• 1940'larda nazım hikmet hapiste iken (sevdalınız komunisttir, on yıldır da hapistir), yapmış olduğu nazım hikmet'e ait portrenin orjinali nazım hikmet kültür ve sanat vakfı'nda olan ressam.
  • tam adı celile hikmet uguraldım
  • ilk türk kadın ressamların önde gelenlerinden biri, güzel bir kadın olan celile hanımın kendi tanımı:
    ‘‘nazım hikmet'in annesi ressam celile’’
  • enver paşanın kızı imiş. m. kemal'e oğlu nazım hikmet için af dilerken, kendini enver paşa kızı celile diye tanıtıyor mektubunda.

    edit: hasan enver paşa'nın kızı imiş. meşhur enver paşanın değil.
  • eski dönem kadınlar içerisinde gerçekten güzel kadın diyebileceğimiz bir güzelliği vardır. ama asıl önemlisi çok önemli bir figür olmasıdır. küçük yaşlarda fransızca, piyano ve resim dersleri aldı. hatta resim konusunda o kadar ileri derecede yetenek gösterdi ki önde gelen kadın ressamlarımız arasında yer aldı. hatta saray ressamı zonaro nun öğrenciliğini de yaptı. paris, roma ve berlin de eğiitim gördü. zaten aile yapısı ile çok renkli bir kişiliğe de sahipti. yahya kemal ile ilk görüşte aşkı yaşadı. hatta ünlü şair "kirpikleri süzgün o ihanet dolu gözler rikkatle bakarken bile bir fırsatı özler" mısralarını celile hanım için yazmıştı.
  • aysel hacır ın yazdığı, minval yayınları ndan çıkan, nazım hikmet'in annesinin yahya kemal ile yaşadığı aşkı konu edinen kitap.

    buyurun, celile hanım

    --- spoiler ---

    muallimim olarak girdiğiniz bu eve babam olarak giremeyeceksiniz! -nazım hikmet ran

    --- spoiler ---
  • celile hanım, nazım hikmet'in yaşamındaki ilk önemli kadın olup annesidir. soyu osmanlı yönetici sınıfından, leh ve polonya asıllı paşalara dayanır. şair oktay rıfat'ın da teyzesidir.

    celile hanım genç yaşında osmanlı memuriyetinde bulunan nazım paşa'nın oğlu hikmet bey ile selanik'te görev yaparken evlendirilir. bu evlilikten 15 ocak 1902'de nazım hikmet dünyaya gelir. celile hanım, peçe takmayan, resim yapan, sosyal yaşamın içinde yer alan, özgür ruhlu bir kadındır. osmanlı'daki ilk türk kadın ressamlardandır.

    celile hanım'ın 1916-1919 yılları arasında şair yahya kemal beyatlı ile yaşadığı bir ilişki, o dönem istanbul sosyetesinin bildiği ve skandal olarak nitelenendir. yahya kemal, nazım'ın deniz harp okulunda hocasıdır. aynı zamanda da nazım'a edebiyat dersleri verip şiirlerini düzeltip yayınlanmasını da sağlayan kişidir. nazım ise tüm istanbul'un konuştuğu, annesi ile yahya kemal ilişkisinden çok rahatsızdır. bir gün gizlice, yahya kemal'in paltosunun cebine, "hocam olarak girdiğin bu evden babam olarak ayrılmana izin vermeyeceğim" diye bir not bırakır.

    celile, yahya kemal'in yaşamında bilinen ilk ve tek aşktır. devrinin ünlü şairi olan yahya kemal, celile'ye şiirler yazar. kıskançlık krizlerine girer. hatta bir kez de bu yüzden intihar girişiminde bulunduğu ifade edilir. celile eşinden boşanmaya hazırdır. ancak yahya kemal, bohem yaşamını bırakıp bu evliliğe cesaret edemez. edemez ama celile için, tutkulu aşk şiirlerini de yazmayı bırakmaz. celile ve hikmet bey evliliği 1919 yılında biter. celile hanım istanbul'u terk eder. paris'e yerleşir. paris'te resim yapmaya devam eder. daha sonra türkiye'ye döner. ibrahim bey adında bir kaymakamla kısa süren bir evlilik yapar. soyadı kanunu sonrasında da "uğuraldım" soyadını alır.

    oğlu nazım’ın hapis cezasına çarptırılması nedeniyle oğlunun serbest bırakılması için, galata köprüsü üzerinde pankartlı bir eylem yapar. cumhurbaşkanı mustafa kemal'e, adalet isteyen mektuplar yazar. bir annenin evladı için yapabileceği her şeyi yapar. nazım, hapis yaşamının 12. yılına girince, 1950 yılında bir açlık grevine başlar. oğluyla dayanışma ve bu açlık grevine destek vermek için celile hanım'da açlık grevine başlar.

    celile hanım, son yıllarında görme yetisini ve 1956 yılında da ankara'da yaşamını yitirir.
  • celile hikmet resimleri ile olduğu kadar güzelliği ile de tüm istanbul’un diline destan bir kadındı. istanbul sosyetesinin en çok konuşulan kadınları arasındaydı. nazım hikmet'in annesi idi. 1900 yılında osmanlı’nın meşhur valilerinden nazım paşa’nın oğlu hikmet bey ile evlendi. türk şiirinin dünya çapındaki en önemli ismi olan nazım hikmet de bu beraberlikten doğacaktı. 1916’ya gelindiğinde celile hanım‘la eşi hikmet bey arasında şiddetli bir geçimsizlik başladı. o günlerde yahya kemal beyatlı, bahriye’de okuyan genç nazım hikmet’in şiir hocası olarak eve gelip gitmeye başlamıştı. nazım hikmet’in annesi celile hanım’la, yahya kemal arasında başlayan aşk kısa bir süre sonra celile hanım’ın anlaşamadığı eşinden boşanmasıyla sonuçlandı. nazım hikmet, necip fazıl kısakürek ve hatta celile’nin yeğeni oktay rıfat’ın, yani türk şiir dünyasının birçok ustasının bir tarafından dahil oldukları bir aşktı bu.
    heybeliada’da okuyan nazım, hafta sonları okuldan çıkar annesinin yanına gelirdi. yahya kemal o günlerde genç birer bahriyeli olan nazım hikmet ve necip fazıl’ın bulunduğu öğrenci grubuna şiir dersleri verirdi. yahya kemal hafta sonları nazım hikmet’e türkçe şiir dersleri verirken, istanbul’un en güzel kadınlarından olan, ressam celile hanım’la yakınlaştı. nazım’a verdiği derslerden arta kalan zamanlarda celile hanım ile yahya kemal sanat ve edebiyatla başlayan uzun sohbetlere başlamışlardı. bir süre sonra bu ilişkinin kokusu nazım’ın ve necip fazıl’ın öğrencisi olduğu bahriye mektebi’nde duyuldu. dedikoduların ayyuka çıkması üzerine yahya kemal bir süre okula gelmedi. geldiğinde ise karşısına öğrencisi necip fazıl çıkacaktı. hocası olan yahya kemal’e şöyle dedi: “hocam, kibrit suyu içerek intihara kalkıştığınızı duyduk. sınıfın bu durumdan duyduğu derin üzüntüyü size söylemek isterim.” hocasına yönelik bu alaycı, ironik, dalga geçen tutum bir deniz harp okulu öğrencisi bahriyeli için kabul edilmez bir davranıştı. necip fazıl “bu aşk ilişkisini alaycı bir şekilde ima eden” sözleri nedeniyle “kodes” adı verilen tahta dolabın içinde cezaya gönderildi. tüm bu olanlar fransızca’yı ana dili gibi konuşan, piyano çalan, natürmort resimler yapan dünyalar güzeli, sanatçı genç kadın celile ile yahya kemal’in aşkından bir şey kaybettirmiyordu. tabii bu aşkı nazım hikmet de fark etmişti. bir gün yahya kemal’in siyah pardösüsünün cebine bir not bıraktı. kağıtta yahya kemal’e hitaben şöyle yazıyordu: “hocam olarak girdiğiniz bu eve babam olarak giremezsiniz.” bu not üzerine ünlü şair, tedirgin oldu. bir süre celile hanım’ın evine gelmedi. genç nazım’la karşılaşmaktan çekindi. celile hanım ise yahya kemal yüzünden kocasından boşanmış, bütün istanbul’un kulaktan kulağa dedikodusunu yaptığı bir aşka “evet” demişti. artık evlenmek istiyordu. yahya kemal bir taraftan kadını deliler gibi kıskanıyor, diğer yandan bu eviliğe yanaşmıyordu. aşkını dile getirdiği olay inanılmazdı:
    “1916 yılından 1919 yılına kadar bir kadına deli gibi aşık oldum. bu kadın yazın adada otururdu. ben de orada idim. deli divane olmuştum. sonbaharda nişantaşı’ndaki evini düzenlemek için istanbul’a inerdi. 1916 sonbaharında yine istanbul’a iniyordu. ben müthiş muzdariptim. artık vapur giderken iskeleden mendil sallamalar, ağlamalar… o gidinceye kadar ada dopdolu idi. gider gitmez benim için boşalıverirdi. tam o günlerde berlin büyükelçisi hakkı paşa istanbul’a dönecek lafı çıktı. hakkı paşa, benimkinin uzaktan akrabası oluyordu ve istanbul’a geldiğinde geceler düzenler, istanbul’un bütün güzel kadınlarını çağırırdı. benimki de oralara gidecek diye içim burkuluyordu. hatta kendisine bu endişemi söylemiştim. gitmeyeceğine yemin etmişti. bir gece ada oteli’nde otururken, yandaki iki kişinin ‘berlin büyükelçisi bu gece davet veriyor... istanbul’daki bütün güzel kadınlar davetli.’ lafını ettiklerini duydum. müthiş bir acıyla yerimden kalktım. iskeleye doğru gittim. son vapur çoktan kalkmıştı. sert bir lodos esiyordu. deniz karmakarışıktı, ancak ne olursa olsun, sandalla maltepe’ye geçmeye karar verdim. sandalcılara gittim, yanaşmıyorlardı. çok para verince biri ikna oldu. açıldık, bir süre sonra lodos büsbütün arttı. denizde çalkalanıp duruyorduk, sandalcı bana küfretmeye başlamıştı. ölmek üzereydik, ama ben sadece sevgilimin katıldığı geceyi düşünerek müthiş bir kıskançlık duyuyor ve bir an önce orada olmak istiyordum. sırılsıklam maltepe’ye gelebildik. hemen bir kahvehaneye gidip, araba bulmaya çalıştım. yoktu. bunun üzerine maltepe’den bostancı’ya yürümeye karar verdim. tren yoluna çıkarak koşmaya başladım. maltepe-bostancı arasının bu kadar uzun olduğunu o zamana kadar fark etmemiştim. kan ter içinde bostancı’ya geldim. vakit hayli geçti. karakola gittim, ‘bana bir araba bulunuz hastam var.’ dedim. aradılar taradılar birini buldular. yine bir sürü para verdim. arabayla yola koyuldum. kadıköy, oradan üsküdar... karşıya geçtim. doğru nişantaşı! sevgilimin oturduğu apartmanın kapıcısı ahbabımdı. penceresini vurarak onu uyandırdım. ‘benimki evde mi’ diye sordum? adam halime bakıp şaşırdı, ‘evde, bu akşam çıkmadı.’ dedi, ‘ne diyorsun?’ diye bağırdım. bütün katettiğim mesafe sanki başıma yıkılmıştı. eve kaçta geldiğini araştırttım. sözüne inanamıyordum. ‘çık bir bak! evde mi?’ diye adamı zorladım. adam çarnaçar çıktı. bir münasebetle hizmetçisine sormuş, uyuyor demiş. geldi haber verdi. sanki dünyalar benim oldu. apartmanın karşısında bir arabacı meyhanesi vardı. orada sabaha kadar içtim. sabahleyin, doğru eve çıktım. benim halim berbat. toz toprak içinde olduğumu görünce şaşırdı ve hemen anladı. sarmaş dolaş olduk.''
    yahya kemal deli gibi aşıktı, ama evlenmekten hayatı boyunca korkmuştu. belki, böylesi bir kadına hiçbir zaman sahip olamayacağını bilmekten, belki o beraberlikte ters bir olaydan ürkmekten, belki de genç nazım hikmet’ten ve etraf ne der diye ürkmekten? o günlerde celile hanım, yahya kemal’e bir mektup yazdı, şöyle diyordu: “bugün pazar belki gelirsin diye üç vapurunu pencerede bekledim. gelmedin, mahzun oldum. verdiğin konferansa gelmedim, kalabalıktır memnun olmazsın diye, fakat hep aklım sende idi. çok çok göreceğim geldi. beni niye aramadın? sana gücendim canımın içi, pek göreceğim geldi. ben o günden beri yani salı gününden beri evdeyim, dikiş dikiyorum. evimiz için çalışıyorum.”
    hiçbir zaman o evlilik olmadı. yahya kemal hep kaçtı o evlilikten ve beraberlikten. uzun yıllar geçti bu olayın üzerinden. nazım hikmet büyük bir şair olmuştu, sosyalistti, dönemin iktidarı tarafından hapislerde süründürülüyordu. celile artık yaşlanmıştı. o güzelliğinden eser kalmamış üstüne üstlük kör olmuştu. oğlunun hapislerden kurtulması için galata köprüsü’nde açlık grevine başlamıştı o görmeyen gözleriyle. tuhaf bir rastlantı sonucu, celile açlık grevi yaparken, yahya kemal galata köprüsü’nden geçiyordu. büyük aşkını gördü. ama yanına gitmedi. bir zamanlar “hocam olarak girdiğiniz bu eve babam olarak giremezsiniz.” diyen genç nazım hikmet’in kurtulması için kör gözlerle açlık grevi yapan celile’ye destek imzasını vermedi. hızla uzaklaştı oradan. öldüğünde evraklarının arasından içinde kurumuş iki yaprak bulunan bir zarf çıktı yahya kemal’in. şöyle yazıyordu: “bu zarfın içindeki hatıra, 19 ağustos 1930’da sirkeci garı’nda gece saat 22.00’da veda ettiğim aziz bir kadının göğsündeki çiçektendir. koparıp verdiği bu iki yaprağı daima muhafaza edeceğim.” celile muhtemelen bu aşkın devam etmeyeceğini anladığı gece paris’e giderken, sirkeci garı’nda vermişti yahya kemal’e göğsünde duran o iki yapraklı çiçeği.
    yahya kemal’in sessiz gemi’si hep “ölüme yazılmış bir şiir olarak” bilinir. ölümdür elbet sessiz gemi'nin konusu. ama aşkta aranan ölümdür. yahya kemal’in hayatındaki en büyük aşkı olan celile’sinin ada’dan gemiyle istanbul’a uzaklaşması esnasında yaşadığı çaresizliği anlatır.
    ‘’artık demir almak günü gelmişse zamandan
    meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan
    hiç yolcusu yokmuş gibi sessizce alır yol
    sallanmaz o kalkışta ne mendil ne de bir kol
    rıhtımda kalanlar bu seyahatten elemli
    günlerce siyah ufka bakar gözleri nemli
    biçare gönüller!.. ne giden son gemidir bu
    hicranlı hayatın ne de son matemidir bu
    dünyada sevilmiş ve seven nafile bekler
    bilmez ki giden sevgililer dönmeyecekler
    birçok gidenin her biri memnun ki yerinden
    birçok seneler geçti dönen yok seferinden.’’
  • eski kaşarlardandır.

    çocuğu için özel ders vermek üzere eve gelen adamla aşk yaşamak siz ne derseniz diyin kaşarlığın önde gidenidir. bu kaşarlık da zaten sadece ekşi sözlükte savunulurdu o da olmuş. savunmayı geçtim bu ahlaksızlığı romantiklik diye öve öve de bitirememişler. ne demişler insanın fikri neyse ruhu da odur.
hesabın var mı? giriş yap