılması" gibi "eli kalem tutan herkesten her konuda eleştiri yapması" durumuna örnek teşkil edebiliyor. oysa evrensel ölçütlerle yerel şartların gerektirdiği ölçütlerin bir karışımı neticesinde, buradaki yazın âlemine uygun bir eleştiri kuramı üretmek asım bezirci gibi "yazdığı yazıdan kendisinin yazdığı anlaşılan" karakterdeki, özgün bir yazın adamından ve eleştirmeninden beklenir. ancak o bunu yapmadı. dahası yazko edebiyat, ocak 1981'deki "kalıt" başlıklı yazısında "yirmi yıl önceki bir konuşmamda ben de yakınmıştım: 'ağabeylerimiz bize sağlam bir eleştiri kalıtı (mirası) bırakmadılar. şimdi düşünüyorum: peki ama, kendilerinden önce gelenler onlara böyle bir kalıt bıraktılar mı?" diyerek şikâyet ettiği "sağlam/nesnel eleştiri kuramı ve sistemi" eksikliğini göz önünde tutup, ben de bugün "iyi bir eleştirmen olan asım bezirci böyle bir kalıt bıraktı mı?" diye sorabilirim. ancak cevabı yine asım bezirci'nin aynı yazısından alırım: "bırakmadılar diye atalarımızı suçlamak yersiz olur. bunun sebeplerini araştırmak gerekir. bence temel sorun şudur: osmanlı toplumunda edebiyat eleştirisi niçin doğup büyümemiştir?" (asım bezirci, bilimden yana, yön yayıncılık, 3. basım 1989, s.88)

    evet, asım bezirci adeta amentüsü kabul ettiği "nesnel/sağlam bir eleştiri kuramını veya sistemini" bize miras olarak bırak<a>madı, böyle bir şey yapmadı, belki bir gün yapacaktı. ama o gün gelmeden yakılarak öldürüldü. yakılarak öldürülme ihtimalinin bulunduğu ve <daha da kötüsü> bu ihtimalin gerçeğe dönüştüğü bir ülkede, hangi kuram ve metot kaygısından bahsediyorum ki ben?

    düşün adamlarına sıkılan kurşunlar, arabalarına konan bombalar, onları otelde diri diri yakmalar... (teyit) bütün bunlar mevcut keskin zekânın şark kurnazlığına gömüldüğü, kuramsal düşünmeye aç kültürel platformlarda taptaze beyinlere "nesnel olmama" ya da en azından "nesnelmiş gibi görünmeme" konusunda gayet de ikna edici sebeplerdir. türkiye'nin yetiştirdiği en mühim yazın eleştirmenlerinden birini, diğer aydınlarla birlikte diri diri yaktılar, biz hâlâ burada sanki hiçbir şey olmamış gibi yaşamaya ve her şeyin yolunda gittiğini sanarak hesap sormamaya devam ediyoruz. korkaklar, bağnazlar, duruma göre değişen yanar-döner nitelikli analizciler, belgesizler, tutarsızlar, taklitçiler ve spam mail yollayıcılar kuramsal ve nesnel düşünememeye yazgılı gelecek nesiller sizin eseriniz olacaktır.

    kadir şahin'in asım bezirci ile ilgili söylediklerini aktarıp kapatıyorum bu can sıkıcı entiriyi.

    "ağustos böceklerince sesli ve ortalıkta olan birçok kişilere karşın, peteğini arı kıvamında dolduran rasyonel bir çalışma ve çaba ile eleştiri ve yapıtlarını topluma getiren bezirci, kişiliğince büyük ve anlamlı görünümüyle edebiyatımızda bir parmak izi, bir alınyazısı gibi durmaktadır." (su, ocak 1964)
hesabın var mı? giriş yap