• ...bildiğim kendimi bildim bileli aşık olduğum
    bildiğim ancak aşıkken varolduğum
    bu yüzden benim için aşık olmak
    yüzyıllardır hasretine katlandığım yokluğum..
    "aşktan sözedildiğini duymamış olsalar hiç sevmeyecek insanlar var." demiş la rauchfauld..
    benimse hep böylelerini severek başladı vurgunum...

    murahtan mungan ın 3 lü şiirinden benim en çok sevdiğim..
  • yıllar sonra benliğimi etkileyen tek kadın...
    aylar süren yazışma ve konuşmalardan sonra ilk görüşme...

    işten çıkarken hiç heyecanlı değildim, vapurda kasılmaya başladım, takside şaftım iyice kaydı, 30 dakika var, 20 dakika var diye sayıkladım. gittim, tam vaktinde buluştuk. minnacık dünya tatlısı bir şey. sevdiğim, manzarasini beğendiğim bir yere gittik. çok mutlu oldu. uzaklarda denizi özlemiş. konuştuk, ettik. korktuğum gibi olmadı. çok keyifliydi her şey. sonra biraz yürümek istedi. sahilde yürüdük. istanbul'un işiklarini seyrettik. üşüdü biraz. sarıldım ben de. elini tuttum, oturduk konuştuk alakasız konulardan...

    sonra ben biraz saçını okşadım, sevdim. güzel yüzünde ben var hafif. kötü durduğunu düşünüyordu. yok öyle bişey dedim yanağından öptüm. başını omzuma koydu sonra, dudağından öpünce bir iki saniye tepkisiz kaldı, sonra o da katıldı bana... bunun üzerine ağlamaya başladı. sarıldım, "neden seninleyim bilmiyorum, çok özlüyorum ''onu'', kötüyüm'' dedi... biliyordum ''onu''. normaldi böyle hissetmesi. sonra uzun uzun, sımsıkı sarıldım. sanırım daha uygun bir pozisyonda sevişirdik de... saat gece 12ye doğru ona hiç doyamadığımı farkettim. ne öpmek ne de sevişmek yetmezdi belki de o an. ''yanımdayken bile özledim'' çünkü. tam da bu değil aslında anlatmak istediğim. anlatamadıklarım herşeyin özü.

    ayrilirken "görüşürüz" dedi, ben sadece "umuyorum" dedim. yanağından öptüm, hiç arkama bakmadan gittim. seslendi: "teşekkür ederim". döndüm gülümsedim. sonra eve döndüm...

    saatler sonra her şey farklı görünecekti ona. ama o birini özlese de benim için çok özel. üzecek de olsa da onunla olmak istemek kaçamadiğim. nihayetinde her şey ona bağlı. görüşmemeliydik, ben seni üzerim diye düşünüp ağlayacakti belki de.

    bana sürekli; ''aynı şey oluyor. ilişkim kopuyor. insanlarla, arkadaşlarımla... bazen ben konuşmak bile istemiyorum. senle de aynı şey olacak'' demişti iki ay önce... kızmıştım ceseretsizliğine ve böyle düşünmesine. fazla belli etmedim ama konuşarak sabah ettiğimiz bir gecenin sonunda son kez konuştuğumuzu söyledim. hiçbir mesajına cevap vermedim. ertesi günün sonunda bana "lütfen kendini benden uzaklaştırma, benim gitmeme de izin verme, kopuyorum çünkü o zaman yazık olur her şeye" diyene kadar.

    işte bu yüzden o gece görüşürüz demesine karşılık ''umuyorum'' dedim. vademiz dolmuştu diye düşündüm. bu; ''sen beni bir daha aramayacaksın ve burada bitecek ama ben seni görmeyi umuyorum'' demekti.

    hal böyleyken tek bildiğim; kendisi de biliyor ki olacak gibi değil. hayatinda olan adam çok uzaklarda. o ise burda.

    sonuç?

    zamana olan ihtiyacı arttıran ve umutsuzluğumu az da olsa törpüleyen şey konuşma ve tavırlarındaki belirsizlik... bir en yüksek bulutun tepesinde arp çalacaksın, bir yerin bin kat dibinde kağıt canavarlarla savaşacaksın, tüm özetim bu.
  • istemeden çıkmıştım o gün dışarı, keyifsizdim.
    sırf arkadaş hatırına...
    daha önceden gittiğim bir yerdeyiz.
    o'nu gördüm birden.
    gözlerimin etrafı süzen anlamsız gezintisi bittiğinde;
    o loş ışıklı salonda ne de güzel görünüyordu...
    ismini getiremediğim bir romanın içindendi sanki.
    ela gözlü, uzun ince narin bir yapı, bele kadar saçlar.
    tepeden tırnağa bir masumiyet, bir zerafet.
    ''bak işte o olabilir'' dedim arkadaşıma,
    ne güzel değil mi? belki yeniden kalbim atar onunla.
    güldü geçti sadece.
    gözgöze geldik sonra.
    yabancıydı bakışı...
    bir gülüş fırlattı elinin tersiyle ve önüne döndü.
    yoksa bir hayal mi derken tekrar denk geldi gözlerimiz.
    ısınmıştı bu sefer bakışları.
    biraz akdeniz, biraz baştan çıkarıcı...
    karar verdim, gidip tanışacaktım.
    buz kesmiş ellerimle omuzuna dokunup ''merhaba'' dedim yavaşça.
    döndü ve nazikçe;
    ''excuse me i dont speak turkish'' dedi...

    halbuki daha yeni uzaktakini yakınına gidemediğimden, o'nu yakınıma alamadığımdan acımıştı yüreğim.
  • ayaküstü yaşandıkları için ölümsüzlük kazanmış aşkların hikayeleri.
  • murathan mungan'ın geçmişte benzeri bir aşk talihsizliği yaşadığını düşünmemi sağlayan şiiri.
    aynı zamanda kırk oda isimli kitabında da buna benzer bir hikaye vardır: (bkz: boyacikoyde kanli bir ask cinayeti)
    nereden geldiği bilinmeyen, yolda gördüğü birine aşık olur yazar, takip edip bulup konuşur onla... evlenmek üzere olan gelinle, sonu hüsrandır. şiirle birbirlerini tamamlarlar sanki.
hesabın var mı? giriş yap