• isvicreli unlu psikiyatr, analitik psikolojinin kurucusudur..bir sure freud'un ogrencisi olsa da daha sonra kendi kisilik ve bilinc/alti kuramlarini gelistirmistir. toplumsal bilincalti ve archetype lar gibi tartismali teorileri ve kendi adiyla anilan genis bir ogretisi vardir..fikirlerini en kolay benimsedigim, saygi duydugum psikiyatr diyebilirim
  • synronicity mesela birbiriyle ilgisiz gibi görünen olayların aslında bilmediğimiz bir bütünün parçaları olduğu için eşzamanlı meydana geldiğini iddia etmiş mesela haberci rüyalarda olduğu gibi- kendi de birinci dünya savaşının çıkacağını rüyasında gördüğünü söylemiştir
    meslektaşları arasında ona deli diyenler çok olmuştur bu gibi sebeplerden
  • "there can be no transforming of darkness into light and of apathy into movement without emotion."
  • carl jung 1875 yılında, heidi gibi isviçre'nin dağlarında doğar. ama bakın size şunu baştan söyleyeyim ki, hayatı heidi'den çok farklı bir yönde gelişecektir.
    çocukluğuna baktığımızda bir sürü din adamından oluşan bir aile, ölümler, cenazeler, başarısız bir evliliğin daha da nevrotik yaptığı ebeveynler, tuhaf rüyalar ve arkadaş olarak bir tek tahta bir bebek görürüz. babasıyla beraber ailede dokuz din adamı olmasının bir getirisi olarak dinle ve klasiklerle genç yaşında tanışır jung. babasına yakın olmasına rağmen onu güçsüz, yetersiz biri olarak görmektedir, bir otorite figürü ihtiyacını gidermekten uzaktır herr jung. bilin bakalım, ilerki yıllarda bu baba figürü rolünü kim üstlenecektir jung'un hayatında (tahmin edemeyenler ve şimdiden çok merak edenler için entryinin sonuna tersten yazıyorum cevabı, ama ilerleyen satırlarda zaten her şey netlik kazanacak).
    jung'un annesi ise biraz daha otorite sahibidir, ama onun da birtakım duygulanım bozuklukları vardır, kendini kaybedip bir acayip davranmaktadır zaman zaman, ki bunun jung'da kadınlara karşı belli bir güvensizlik yarattığını, yavrucağın bunu uzun yıllar üzerinden atamadığını belirteyim. otobiyografisinde de annesi hakkında "şişman ve çekicilikten uzak" betimlemesi var ki, freud'un oedipus kompleksi fikirlerine katılmamasının temel nedeni olarak bunu gösterebilir miyiz? zannederim ki evet.
    jung ebeveynlerinden ve onların bitmez tükenmez tartışmalarından kaçınmak için saatlerini çatı katında geçirmektedir, o sırada tahtadan bir bebek yapmıştır kendine ve yalnızlığını paylaştığı, güvendiği bir o vardır. sizin anlayacağınız hakikaten çok yalnız, çok izoledir, ah. kendisinden dokuz yaz küçük kız kardeşi de deva olamamaktadır bu münferit yaşam tarzına. küçüklükten tanıdığı bir yakını ilerki yıllarda onun için "o zamanlar asosyal bir canavardı" demekte beis görmeyecektir. bu yalnızlığı jung'un teorilerinde de gözlemlemek mümkün değil midir zaten? insanın birey olarak kendini geliştirmesinin üzerinde yoğunlaşmış, kişilerarası ilişkilere pek değinmemiştir freud'un aksine.
    bu koşullar altında jung kendini gerçekler aleminden hayaller alemine transfer eder, aradığı güvenlik hissini gündüz hayallerinde, gece rüyalarında bulur, şimdi yaşasa sıkı bir frp'ci olacaktır belki. okuldan nefret etmektedir zaten, sırf hep kaçındığı başka çocuklar yüzünden değil, aynı zamanda onu hayallerinden alıkoyduğu, kendi kendine istediği şeyleri okumak dururken ilgilenmediği şeyleri okumak zorunda bırakıldığı için de. böylece yeni bir huy geliştirir minik jung: durup durup bayılmaktadır. altı ayı filan bu hastalık sayesinde okula gitmeden geçirme zevkine erer, ta ki bir gün babasının bir konuşmasında "hayatını da kazanamazsa bu çocuktan ne olacak" dediğini duyana kadar. bu sözleri işitmesinin ardından hastalığı geçiverir birden ve eskisinden daha çalışkan bir çocuk olarak geri döner okul boyutuna. jung daha sonra bu deneyiminin kendisine nevrotizmin nasıl bir şey olduğunu öğrettiğini anlatacaktır. arkadaşım, çocukluğu şöyle sağlıklı, mutlu, huzurlu geçmiş bir tane bile mi çıkmayacak bu psikanaliz tanrıları arasından?
    üniversitede tıp okur jung ve psikiyatride uzmanlaşmayı tercih eder, ki bu hocalarını hayal kırıklığına uğratır, o zamanlar hor görülen bir alandır zira psikiyatri. ama kendi hayal dünyası, doğaüstü olaylar, mistik mevzularla ilgilenme fırsatı vereceğini düşünmektedir jung psikiyatrinin kendisine.
    1907 yılında freud'la ilk tanıştıklarında jung artık alanında belli bir isim edinmiş bir psikiyatrist ve araştırmacıdır. ilişkileri mektuplaşarak başlamıştır ve de yüzyüze görüştükleri ilk gün hakkında efsanevi hikayeler anlatırlar: o kadar coşmuşlar, konuşacak o kadar çok şeyleri çıkmış ki, freud o günkü diğer bütün randevularını iptal etmiş, aralıksız on üç saat sohbet etmişler.
    evet canlar, on dokuz yaş fark vardır aralarında ve freud jung'u büyük oğlu, jung da freud'u özlemini çektiği baba figürü olarak algılamaya başlar (bkz: dünkü bulmacanın cevabı). ve hatta diyorlar ki, ilişkilerinde oedipus kompleksi'ni andıran çok şey varmış da, ben bağlayamadım pek ama.
    jung zürih'te kalır ve deli gibi mektup yazar birbirlerine ikisi. sonra beraber bir abd yolculukları olur ki, ilk fikirsel kopuşları ve freud'un jung'u teorisinin varisi olarak görmekten vazgeçmesi oraya giderken gemide olur derler (tesekkurler stratosfer). zira jung hiç de öyle körcesine itaatkar, eleştirellikten uzak değildir freud'un öğretilerine. kendi fikirlerini savunma yönünde haklı bir direnişe geçince kaçınılmaz bir şekilde ayrılırlar ikisi, sene 1913'tür.
    aynı sene içinde, ki otuz sekiz yaşındadır jung, üç yıl sürecek olan ağır bir sinir buhranı geçirmeye başlar. benim bildiğim, sizin belki bilmediğiniz üzere freud da aynı yaşlarda böyle bir nevrotik episoddan geçmiş, bundan rüyalarını analiz ederek kurtulmuştur (ki çok ehemmiyetli "rüyaların yorumu" isimli kitabı bu dönemin mahsulüdür). jung da freud'un yolundan gider; hayalleri ve rüyalarını analiz ederek bilinçaltına ulaşmaya çalışır. bunu yaptığı yılları sonra "hayatımın en önemli yılları" diye tanımlayacak ve burdan hareketle kişilik gelişiminde temel olanın -freud'un aksine- çocukluk değil, orta yaş olduğunu iddia edecektir.
    bu dönemden seksen altı yaşında ölene dek çok okumuş, çok gezmiş, çok yazmıştır jung. teorilerinde tarih, mitoloji, antropoloji ve din bilgilerini kaynaştırmış, hoşluk yapmıştır. freud'la aralarındaki ciddi bir fark olarak libido'yu tanımlamaları ve ona verdikleri önem gösterilebilir. bakın, ne kadar ilginçtir ki, freud seksten hiç haz etmemekte ve onu hayatından uzak tutmaktayken, jung gayet aktiftir, evlilik dışı ilişkilerde sınır tanımamaktadır - oysa teorilerinde bunun tersi bir tablo karşımıza çıkar.
    fikirleri hakkında da anlatacak çok şey var jung'un elbet, ama ben bugün en kabul görmüş olanlarını şöyle bir listelemekle yetineyim, arzu edenlere açarım bilahare: bir kere kelime çağrışım testi, sonra bütünüyle kompleks kavramı, toplumsal bilinçaltı, orta yaş krizi, içedönüklük-dışadönüklük, kendini gerçekleştirme kavramları... hepsi jung'un hatırasıdır bize.
    bilmiyorum, bari adamdan özlü bir söz koyarak bağlayayım entryinin sonunu: "it's a good thing we have gravity, or else when birds died they'd just stay right up there. hunters would be all confused" (yerçekiminin olması iyi bir şey, yoksa kuşlar öldüklerinde havada öyle asılı kalacaklardı, avcıların kafası karışacaktı). eheh, hayır, bu steven wright'tı doğrusu, jung filan değil. neşeli bitireyim istedim de.

    * duerf
  • pipo içmeyi seven, düzenli tertipli bir isviçreliydi.
  • semboller, myth'ler, arketipler ve kolektif bilinçaltı konularındaki fikirleriyle, farkında olmadan bugünkü iletişim bilimlerine ciddi katkılarda bulunmuş olan öngörülü büyük adam...

    "… rüyalarla ilgili bir teorim yok. nasıl ortaya çıktıklarını bilmiyorum rüyaların. ayrıca, benim onları ele alma biçimimin bilimsel bir yöntem sayılabileceğinden bile emin değilim. belirsiz ve kişinin o anki keyfine çok bağlı şeyler oldukları için, rüya yorumlarına karşı hepinizin taşıdığı önyargıları ben de paylaşıyorum.

    ama öte yandan, bir rüyayı gerçekten enine boyuna defalarca incelediğimizde, bunun büyük bir ihtimalle bizi bir yerlere götürebileceğini de düşünüyorum. tabii ki bunun bilimsel bir vargı ya da akılcı bir sonuç olması gerekmiyor, fakat bilinçaltının amacının ne olduğunu, "bilinçaltının aklından neler geçtiğini" gösterecek bir ipucuna varabileceğimizi söylüyorum…"

    - carl gustav jung -
    "the aims of psychotherapy" (1931). collected works – 16, s.86
    ...
  • jung'un senkronizasyon üzerine deyişi kendi kendine zevki sefa haliyatine dönüştürülmüştür bir bakıma (bkz: synchronization) ... birbirlerine bağımsız duyusal elementlerin birbirlerine alakalı hale gelme olanaklarının uzak olmadığı açıklanmaya çalışılır jung'ca ...
  • psikolojiye arketip gibi kavramları kazandırmış,iyi ki de yapmış ellerine,beynine sağlık diyilesi
  • işte o adam isimli harika kitapta devamlı bahsedilen adam. korkutucu biri bence.
hesabın var mı? giriş yap