• birileri düğmeye bastı ya da pirincin içindeki beyaz taşlar dişimizi kırmayı kafaya koydular.

    hem link verip, hem copy-paste yapayım, hep birlikte ahmet altan'ın niyeti ne çözelim.

    sadece kitaplardan değil ama tarihi yaşayanlardan öğrendiğim şudur, bizzat aktarılanlardır, kolay bir zafer değildi kurtuluş savaşı ve düşman gerçekti. tarih kitaplarında dayatmalar ve yalanlar olabilir ama hikayeleri, türküleri, kahramanları siyasi iktidarlar yaratmaz, yaratamazlar. buna güçleri yetmez. benim anneannemin annesine zorla hiç bir şeyi söyletemezdiniz, o yaşadığını, gördüğünü anlatırdı. kurtuluş savaşını savunmak zorunda kalmak ne acı bugün hem de kime karşı. (atatürk öldüğü gün başlayan karşı devrime ilişkin şurada da bir yorumum var. bkz: #12238017)

    en çok şu kısma takıldım:
    "koskoca osmanlı’yı kaybedip anadolu’yu kurtarmak da, türkiye’yi, kaybedip marmara’yı kurtarmak gibiydi.

    mustafa kemal yönetimi, halkın moralini ayakta tutabilmek için iki şeyi birden yapmak zorundaydı.

    birincisi, kaybettiklerimizi unutturup, kazandıklarımızı abartmak…

    ikincisi, bizi yenip neredeyse bütün topraklarımızı alan “düşmanları” aslında bizim yendiğimize ve herkesin bize “düşman” olduğu bir dönemde bu “başarıyı” elde ettiğimize insanları inandırmak. "

    http://www.gazetem.net/aaltanyazi.asp?yaziid=322

    biz artık o ulus değiliz…
    birinci dünya savaşı’nın sonunda biz koca bir imparatorluğu kaybettik.

    elimizde, urfa, antep civarında fransızların, istanbul’da ingilizlerin, ege bölgesinde de yunanlıların bulunduğu bir anadolu kaldı.

    istiklal savaşı’nda bu güçleri püskürtüp anadolu’yu bir bütün olarak geri aldık.

    anadolu’yu almak çok önemliydi elbette ama önemli ölçüde toprak kaybettiğimiz de bir gerçekti.

    bugünkü durumla kıyaslayarak anlatırsak sanırım durum daha berrak anlaşılır.

    bir savaşta bütün türkiye’yi kaybettikten sonra marmara bölgesi’nin bazı kısımlarında bulunan düşmanı püskürterek marmara’yı kurtardığımızı düşünün.

    marmara’yı kurtarmak hiçbir şeyi kurtarmamaktan daha iyidir elbette.

    ama bu, bütün türkiye’yi kaybettiğiniz gerçeğini değiştirmez.

    koskoca osmanlı’yı kaybedip anadolu’yu kurtarmak da, türkiye’yi, kaybedip marmara’yı kurtarmak gibiydi.

    mustafa kemal yönetimi, halkın moralini ayakta tutabilmek için iki şeyi birden yapmak zorundaydı.

    birincisi, kaybettiklerimizi unutturup, kazandıklarımızı abartmak…

    ikincisi, bizi yenip neredeyse bütün topraklarımızı alan “düşmanları” aslında bizim yendiğimize ve herkesin bize “düşman” olduğu bir dönemde bu “başarıyı” elde ettiğimize insanları inandırmak.

    bunu yaptılar.

    ama bu o kadar kolay yapılabilecek bir şey değildi.

    halkın bütün hafızasını boşaltıp o hafızayı yeniden oluşturmak gerekiyordu.

    bunun için de “eğitimi” kullandılar.

    tarih kitapları, bu amaca uygun biçimde yazıldı.

    kahramanlığımız, cesaretimiz, zaferimiz vurgulandı, “düşmanlar”ın kötülüğünün altı fazla abartılı çizildi.

    neticede, yeryüzünün “en kahraman ırkı” olduğuna inanan ve neredeyse bütün dünyayı, özellikle de rumlarla ermenileri kendisine düşman gören kuşaklar yetiştirildi.

    bu, öylesine koyu ve kaba bir şekilde yapıldı, çocukların beyni öylesine yıkandı ki, bu ülkenin “hukukçu” bir cumhurbaşkanı, “gayrimüslim vatandaşlarımıza” açıkça “yabancı” diyen yasalar imzaladı.

    yıllar boyu süren bu “propagandist” tarih eğitimi sonucunda türk ve müslüman olmayan herkesi düşman sanan insan kalabalıkları türedi ülkede.

    şimdi bunlar rahatça kışkırtılabiliyorlar ve gidip gidip “yabancıları” öldürüyorlar.

    cumhuriyetin ilk yıllarında böyle bir eğitim belki anlaşılabilir bir şeydi.

    yenilginin kalıntıları temizlenmeye çalışılıyor, güvenini kaybeden bir topluma güven verilmeye uğraşılıyordu.

    ama artık çok zaman geçti.

    dünya değişti, biz değiştik.

    arada bir dünya savaşı daha yaşandı.

    o savaşta dövüşenler bile birbiriyle barıştı, birbirlerinden kuşkulanmaktan vazgeçti, sınırlarını birbirine açtı.

    biz hâlâ ilk savaşın etkisi altındayız.

    hala bütün dünyaya, hatta kendi vatandaşlarımıza şüpheyle bakıyoruz.

    bu, bizi “hastalıklı” bir toplum yapıyor.

    herkesin bize düşman olduğuna inanmak, hep yenilmekten, hep parçalanmaktan, hep toprak kaybetmekten korkmak, rahatça çözebileceğimiz sorunlar karşısında bile bize soğukkanlılığımızı kaybettiriyor, sağlıklı kararlar vermemizi zorlaştırıyor.

    gençlerimizin dengesini bozuyor.

    mahalleler dolusu “katil adaylarımız” oluyor.

    “yabancılara” rahatça saldırıyorlar.

    bunu değiştirmenin zamanı geldi sanırım.

    tarihi, propaganda amacıyla kullanmak yerine, gerçekleri anlamamıza yardım eden bir bilime dönüştürmeliyiz yeniden.

    çocukları bu korkunç “beyin yıkama” ve “düşmanlaştırma” seanslarından kurtarmalıyız.

    düşünsenize, bugünkü eğitimden geçmiş olan “hukukçular” bile devleti adaletten daha önemli zannediyorlar.

    en parlak kadrolarımızın çoğunluğu ya başka bir ülkede ya da “yabancı dilde eğitim yapan” bir okulda okumuş oluyorlar.

    tabulardan kurtulabilmek, daha esnek ve yaratıcı olabilmek, daha derinliğine düşünebilmek için mutlaka “yabancıların” bir yerinden değdiği eğitimlerden geçmemiz gerekiyor.

    sadece bu gerçek bile, durumu bir daha değerlendirmemiz için yeterli değil mi?

    ben, son zamanlarda pıtrak gibi çoğalan “katil genç” tipini yeniden normale çevirebilmenin en önemli yollarından birinin eğitimdeki tuhaflığı düzeltmek olduğuna inanıyorum doğrusu.

    bugünkü tarih eğitimi “katil ve manyak” yetiştirmeye çok müsait çünkü.

    bütün dünyanın “kendisine düşman olduğuna” inanan birinden sağlıklı bir insan çıkartamazsınız öyle kolayca.

    savaş şartlarında düzenlenmiş bir eğitimle yoluna devam eden bir ulus kendini hep savaşta zanneder.

    birinin, bu çocuklara “savaş bitti” demesi gerekiyor.

    yoksa, savaşın bittiğini bilmediği için ormanlarda saklanmayı sürdüren japon askerleri gibi olacağız.

    ormandan çıktığımızda da gördüğümüz ilk “yabancıyı” öldüreceğiz.

    taraf gazetesi, 22 aralık cumartesi

    25 aralık 2007, salı

    edit: (bkz: #12299204)
  • bu ülkenin sözde aydınlarının nasıl da ülkelerinin sömürge olması için can attığını gösteren üzücü yazı.

    gerçekten sömürge olan ülkelerin aydınlarının bile, "tabulardan kurtulabilmek, daha esnek ve yaratıcı olabilmek, daha derinliğine düşünebilmek için mutlaka “yabancıların” bir yerinden değdiği eğitimlerden geçmemiz gerekiyor." böyle bir cümle kuracaklarına inanmıyorum.

    bir de tanım, kurtuluş savaşı'nın önemsiz gösterilmeye çalışıldığı yazıdır.

    ek: yahu duraklama, gerileme ve çöküş dönemindeki osmanlı ve bu dönemin bütün padişahları sütten çıkmış ak kaşık da... ümmetten millet yaratmış, yıkılan bir imparatorluğun küllerinden yepyeni ve modern bir ülke yaratmış, koca mustafa kemal atatürk ve silah arkadaşları mı kötü, bir yaranamadılar şu ikinci cumhuriyetçilere.

    bu yazıyı yazan şahsın, osmanlı'nın yıkıldığı dönemde manda ve himaye yanlısı, padişah sevdalısı ve anadolu karşıtı olan istanbul aydınlarından bir farkı yoktur gözümde.

    ek2: osmanlı'nın kendi kendine kaybettiği bütün toprakları unutup, birinci dünya savaşı sonrasında düştüğümüz durumu ve kurtuluş savaşının kazanımlarını sorgulamak ve bunu küçümser tarzda yapmak ayıptır.

    birinci dünya savaşında çanakkale'de mustafa kemal ve o'nun müthiş dehası olmasa, itilaf devletleri çarlık rusyasına büyük yardımlar ulaştıracak, çarlık rusyası yıkılmayacak ekim devrimi yapılamayacak sscb kurulamayacaktı. dolayısı ile çarlık rusyası doğu cephesine güçlü ordusu ile saldıracak ve rus imparatorluğu ülkenin doğusunu bir daha bırakmamak üzere işgal edip daha da içlere kadar ilerleyecekti.

    ama mustafa kemal çanakkale'de, rus imparatorluğuna yardım götürmek isteyen donanmaları durdurmakla kalmadı, karadan yürütülmeye kalkışılan güçleri de kara savaşlarında mağlüp etti.

    ardından kurtuluş savaşını örgütledi, halkları birleştirip, ümmetlere millet olma bilincini, vatanın bölünemez bir bütün olduğu ilkesini benimsetti. ve kurtuluş savaşı ile yoktan bir vatan yarattı.

    işte bütün bunları bu yazı çok basit ve önemsiz işler gibi göstermekte. ve bu başarıların abartılarak anlatıldığını söylemekte.

    elbette biz de katillere karşıyız. biz de atatürk'ümüzün yurtta sulh cihanda sulh ilkesini benimsemiş ve bu ilkeye sıkı sıkı bağlı insanlarız. biz de milletler arasında barış olsun anlaşmazlıklar bitsin kardeş kardeş yaşayalım istiyoruz. biz de yunanlı kardeşlerimizle ouzo içip sirtaki yapmak istiyoruz.

    dünyadaki bütün milletlerin tarih kitaplarında türkler'in medeniyet'e katkılarından, orhun yazıtlarından, kilim dokularından, şaman kültüründen, türk cam eserlerinden*, minyatür'den, mimari eserlerden vb. bahsedilmesini istiyoruz. türklerin geliştirdikleri üstün savaş taktiklerinden bahsedilmesini istiyoruz mesela barbar türkler deneceğine. diğer bütün milletlerin tarih kitaplarında türklere saygı gösterilmesini istiyoruz tıpkı mustafa kemal'in yunan bayrağı ayağının altına serildiğinde "bir milletin simgesini çiğnemem" demesi gibi. yabancı milletlerin ders kitaplarında türkiye haritalarının doğru gösterilmesini istiyoruz. mesela bizim şu an sahip olduğumuz sınırları göstermesini istiyoruz, birilerinin uydurduğu haritaları görmek istemiyoruz onların okul ders kitaplarında.*

    biz mesela mustafa kemal atatürk'ün bütün dünya'da ilk çevreci olarak tanınmasını istiyoruz, bir ağacın dalları kesilmesin diye koca köşkü raylarla yerinden kaydırıp ağacı kurtardığını dünyanın bilmesini istiyoruz. atatürk orman çiftliği'nin nasıl kurulduğunu bilsinler istiyoruz.*

    o yazıyı yazan sözde aydından çok daha duyarlıyız biz atatürk'ün çocukları. atatürk'ün 10 kasım 1938'de gözlerini kapadığı andan itibaren bütün eserinin sistemli şekilde yok edilmeye başlandığını da biliyoruz. atatürk'ün tarih kitapları değil bugün okutulan. atatürk'ün bu topraklar üzerinde, eğitimde, sağlıkta, adalette, eşitlikte, yaşamda, kültürde kısaca her alanda yapmak istediği değişikliklerin hiç biri yapılmadığı gibi yapmaya başladıkları da yok edilmiştir.

    "en parlak kadrolarımızın çoğunluğu ya başka bir ülkede ya da “yabancı dilde eğitim yapan” bir okulda okumuş oluyorlar." denmiş yazıda parlak mı bilmem ama ülkesine en yabancı kişiler de bunlardan çıkıyor evet.

    ve bu yazıyı yazan sözde aydın bilmez, belki işine gelmez ama atatürk der ki, "türkiye cumhuriyeti'ni kuran, türkiye halkına, türk milleti denir." ırk, din, dil, etnik köken gözetmeksizin bu ülkeyi kuran herkes birdir. eşittir. ve birlikte barış ve kardeşlik içinde yaşama hakkına sahiptir.

    şu an eğitim sistemi ile ilgili bir eleştiri yapılacaksa bu eleştiri cumhuriyeti kuran kadroya değil, onların ardından ülkeyi yönetmiş olan kişilere yapılmalıdır. cumhuriyeti kuran kadro'nun kuralları ve eğitim sistemi 1938'den itibaren sistemli olarak ortadan kaldırıldı zaten...
  • wilson ilkeleri'nin ne anlama geldiğini çözememiş okuyucu kitlesince okunduğu anlaşılan yazıdır.

    kurtuluş savaşını küçümsemeyen yazıdır. tam tersi ne zorluklarla yapıldığını yazısının en başında teslim eden yazarın elinden çıkmıştır. bununla birlikte kurtuluş savaşının sadece yunan ordusuna karşı yapıldığını bilen, ingilizler istanbul işgalinin 6 ekim 1923 te sona erişini "sakarya meydan muharebesindeki başarıdan ürken ingilizlerin işgali sonlandırması" olarak açıklayan ders kitaplarının varlığını bilen yazarın elinden çıkan yazıdır.

    güneydoğudaki fransız işgalinin karşı, antalya'daki italyan işgalinin, kuva i milliye çete saldırılarıyla sonuçlanmadığını bilen bir yazıdır. itiraz etmeden önce cevaplanması gereken soru "neden ingiliz ve fransızlar galip geldikleri savaşın ardından başlattıkları işgali apar topar sonlandırmış da yunanistan devam etmiştir?" olabilir. cevabı belki woodrow wilson'un itilaf devletlerine yaptığı baskıdadır. belki fourteen points diye geçen ilkelerin onikincisinde saklıdır: "the turkish portion of the present ottoman empire should be assured a secure sovereignty, but the other nationalities which are now under turkish rule should be assured an undoubted security of life and an absolutely unmolested opportunity of autonomous development, and the dardanelles should be permanently opened as a free passage to the ships and commerce of all nations under international guarantees."

    ne kadar ders kitabı haricinde bilgilenmeyenlerden tepki alırsa, o kadar haklı çıkan yazıdır.
  • anafikri, kurtuluş savaşının nasıl kazanıldığı olmayan bir yazıdır. "o ulus değiliz" derken de artık bir savaş içinde bulunan bir ulus değiliz, biraz sakin olup düşünelim ve bizim gibi olmayandan korkmayı ona düşman olmayı bırakalım diyor.
  • gerçekleri apaçık şekilde tahrif eden, altan biraderlerin kemalist cumhuriyete karşı nasıl bir hırs içinde olduklarını, kan davası güttüklerini açığa vuran palavralar bütünü bir yazı.
  • kesinlikle doğru olan önermedir.
    ahmet altan artık o ulus değildir.
    değildir de... artık nedir kendisi onu da merak ediyorum bir yandan.
  • ters açı: yazının başlığının ahmet altan 'ın değil yılmaz özdil'in mürekkebinden izler taşıdığını varsayınca bir çok okurun/okuyucunun kafasını anlamlı bir şekilde yukarı aşağı simetrik açılarla sallayarak , içinden "evet, bu ülkeyi ne hale getirdiler. cumhuriyet'in tüm değerlerini yitiriyoruz" diyeceğini şöyle bir belli belirsiz düşündüm ve kendime hak verdim.
    yani artık cümlelerin içerdiği anlamlardan çok faliine bakarak karar verir halde olduğumuzu ispatlar bir ifade daha. fiilden çok failin kim olduğu önemli. şimdi bunun kâh iletişim teorilerinde kâh psikoloji ilminde yeri vardır. okutmayın bana külliyatı. bilen biri deyiversin sessizce. cehaletimi kabulüm takdire şayan olsun.
  • ulus çarşı esnafının isyan sesleri.
  • atatürkçü düşünce derneği tarafından taşlarla sopalarla kovalanmış yazarın, ülkenin emperyalist güçlerden uzak tam bağımsızlığını savunan aydınlık(!) gençlerinin tam da yazısında belirttiği japon askerleri misali kendisine saldırmalarına yol açmış eleştiri yazılarından bir tanesi. tabii türkiye'de türkleri eleştirmenin vatan hainliği sayılması faktörü, pek hesaba katılmamış bu yazıda..
  • ahmet altan'ın ne dediği anlaşılmaya çalışılmadan, vatanı satmakla, sömürge olmak istemekle falan suçlandığı yazı. yazıya gelen tepkilerin aşırılığı ahmet altan'ın aslında bazı şeyleri doğru söylediğini gösteriyor.

    kurtuluş savaşının eğitim sistemi içerisinde efsanevi bir şekilde anlatılarak ulusal bir kahramanlık öyküleri oluşturulması gibi süreçleri sadece osmanlı'nın çok toprak kaybetmesi yüzünden kendine güveni kalmayan bir milleti yeni kurulacak düzene ikna aracı olarak göstermesi biraz basit bir yaklaşım. osmanlı toprak kaybetmeseydi de tarih kimlik oluşturmak amacıyla kullanılacaktı bir şekilde.

    tabii ki kurtuluş savaşının büyük bir yalan olduğunu falan söylemiyor ahmet altan da. mühim olan kurtuluş savaşında yaşanılanların daha sonra ne şekilde kullanıldığı. "yunanlılarla savaştık, artık savaşmamak için birbirimizi anlamalı ve saygı göstermeliyiz, barış içinde yaşamak için hep iletişim içinde olmalıyız" mi yazıyor tarih kitaplarımızda? yoksa "bizi kestiler yakıp yıktılar, zalimlikler yaptılar bunları unutmayın, kininizi koruyun, her an yine gelebilirler, aramıza gizlice girebilirler, hristiyanlaştırabilirler bizi dikkat edin" olarak mı kullanılıyor? yani savaş yıllarındaki acılar, ölümler, göçler, kahramanlıklar falan daha barışçı, birbirine saygılı bir toplum oluşturmak için de kullanılabilirdi, ama öyle kullanılmıyor pek.

    tarih eğitimimizde tarihi gerçekliği sorgulanabilir bir çok kahramanlık öyküsü var, bunu biliyoruz. bugün hala gazetelerde boy boy vahdettin'in hain mi olduğu falan tartışılıyor tarihçilerce.

    tarih eğitimimizin tamamen tarafsız ve doğru olduğunu mu iddia ediyor acaba bu kadar kızanlar ahmet altan'a?

    dürüstçe ilk ve orta öğretim düzeyinde verilen tarih derslerinin tamamen doğru ve tarafsız olduğunu iddia eden varsa, muhtemelen bu düzeyin üzerinde bir tarih eğitimi almamıştır, bu bakımdan kendi içinde haklıdır. bu problem bir çok ülkede var. bugün romanya'da, ilk-orta tarih kitaplarının türklere karşı kazanılan sayısız savaşları ve kahramanlıkları anlatması gibi (her nasılsa yüzyıllarca osmanlı altında yaşamışlar), bize komik gelen fakat onlar için sorgulanması (aynı ahmet altan örneğindeki gibi) ihanet, satılmışlık naralarına sebep veren abartılarla dolu tarih kitapları olan bir çok ülke var. bizi ülkemiz de bunu yapıyor ve bu doğru değil.

    tüm bunların dışında, tarihe ve bugüne olan bakışımızın, aşırı miliyetçilik, yabancı düşmanlığı, kendine güven eksikliği, iç düşmanlar paranoyaları, sürekli birilerini yokedilmesi gereken tehditler olarak algılamak ve fırsat buldukça yok etmek, eğitim sistemindeki yanlışlar, özellikle tarih eğitiminin yanlılığı ve çarpıklığı gibi gerçek sorunlara yolaçtığını göstermesi açısından faydalı yazı.
hesabın var mı? giriş yap