• bir nevi içten içe intikam alma duygusuyla hayalgücünün birleşmesi sonucu çocuk hissiyatının varabileceği son nokta. bir diğer tanımla da çocukluğum..

    evi alt üst etmişim, vitrin aşağı inmiş, elektrik süpürgesinin borusu kopmuş, abime top atayımm derken vazoyu kırmışım, duvarlarda resimler, parkelerde çizikler.... evet evet aynen öyle....

    ve gittiği misafirlikten ya da çarşıdan dönen anne eve girer...

    - oğlum bu evin hali ne böyle?
    - anne rasim gelmiş...
    - ya sen ne biçim bi çocuksun? iki dakika kıçının üstünde oturamaz mısın?
    - annee...
    - bıktım senden bak bakalım akşamüstü dışarı çıkabiliyor musun sen?
    - ann....
    - rezil şey seni defol odana allahım ya nasıl süpürücem ben şimdi evi, daha da yeni almıştık...
    - üühühüüüü

    odasına çekilen ben bir yandan sular seller gibi ağlar, bi yandan hıçkırık nöbetleri ile sarsılırken kafamdan çektiğim film sahne sahne akardı:

    'pencereyi açıyorum. bir kağıda 'anne seni her zaman sevdim' yazıp aşağı atlıyorum. annem çığlıklar içinde... cenazemde herkes ağlıyor. babam bitkin. 'nereye gittin oğlum' diyor. herkes perişan. herkes beni seviyor herkes beni seviyor'.

    ve hemen ardından başka bir senaryo:

    ' o kadar çok ağlıyorum ki nefessiz kalıp ölüyorum. içeri annem geliyor ve 'naptım beeeen' diye ağlıyor. işte beni üzdü sıra onda, o da üzülsün'.

    bu görüntüler eşliğinde ruhum dayanamıyor ve bağırmaya başlıyorum:

    -keşke ölseydim de sen de rahat etseydiiiiinnnn

    ehh ana yüreği işte. az önce azarlayan o değilmiş gibi ağlamama, son söylediğim lafa dayanamayıp odama giriyor, sarılıyoruz, hemen ölme planlarını bir dahaki sefere kadar rafa kaldırıyorum ve hayatı ve annemi seviyorum. hem de çok.

    'keşke ölseydim de siz de benden kurtulurdunuz' diye bağırdı yarım saat önce 6 yaşında dünyalar tatlısı kuzenim. aklından neler geçtiğini biliyorum bebek beni kandıramazsın ahahaha:)
  • içindeki çocuğu öldürmeyen kişilerin sevgi ve ilgiye en muhtaç oldukları zamanlarda da yaptıkları şeydir. en güzeli sevgili tarafından terk edildikten sonra kişinin kendi ölümünü düşünmesidir..
  • yaş ilerledikçe format değiştirip "fırçayı yiyen ergenin üniversiteyi kazanıp gittikten sonra bir daha geri dönmemeyi düşünmesi" şeklini alır.
  • çocuğun azarlanma akabinde bir bardak suya sinek ilacı sıkıp içerek intihar etmeye çalışması; ama kokusundan midesi bulandığı için vazgeçmesi ile sonuçlanan düşüncedir.

    (bkz: çocukken yapılan salaklıklar)
    (bkz: en gerzek intihar yöntemleri)
  • çocuk aklına nereden ve nasıl girdiğinin açıklamasını yapamadığım ama bende de vaktiyle sık görülen çocuksal durum. (azarlanan bir çocuk da olmadım üstelik, gayetten de şımarıktım her zaman.)

    çocuk olunca, sanıyorum ki ölüm "hareketsiz şekilde yatıp kalmaktan" ibaret bir şey sanılıyor; ben ne sandığımı hatırlamıyorum ama öööyle yatıp "aha buyur öldüm ben" dediklerim aklımda.

    anneden babadan - ve tabii abladan ayar yenince "ühühü öleyim de kurtulun benden ühühühü" demek ya da en renkli pijama ile en sevdiğimiz bluzumuzu bir sepete falan koyup "ühühü gideyim de kurtulun benden ühühühü" triplerine girmek bir çocukluk geleneğidir.

    ama gün gelir, anneannenizin kızı ve annenizin ablası vefat eder o çocukluk günlerinin ortasında. siz "teyzem gitmiş, e peki." kıvamında takılıp kendinize oyunlar uyduruverirken, herkes ağlamaktadır. akıllarda gergin mizacıyla yer eden bir evladın ve ablanın ölümü, kimseyi memnun etmemiştir anlaşılan... ağlayan sadece onlar da değildir üstelik; ortalık kolay toparlanamayacak şekilde darmadağın olmuştur...

    böylelikte, ölümle tanışılmış olur. "hareketsiz yatıp kalmaktan" ibaret olduğu sanrısı, önce koskoca bir soru işaretine; yıllar sonraki anneanne, dede, teyze, arkadaş... vefatları üzerine ise shift+delete edilmiş manasız bir hissiyat parçasına dönüşür.

    ve artık ölüm, düşünülmez olur.
    en azından hala ağlayacak olan birileri varken.
  • "hüzünler katılaşıyor hilmi bey
    geceler katı ve parlak
    - ansızın yere düşen
    laciverdî bir kestane sesi-
    acılar da acılaşıyor gittikçe
    sanki
    bir azarlanmayla ölümünü düşünen çocuklar gibi"

    edip cansever, bezik oynayan kadınlar
  • sadece azarlanan değil, dövülen, itilip kakılan, terkedilen çocuklar da ölümlerini düşünürler.
    bazen "benden sonra ne kadar pişman olacak ve acı çekecekler!" diye düşünürler ölümlerini.
    bazen "artık canım acımayacak.." diye düşünürler.
    her koşulda ölümünü düşünen çocuk en acıklı sahnedir hayatta. yaşamayı sevmemesi için henüz vakti olması gerekenlerdir çocuklar. ergenliğe girdiklerinde anlamaya başlamaları gerekir hayatı. o zaman ümitsizlik içinde kendilerine sunulan herşeyin yanlış olduğunu görmeliler.
    çocukken ölümünü düşünen biri, eninde sonunda kurtulacaktır kendisinden.

    çocuğun gözünde tanrı'dır ailesi. tanrı cezalandırır onu her seferinde. her dayağı haketmiştir, her hakareti.
    hayatı boyunca canı acıdığında hep kendisinden çıkarır acısını. tırnaklarını kopartır, dudaklarını ısırır, çizgilere basmaz, eğri tabloları düzeltir, elleri titrer, üzüldüğünde kusar, acı çeker.
    azarlanan çocuğun ölümünü düşünmesi, o anda ailesini cezalandırmak için gibi görünse de, yok olmayı göze alacak kadar kırıldığını gösterir aslında.
  • kimilerine göre, bir insanın bir insandan alacağı en büyük intikam; ölümün yarattığı yoklukla onu başbaşa bırakmaktır. çocukken, ölümü tam bilmediğimiz zamanlarda bile ölenlerin; yarattığı boşlukla ne kadar acı verdiklerini biliriz. onların kötü çizgileri silinir, hep bambaşka gözlerle bahsedilir ölenden. bir çocuk da azarlandığı zaman önce inkar eder ve sonra ağlamaya başlar. hak etmediğini düşünür çoğu zaman.
    kendini tam ifade edemediğinden, güçsüz kaldığından kendini yok ederek intikam almak ister. o ölünce; karşısındaki hep vicdan azabı duyacak ama acı çekmekten baska hiçbirşey yapamayacaktır. sonra çocuk bu süreci göremeyeceğini düşünür ve anlamsız bularak vazgeçer.
    eğer çocuğun canı çok yandı ise; önce canı yanan yere bakar, sonra yakana. ve yüzünü, onu en çok sevene döner. sonra ona bakarak ağlar. bu kişi genelde annedir. istediği tepkiyi alamaz ise; ölümü düşünür.
    bir de şöyle bir gerçek vardır; ölümle tehdit edilmiş bir çocuk ölümü daha çok düşünür. sürekli karşısında bak ben ölürsem şöyle böyle olur diyen bir anne ve baba modeli onu da çok etkiler.
    bu çocuklar elbette kendilerini öldürmeden, daha başka ceza yollarıyla ergenliğe ordan da yetişkinlik dönemine geçerler. oysa intihar girişimi başarısızlıkla sonuçlandığında, tekrarlanma oranı çok yüksektir.

    bunca başarısız ilişkilerimiz, gitmelerimiz, gidemeyişlerimiz, affettiklerimiz ya da asla bağışlayamadıklarımız yani kendimize yaşattıklarımız tümü hep geç kalmış bir intiharın tortusu mudur? hayata "bak çekip giderim ama" demeyi düşünmek, sonra da hayatın bunu zerre umursamayacagını bildiğimizden yerimizde kalıyor olmanın intikamı mı? ...
hesabın var mı? giriş yap