• yorgunluktan mahvolmak, ölmek, bitmek hali....
  • bir kedinin her evden çıkışında hissedilen şey. gitti gider mi, ne eder?. aldatan sevgiliyle buluşmaktan farkı yoktur yeniden öpüştüğünüz anın.
  • günlük hayattan bir örnekle açıklanabilecek durum :

    sabahın bir vakti kalktınız, dün gece içkiyi de çok kaçırmışınız, kafanız davul gibi olmuş. geç yattığınızı o yüzden uyukunuzu alamadığınızı farketmeniz pek uzun sürmedi ama yapacak bir şey yok işe yetişmeniz lazım. kalktınız ayağa yüz yıka giyin kahvaltıyı es geç falan derken servis ya da otobüs durağında buldunuz kendinizi. uzun zamandır aynı yerde bekleyip de birbirinize saati sormaktan başka muhabbetiniz olmayan yabancı arkadaşınız size otobüs ya da servisin erken gelip gittiğini söyledi. telaş içinde iş yerinize gittiniz. masanıza oturur oturmaz patron telefonunuzu çaldırıp bilmem kaç yıl önceki bir işe ait dökümanları istedi. ara ara ara yok. arkadaşlarına sor bilen yok, hatta o dökümanların var olduğunu bilen yok ama aramaya devam. biraz ter döküp detektiflik oynadıktan sonra dökümanları bulup patrona verdiniz. patron kısa bir göz attıktan sonra "tamam, götürebilirsin" demesiyle günün ilk yorgunluk puanını omuzlarınıza yüklediniz. masanıza geri döndünüz, kız arkadaşınız/eşiniz/anneniz sizi arıyor evde birşeyler ters gidiyor eve gitmeden önce gerekli malzemeleri almanız lazım sakın unutmayın. telefon kapanır kapanmaz yine patron arıyor. bilmemneredeki müşterinin sorunu varmış gidip çözülmesi gerek ve bu işi yapılacak en yetenekli seçilmiş kişi sizsiniz. artık işin durumuna göre ya telefon açıyorsunuz ya da yanına gidiyorsunuz. derdini öğreniyorsunuz çözümü kolay da anlatması bir dert. başlıyorsunuz efor sarfetmeye dır dır da dır dır. ama o da ne karşınızdakinin anlamaya niyeti yok onun derdi sorunu çözün sonrasına karışmayın. bunu farkettiğinizde biliyorsunuz ki sadece sorununu çözerseniz yarım saat sonra tekrar karşınızdaki yiğit ile temaşa edeceksiniz. neyse diyip sorunu çözüp işinizin başına dönüyorsunuz. boş bırakmazlar adamı. hemen yeni projeyle karşılaşıyorsunuz, halbu ki elinizin altında sıra bekleyen bir sürü iş var, neymiş yüksek öncelikliymiş, parmaklarınızı kütürdedip kafa göz dalıyorsunuz yeni projenize, son saniye telefonuyla vaz geçiriyorlar sizi daha erkenmiş öncelikle eski işler tamamlanmalıymış, buyrun konsantrasyonu toparlayamama yeteneğinize ek bonusla beraber hiç bir şey yapmadan yorulmanın muhteşem hazzını duyun. işinize son surat döndüğünüzde telefon çalar yaklaşık bir saat önce sorununu çözdüğünüz baba yiğit yine aynı dertten muzdariptir ve siz ne biçim adamsınızdır bir işi yapıyorsunuz ama yarım saat sonra tekrar patlıyordur. telefonda içten çekilen bir "ya sabır" ile tek tek herşeyi anlatırsınız, o anlar anlamaz onun bileceği iş siz işinizi yapın ki ne uğraştığınız işten birşey anlayın ne de günden bir keyif alın. tekrar işinize dönün o sırada iş arkadaşlarınız kendi aralarında anlaşamadıkları bir konuya sizi de dahil etsinler, ne olduğunun farkına varmadan fikrinizi söyleyin ki saniyeler içinde bir grup iş arkadaşınızın nefretini kazanın. lan noluyoz derken patron arasın, az evelki kendini bilmez bu sefer patronu aramış yine aynı sorun ve sizden gerçekten memnun değil, patrona açıklama yapın ama müşteri memnun olmadıkça patronunuz da memnun olmıycağını bildiğinizden boşu boşuna laf ebeliği yapmanın da faydasız olduğunu hatırlayın. arkadaşınızdan densiz kişiliği arayıp sorunu çözmesini isteyin ama az evel arkadaşınızın nefretini kazandığınızı farkedin. masanıza dönün kahve isteyin ama çay gelsin, müşteriyi arayın uzun uzadıya laf anlatıp aslında sorun olmayan sorunu yine anlatamayın, boş verip işinize dönün ama bilgisayarınız bozulsun. vakit öğlene gelirken karnınızın acıktığını farkedin öğlen ne yesem diye düşünmeye başlayın karar veremeyin sonra arkadaşlarınızla yemeğe çıkın. yemek berbat olsun ki hiç bir tat almayın yediğinizden. iş yerine geri dönün tekrar işinize girişmeye çalışın bu sefer ne yapmanız gerektiğine karar veremeyin, nasıl yapsam diye düşünürken patron size ertesi güne şehir dışına bir müşteriye gitmeniz gerektiği müjdesini versin. muhasebe ye gidip yol parası isteyin ama alamayın dönüşte fişleri verdiğinizde para alabileceğinizi öğrenin. masanıza geri döndüğünüzde bir arkadaşınız telefon açsın ve akşam cümbür cemaat yemeğe gidilceğini öğrenin, hayır deme şansınızın olmadığını söyleyip durumu zorla size kabullendiren arkadaşınıza küfür dolu sevgi mesajı verdikten sonra tekrar işe dönün. biraz işinizle cebelleştikten sonra mesainizin bittiğini farkedin. tam çıkmak üzere ceketinizi giyerken patron süpriz bir toplantı yapsın ki eve geç kalmanız garantilensin. esneyen insanlarla hiç bir karara varılamayan toplantı sonunda eve dönün ama arkadaşınız/eşiniz/annenizin sizden gündüz telefonla istediği naneyi almayı unuttuğnuz hatırlatılınca tekrar yollara düşün eve dönüp üstünüzü başınızı değiştirip zoraki yemeğe katılın ve günü bitirin.

    peki şimdi ne oldu? hem hikayedeki karakter koca bir gün hiç bir şey yapmadan çalışmaktan helak olurken, ben bu satırları bir türlü ısınamadığım q klavyede patrona çaktırmadan gizli gizli yazarak helak oldum.
  • mahvolmak teriminin islami karşılığıdır. bunu diyenler mesela topluluklara da - bilimsel bir terim olsa da - kavim derler. kavim kelimesinin sözlük karşılığını sunması önemli değildir, birden fazla kişi "helak olmuşsa" o kavimdir. kullanımına göre kişinin mezhebini belli eder.

    örnek:

    allah'a şirk koşan darth maul, daha sonra ikiye bölünerek helak olmuştur.
  • devrim bir anda yaşanan, olan biten bir şey değil, bir süreçtir der tocqueville. muhtemelen başkaları da söylemiştir, benim bildiğim sadece odur.
    helak olmak da benim için kadim hikayelerden dinlediğimiz bir anda yaşanan, kıyamet gibi bir şeydi. neticede yalnızlık mesela yüzyıllık olurdu da helak olmak gibi bir şey öyle sürmezdi, yaşanır, ölünür ve biterdi. şimdi düşünüyorum da işin aslı öyle değilmiş. ne yazık ki helak olmak da yüzyıllık olabiliyor, yalnızlık gibi sürebiliyor, devrimcileyin bir süreci ifade ediyormuş. biz helak oluyoruz.
    hiçbir merhumun adını anmayacağım, isimlerini sadece kirlettiğimizi düşünüyorum. bir ölüme üzülürken diğerine oh olsun demeyi, biz evvellerden beri biliyoruz aslında, doğduğumdan beri bu ülkenin uzak bir köşesinde (uzak demem, benim bulunduğum mevkiye göredir) savaş var, asker-terörist ayrımı, birini yüceltirken diğerini hakir görmek kalabalıkları ayakta tutan en önemli şey ne de olsa. ama bunca dilinde vicdan olan, bunca özgürlükten ve adaletten dem vuran, biz, yani hepimiz, dün gece öyle güzel döktük ki pisliğimizi ortaya, artık biraz kendimizden nefret etmemiz gerekiyor. normalde de tabii ki bir ölüme ağlayıp diğerini önemsiz görenler vardı, ama sosyal medya sağolsun ve zamanlamalar sağolsun, bir gün içinde o vicdanlı, o merhametli, o ana yürekli bizlerin nasıl aşağılıklar olduğumuz kendi söylemlerimizle ortaya çıktı. şecaat arz ederken merdi kıpti sirkatin söyler ne kadar isabetli bir tespitmiş meğer. kendi cümlelerimizle ortaya döktük aynı bokun laciverdi olduğumuzu, bir kez daha. tabii ki ilk kez değil, ya ne olacağıdı. ama ilk kez böyle ard arda belki. dün ağlayanlar bugün ağlamazken, dün ağlamayanlar bugün ağlar oldu. yok ama aslında hepimiz vicdanlı, merhametli insanlarız.
    bu nasıl bir pislik yarabbim. paçalarımızdan akıyor samimiyetsizliğimiz, katılaşmış kalplerimiz, ağzımızdan salyalar akıyor resmen ve hala, inanılmaz bir şey ki hala, kendimizi pür-i pak görüyoruz. bence işte bu yüzden. ölümler yüzünden değil, ölümlerin ardından ortaya koyduğumuz tavırlar yüzünden, ikiyüzlülüğümüz ve leşliğimiz yüzünden. helak oluyoruz.
    oysa bu en başından belliydi. kimse lilja 4 ever'ı izlediğinde kendini suçlu hissetmiyor, herkes sapık adamları suçluyordu. herkes yanı başında yaşanan rezilliklere, yaşandıklarını adı gibi bildiği halde, susuyor, görmezden geliyor, ama herhangi bir rezilliğe kalabalıklar olarak tepki verince - ki genelde sadece laftadır - kendisini duyarlı, vicdanlı, merhametli hissediyordu. biz helak olmayacaktık da kim olacaktı?
    oysa bir ölümün ardından için çıkana kadar ağlayarak kendini merhametli hissetmek ne kolaydır. hele de bu ağlamana kalabalıklar destek veriyorsa. ben de işte herkesin karşıt grubu suçladığı ve kendini dünyanın en merhametli insanı ilan ettiği şu günlerde, her zamanki gibi kendilerinden nasıl bu denli emin olabildiklerine hayret ediyorum. polis insanları "terörist" diye ötekileştirerek öldürüyor. kalabalık gruplar insanları "faşist" diye ötekileştirerek öldürüyor. neticede polis ve kalabalıklar bi şekilde yaşıyor yani, olan aralardan birkaç kişiye oluyor, onlar şey, ölüyor.
    artık vicdan ve merhamet kelimelerini dile getirmekten korkuyorum. zaten hayatım boyunca asla kendimi vicdanlı, merhametli diye tanımlayacak kadar iddialı olamadım, ama özellikle dün geceden itibaren daha çok korkuyorum. çünkü değilim. siz de değilsiniz.
    samimiyetin ve vicdanın ve dahi ölümün anlamını kaybettiği, kendi ellerimizle kendi acılarımızı kirlettiğimiz, birbirimizin kanını iştahla içmeye hazır olduğumuz şu günlerde benimki tarihe not düşme çabası. biz helak oluyoruz, siz, sonraki insanlar, dilerim siz olmazsınız.
  • (bkz: #51733316)
  • istiyorum artık.
    hani tarımsal alanlarda yağmur falan geç kalırsa, beklenen kadar yağmazsa, köylüler şunun gibi yağmur duasına giderler.

    hani aranızda nefesi kuvvetli, yukarıyla iletişimi güçlü arkadaşlar varsa gelin bir olalım, birlik olalım ve "aman helak olalım" duasına gidelim.

    helak olalım yani. bunca şerefsizliğin, adiliğin, çirkefliğin, hırsızlığın, kul hakkı tanımamazlığın, hukukun yanından geçilmezliğin, dolandırıcılığın, cinayetlerin, tecavüzlerin olduğu ve günden güne arttığı bu ülkede bunu çoktan hak ettik diye düşünüyorum.
    lut kavminin bizden eksiği neydi yada fazlası?

    lgbt arkadaşlar kusura bakmasın da yani bu lut sadece eşcinsellikten falan yok olduysa, bizim bu kadar ibneliğe rağmen kalışımız pek normal değil.

    bana takılın, gidip dua edilim. belki yırtarız.
hesabın var mı? giriş yap