• "kurbağalara bakmaktan geliyorum, dedi yakup / bunu kendine üç kere söyledi / onlar ki kalabalıktılar, kurbağalar / o kadar çoktular ki, doğrusu ben şaşırdım /
    ben, yani yakup, her türlü çağrılmanın olağan şekli / daha hiç çağrılmadım / biri olsun "yakup!" diye seslenmedi hiç / yakup!..."

    edip cansever.
  • yakup, edip canseverin gittigi meyhanedeki meyhanecidir ve birgun canseverin dizelerinde ve bizlerin gonullerinde cagrilmistir.

    ben, yani yakup
    kurbağalara bakmaktan geliyorum işte
    açgözlü, mor kurbağalara
    akşama doğru bir dilim ekmek yiyeceğim belki
    bir bardak da süt içeceğim. sonra
    bir güzel uyumak istiyorum, bütün gün çok yoruldum
    ben
    gözlükten, taş hamurdan ve çarşaflardan
    ve biraz hiç çağrılmamaktan yapılmış yakup
    uyumak istiyorum.

    ve sabah bunları bir bir kendime anlatacağım
    yakubun gene bir yokluğa doğru büyüyen içinde.

    edip cansever.
  • "cagrilmayan yakup", ki$inin bizzat kendisine 3 uncu $ahis olma halidir de...

    ayrica bkz: kamu'nun (camus) yabanci'si...
  • -rehaiku 21-

    ------------------ edipe...

    ben, yani yakup,
    yakup mu dedim?
    hayir, reha.

    bazen kari$tiriyorum.

    reha yunluel/$iirhane
  • şiirin tamamını copy paste* edersek;

    "...
    i

    kurbağalara bakmaktan geliyorum, dedi yakup
    bunu kendine üç kere söyledi
    onlar ki kalabalıktılar, kurbağalar
    o kadar çoktular ki, doğrusu ben şaşırdım
    ben, yani yakup, her türlü çağrılmanın olağan şekli
    daha hiç çağrılmadım
    biri olsun "yakup!" diye seslenmedi hiç
    yakup!
    diye seslenmedi ki, dönüp arkama bakayım
    ve içimden durgun ve çürük bir suyu düşüreyim
    ceplerimdeki eskimiş kağıt parçalarını atayım
    sonra bir güzel yıkanayım da...
    ben size demedim mi...

    evet, kurbağalara bakmaktan geliyorum
    sanki böyle niye ben oradan geliyorum
    telaslı, aç gözlü kurbağalara
    bakmaktan
    bilmiyorum
    bilmiyorum, bilmiyorum
    ben, yani yusuf, yusuf mu dedim? hayır, yakup
    bazen karıştırıyorum...

    bazen karıştırıyorum ya, çok uzun bir gündü
    sonra bu çok uzun günün sıcak bir günü
    kediler kırmızı alevler halinde koşuyordu
    onlar işte hep boyuna koşuyordu
    birileri çıkıyordu ordan burdan

    hiç çıkmamak halinde ve olgun
    birileri çıkıyordu
    geceden kalma bir lamba yanıyordu, açık
    bir pencerenin sokağa doğru içinde
    bu uyum korkunçtur yakup!
    yakubun olması korkunçluğudur bu
    dünyanın insana doğru içinde
    yakup, yakup!
    burdayım, yani ben...evet, geliyorum
    lambayı söndürmesinler, geliyorum
    siz bütün lambaları yakın, evet
    ben, yani yusuf, yusuf mu dedim? hayır, yakup
    bazen karıştırıyorum...
    ve kendine bilinmeyenler yaratan yakubum ben, iyi ya
    durduğum bir gündü, diyorum, bütün ilgiler sizin olsun
    her türlü bir şeyler sizin olsun, ben artık
    hep böyle istiyorum, ayıp degil ya
    durduğum bir gündü, diyorum, yüzümü göğe doğurduğum
    bir gündü ve yaşar gibi kaldığım bir yaşama içinde
    ve yollarda ölü baykuşlar bulduğum
    bir ölünün günü boyayan renginde
    çürük evler bulduğum, içleri sonsuz kayalar
    kayalardan dondurmalar sorduğum
    ben, yani yakup, yakubun hiç çağrılmamış şekli
    kim bilir ne diyordum

    (kim bilir ne diyordu bir baykuş yaratıldığına
    bir baykuş tarafından
    ve bütün baykuşlar o bütün baykuşların arasında ne oluyordu
    ben ne oluyordum...)

    bütün iskemleler ağır ve hastalıklı
    bir gidip bir geliyordum kendime aptallaşarak
    bunu yakup söyledi
    dedi ki, çünkü herkes yakubu yaşıyordu, bense
    çöllerden ve kızgın güneşlerden icatlar yapıyordum
    kızgın kağıtların üstüne
    ve alevler halinde dünya bana dokunuyordu
    ve ayakta soğuk bir bira içmiş kadar bir anlamım oluyordu bazen
    ölüyordu ve bir de
    bir otobüse bindiğim, biletçinin bilet bile kesmek istemediği ben
    kendimi koruyordum
    bunu bana yakup söyledi
    öyle bir yakup ki bu, onca din kitaplarının sözünü bile etmediği
    kimsenin sözünü bile etmediği bir yakup
    ben
    bunu hep biliyorum
    bunu hep biliyorum ve işte
    özgürüm, cezasız duruyorum...

    ii

    kurbağalara bakmaktan geliyorum
    dedi yakup, bunu kendine üç kere söyledi
    telaşlı, açgözlü kurbağalara
    bakmaktan geliyorum. ben sanki yusuf
    ve yusuf değil
    her gün bir tahtaboşta asılı duruyorum
    ve durmuyorum... ben işte yakup
    yok artık karıştırmıyorum...

    taş merdivenleri ağır ağır çıktım, bunu ben böyle yaptım
    eski taş merdivenleri... yanımdan bir sürü adam
    geçti ve kolayca gittiler
    müzik aletleri renginde ve pırıl pırıl gittiler
    yanan güneşin altında
    onlar ki.. onlara benzer şeyleri ben çok gördüm
    ve onlar bir zamanı tamamladılar, öyle yaptılar
    ve sordum
    yakup daha başka nasıl bir yakup olsun
    ve onlar daha başka nasıl bir onlar olsunlar ki
    yakup ve onlar nasıl olsunlar. işte ben taş merdivenleri
    kurbağalara bağlayan taş merdivenleri
    durmadan kendimle karıştırıyordum
    kimse beni tutup çıkarmıyordu
    vıcık vıcık taşlar duyuyordum ayaklarımın altında
    anlamsız, yapışkan bir yığın taşlar
    yoruldum! bunu sanki biri söyledi
    yakubun biri
    ara katta bir pencerenin önüne ancak gelebildim
    kendime bir isim düşünerek
    birden ki bir isim düşünerek kendime. hayır bu kimse değil
    ancak gelebildim

    aşağıda bir luna park kımıldıyordu. ah kurbağalara bakmam gecikecek
    luna park kımıldıyordu, hem öyle değil
    bu uyum korkunçtur yakup
    bir yokluğun kımıldamaya doğru içinde
    ve sen ki böyle tanımlanırsan yakup
    yakuup!
    bir şey ki seni çağırıyor, o şimdi ne olmalı
    gene bir yakup olmalı bu, yakup
    kurbağalara bakman gecikecek, bunu ben nasılsa söylüyorum
    nasılsa ben bunu bir kere söylüyorum
    güneşe kırmızı top taşıyan bir adamın tahta bacağını cök yakıyordu ki
    adam içinden bağırdıkça dünya
    ters yonden yaratilıyordu, diyebilirim
    bir öğle üzeriydi adamın içindeki kalp
    kan kalp
    kırmızı top
    yakıcı dönüşümler çıkaran
    belli ki susmak yaratılmamış şekliydi dünyanın
    öyle değil mi yakup
    hemen hemen öyleydi, yakup bunu söyledi
    iyi ki söyledi. ara katta bir pencerenin önüne ancak gelebildim
    şimdi bir kurtarabilsem ayaklarımı
    o benim ayaklarimı.. taşlardan
    bir kurtarabilsem
    saat on ikiyi gösteriyordu ki, ben nerdeydim
    bir zamansızliğın yakuba doğru içinde
    saat on yediyi ve yirmi biri
    gösteriyordu ki, ben nerdeydim
    her saniyedeki ve işte her saniyedeki
    ben, yani yakubun o dağılgan şekli
    nerdeydim.

    bilmem ki. bir avukat benim ellerimi tuttu. gözlüklü bir kadındı bu, iyi mi
    kim bilir bir çağın neresinden burada. anlaşılması
    yoktu ki. kendine özgü bir duruşu
    yoktu ki. pek güçlü kolları vardı yalnız
    ne diyordum, ben işte yakup
    çekiverdi beni taş hamurun içinden
    pek öyle gürültüyle değil
    bir başka yapışkanlığın içine
    çekiverdi beni
    göğüsleri pek hoştu, ipekli bir giysinin altındaydı onlar
    sonra elleri ve kalçaları pek hoştu
    kılların ve bütün oynak yerlerin ölümlere doğru içinde
    bacaklarıyla bir şeyler bir şeyler bir şeyler yapıyordu artık
    onu ben çok iyi görüyordum. ama çarşaflar, öyle bir takım kıpırdanmalar
    araya
    giriyordu
    engelliyordu bizi
    ter içindeydik. ellerimden çekiyordu. ter içindeydik
    beni kurtarmak istiyordu, bir isim gibi ben'i
    ter içindeydik
    terlerimiz üstümüzde duruyordu, yıkanmış yeni kaplar gibiydik
    üstümüzde olgun ve kararsız su tanecikleri bulunan
    biz yakup
    biz gözlükten, taş hamurdan ve beyaz çarşaflardan
    ve biraz hiç çağrılmamaktan yapılmış
    kurbağalara geldik.

    iii

    kurbağalara bakmaktan geliyorum
    dedi yakup, bunu kendine üç kere söyledi
    masalarda oturmuşlardı. ben oradan geliyorum
    yazı makineleri, kağıt sesleri
    ben oradan geliyorum.

    önce bir kenarda durdum, hiç kimse beni çağırmadı
    sonra bir yer bulup oturdum. hadi bir sigara iceyim dedim
    olmaz, dedi mubaşir kıliklı kurbağanın biri
    belli ki yeni tıraş olmuştu, bana yakasından bir kopça eksik gibi geldi
    öyleyse peki, dedim, ayağa kalktım, şöyle bir duvara dayandım
    bu kez de duvarlarda sanki duvarca bir sözdizimi
    olmaz ki, yakup!
    peki yakup ne yapsın, bu aklımdan bile geçmedi
    herkesin durduğu bir yere gittim. ben yakup
    ya onlar kimdi
    aralarına aldılar beni. artık ben hiçbir şey göremiyordum
    biri bir şeyler söylüyordu yalnız, yüksekce bir yere oturmuş
    onu ben duyuyordum
    duyuyordum, sesi başımın üstünden dünyaya yayılıyordu
    ve "yakup" sesini ancak anlıyordum. yakubun ötesinde
    birtakım sözler ediliyordu, onları ben anlamıyordum
    anlamıyordum ama, iyi sözler söylemiyorlardı benim için
    sonra bir sey daha vardı anlamadığım: yani ben neydim ki, ne yapmış
    olmalıyım
    ben, yani yakup
    dedim ki kendi kendime, insan ne söylerse söylesin
    ve ne yaparsa yapsın, öyle değil mi
    bütün bunlar bir bir kalacaktır yaşamanın içinde
    diye düşündüm ya ben
    ben, yani yakup
    butun gücümle bunu bağırdım
    ben ki bağırdım işte, bütün kurbağalar bir olup beni dışarı çıkardılar
    bir odaya aldılar beni, ellerime gözbebeklerime
    daha başka yerlerime de baktılar
    sonra bilmiyorum ki, kapıyı gösterdiler bana
    ben, yakup, beni hiç kimse çağırmadı
    sokağa çıktım, bir sürü yerlerden geçtim. şimdi
    hatırlıyorum da, bir deniz kıyısında azıcık durabildim
    yosunlar, kumlar, şeytan minareleri
    ve kumlarda katılaşmış kıvrımlar
    bağırdım, bağırdım, bağırdım
    tanrının ayak izleri!
    tanrının ayak izleri!

    iv

    kurbağalara bakmaktan geliyorum. ben yakup
    bunu yakup söyledi
    yıkanmış çamaşırlar duruyordu odamın penceresinde
    gök işte bu beyazlıktan azıcık alıp veriyordu, diyebilirim
    bir kırlangıç onu kirletmese
    ki onlar o kadar çok siyahtırlar ki, ben
    onları hiç sevmem
    ve demek ki benim odamda hiç kimseler yoktur
    odamın düşünülmesi halinde bile
    kimseler yoktur
    biri sanki çarşıya çıkmıştır sürekli bir biçimde
    ve biraz da çarşılar
    ve durmadan satılan o kırık dökükler bitmez ki
    bitmesin
    çünkü bir gün bir boy aynası satın almak istiyorum ben
    kirli ve eski
    bir at arabasının aynaya doğru büyüyen içinde
    onu ben taşıtmak istiyorum, caddelerin
    intiharlara doğru büyüyen içinde
    ben, yani yakup
    kurbağalara bakmaktan geliyorum işte
    açgözlü, mor kurbağalara
    akşama doğru bir dilim ekmek yiyeceğim belki
    bir bardak da süt içeceğim. sonra
    bir güzel uyumak istiyorum, bütün gün çok yoruldum
    ben
    gözlükten, taş hamurdan ve çarşaflardan
    ve biraz hiç çağrılmamaktan yapılmış yakup
    uyumak istiyorum.

    ve sabah bunları bir bir kendime anlatacağım
    yakubun gene bir yokluğa doğru büyüyen içinde
    ..."
  • - adın ne?
    - yakup, çağrılmayan yakup
    - neden?
    - çünkü her türlü çağrılmanın olağan şekliyim, kendime bilinmeyenler yarattığımdan, çünkü benim odamda kimseler yoktur, odamın düşünülmesi halinde bile kimseler yoktur, çünkü bir bardak süt içip yatacağım, çağrılmamaktan yorulduğumdan..

    yanidirki bir kediye verilebilecek en güzel isimdir "çağrılmayan yakup"..
  • yesil isik filminde kenan isik'in koruyucu melegi rolunu oynayan haldun dormen'in filmdeki adi..
    yonetmen edip cansever'i filmin konusu kadar anlasilmaz ve ruhani mi buluyordu neydi artik.. ama sozkonusu karaktere bu ismi yakistirirken son derece basarili bir bulus yaptigini dusundugu kesin.. kenan isik'in oynadigi karaktere de ruhi bey adini verseymis tam olacakmis.. hatta daha da ileri giderek hulya avsar da seniha olabilirdi pekala..
  • tragedyalar ve ben ruhi bey nasilimile birlikte değerlendirildiğinde yalnızlaşmanın ve yabancılaşmanın ne kadar ince işlendiği daha iyi anlaşılacağı edip cansever siiri.
  • cansever'in en üzgün kahramanlarından biridir, isminin hiçbir önemi olmayan!
  • çağrılmayan yakup, cadı ağacı, pesüs ve dökümcü niko ve arkadaşları başlıklı dört uzun parçadan oluşan 1966 tarihli edip cansever kitabı.
hesabın var mı? giriş yap