• özel bir adam. ama tabi ki benim için seksüel bir anlam taşımıyor; ama zamanında nice azgın romalı yiğit için taşımış, onun da canına minnetmiş.

    filosof seneca'nın naturales quaestiones'inin en can alıcı bölümlerinden birinde 1.16'da seneca birden gökyüzü fenomenlerine ilişkin anlatımını kesiyor ve "şimdi sana (lucilius'a diyor) kısa bir hikâye anlatmak istiyorum" diyor ("hoc loco uolo tibi narrare fabellam"). nereden çıktı şimdi hikâye, demeye kalmadan zengin ve paragöz hostius quadra'nın şehvetinden konuyu açıyor. hikâyeye kadarki bölümde gökyüzü aydınlığının, güneş ışınlarının, halelerin, ateş toplarının, aynadaki yansımaların vs. açıklamasını kuru bir dilden dinledikten sonra birden böylesine azgın karakterli bir adama ilişkin neden bir hikâye anlatıyor seneca, hemen anlıyoruz. augustus döneminde yaşamış olan hostius quadra kendine özel aynalar yaptırmış; seneca'nın bildirdiğine göre bunlar, bizim sirklerde benzerlerini görebildiğimiz o uzuvları yamuk yumuk, kısayı uzun, uzunu kısa, şişmanı zayıf, zayıfı şişman gösteren yani anlayacağınız ayarı bozuk aynalardanmış. seneca'nın tabirine bakarsak küçük bir parmağı, hem uzunluk hem de kalınlık bakımından bir kol gibi gösterebiliyormuş bu aynalar ("...imagines longe maiores reddentia, in quibus digitus brachii mensuram et crassitudinem excederet.").

    seksüel arzuları tavan yapmış olan hostius quadra, hamamlardan genç oğlanları ve kendisi gibi azgın erkekleri, kadınları toplayıp mâlikhanesine getirirmiş. bu aynaların karşısında onlarla saatlerce sevişir, olmadık fantezileri denermiş. birliktelikler esnasında sürekli aynalara bakan hostius quadra, iştirâkçilerin uzuvlarında meydana gelen değişikliklerle mest olurmuş. bu niteliği ona büyük bir kötü şöhret kazandırmış. sapkınlıklarına duyulan öfke öylesine yayılmış ve zaten augustus'un siyasî, kültürel ve toplumsal reformları kapsamında önü alınmaya çalışılan ahlâkî problemler için (bkz: lex iulia de maritandis ordinibus) (bkz: lex iulia de adulteriis coercendis) halka ibretlik bir vaka olsun diye, seks köleleri tarafından öldürülen hostius quadra'nın söz konusu katilleri cezaya bile çarptırılmamış. ahlâksızlığın halk tarafından cezalandırılması bir nevi mazur görülmüştür. seneca da zaten eserin 1.16.9. bölümünde "facinus indignum! hic fortasse cito et antequam uideret occisus est: ad speculum suum immolandus fuit." yani "ne arsız davranış! belki de o çarçabuk öldürüldü, kendisi görmeden; aslında kendi aynaları önünde kurban edilmeliydi."diyerek hikâyeyi sonlandırmıştır. seneca'nın metni kendi lincini gerçekleştirmiştir.

    bu tarz sapkınlıkların sembol ismi olan hostius quadra'nın o birliktelikler esnasında neler yaptığına dair seneca'nın örtülü bir dil kullandığını görüyoruz. hatta "onun eylemleri ve onları anlatırken kullanacağım kötü kelimeler kalemimi kirletsin istemem" minvalinde bir ifade de kullanıyor. ancak aktardığından anlaşılıyor ki, seneca'ya göre sapkınlıklarından biri seks kölelerine oral seks yapmasıymış. bunun için yüzünü kapatır ve başını muhatabının kasıklarına dayarmış. yaptığı bu hareketten çok büyük bir haz duyduğu aşikâr. seneca stoa geleneğinin bir gereği olarak üsturuplu anlatıyor; hakkıdır, haklıdır. böyle bir dönemde stoacı ahlâkî öğütlerin, kısmî ölçüde şehveti buyur eden epicurus'un hazcı öğretisine üstün gelişini; hıristiyanlıkla birlikte onun katı ahlâkını muştulamasını biraz da roma'daki ahlâki çöküntünün tesirine bağlamak gerek. hostius quadra'nın katillerinin yönetim kademesi tarafından cezalandırılmaması ve çıkarılan yasalar bunun en büyük göstergesi.

    entiriyi bitiriyorum burada.

    ilgili metnin latincesi için:
    http://www.thelatinlibrary.com/sen/sen.qn1.shtml

    ingilizcesi için:
    http://www.fordham.edu/…sall/pwh/seneca-nq1-16.html

    konuyla ilgili açıklayıcı metinler:
    http://books.google.com/…mwzws_ygbgd0yk0ahnlw&w=800
    http://books.google.com/…5keav_tskfyf1svyqwtw&w=800
    http://books.google.com/…jbj4a9kkwkh6mdvlfv-q&w=800
  • hostius quadra'yla ilgili olarak diyeceğimi demişim, öyle görünüyor. ancak ideal romalı ve diğer başlıklarda ciddiyetle (gelin çocuğun adını koyalım: kime göre?) incelediğimiz şu "romalı nasıl olmalıdır?" sorusuna verilesi cevapların tam tersini hostius quadra için dile getirebiliriz, bunu eylemce örneklemişsem de kendi ağzından dile gelen soysuzluğu bildirmemişim. bu, hostius quadra'ya ilişkin başka hiçbir türkçe içerikli bilgi kaynağında bulunmayan bir bilgidir. bu yüzden bir entiri daha girme gereği duydum. mevzu şu: "hostius quadra'nın aynaları ve cinsî sapkınlığının sergilenişi kendince tutarlıdır. içinde tanrı-insan temasına ilişkin bir mesaj barındırır."

    hostius quadra, seneca'nın aynı eserinin aynı bölümünde yaptıklarını şu şekilde savunuyor:

    "kendimi aynı anda hem bir erkeğe hem de bir kadına bırakıyorum. böylece o an bedenimin, meşgul olmayan kısmını (1), tecavüzün büyüklüğünü arttırmak için kullanmış oluyorum. bütün organlarım iffetsizliğe katıldığına göre (2), gözler de şehvet eylemine katılsın ve onun gözetleyicisi ve yöneticisi olsun, ne fark eder? bedenimizin konumunun, görüş açımızdan kaldırdığı bu eylemler bir araç (ayna) sayesinde görünebilir olsun; kimse ne yaptığımı bilmediğimi düşünmesin! (3) doğa insanlardaki şehvete yardımcı olarak şeyleri çok cimrice sunmuş durumda; oysa diğer canlıların çiftleşmesini daha iyi ayarlamış görünüyor (4). hastalığımı bastırmak ve tatmin etmek için bir yol bulacağım (5); doğanın ölçüsüne uygun olarak günah işlesem, kötülüğüme ne olacak? (6) kendimi aynalarla çevireceğim; bu aynalar nesneleri inanılmaz boyutlara taşıyacak (7). elimde olsa onları gerçek kılardım, ancak elimde değil; görüntüsüyle yetinmem lâzım (8). ahlâksızlığım, kavradığımdan fazlasını görmeli ve başıma gelenden daha fazlasına şaşırmalı (9).

    1. arka mı, ön mü? bu belli değil.
    2. omnia membra strupis occupata sunt.
    3. "ben bunları hep bilinçli bir şekilde yaptım" mesajını veriyor.
    4. diğer canlılarda şehvet var mı? quadra'ya göre var herhâlde. bu durumu kıskandığı açık.
    5. hastalık için bkz. "morbo meo". görüldüğü gibi bunun bir hastalık olduğunun bilincinde.
    6. "normal yollarda işlenen kötülükler, 'kötülük' sayılmaz mı ki, benimkine takılıyorsunuz?" demeye getiriyor; o hâlde bu mantığa göre mevcut kötülükler de doğanın ölçüsüne uygundur; zira her şeyden evvel "var"lar. var olmaları yeter; kötülüğün var olması doğal olduğunu gösterir. işletilen mantık budur.
    7. seneca burada, bu tür aynalarda bir parmağın, kol kadar kalın ve uzun olabildiğini söylüyor.
    8. burada verum/gerçek ile mendacium/yalan karşılaştırılır. bu evvelce başka başlıkta incelediğimiz verum ipsum factum düsturuyla da yakından ilgilidir. zira aynadan yansımadan var olan şey "gerçek parmak"tır ve o parmak eylem hâlinde olduğu için gerçektir. buna karşılık mendacium yani yalan/sahte olan ise o parmağın ilişki/eylem hâlindeyken kol gibi kalın ve uzun görünmesidir. işte bu verum ipsum non factum'a örnektir; yani eylem hâlinde olmayan gerçeğin kendisidir. zira normalde parmaktır; aynadan yansıdığı için eylem hâlinde olan kol gibi kalın ve uzun olan o "şey" değildir, o sadece -seneca'nın tabiriyle- "incredibilis imaginum magnitudo"ya yani "imajların inanılmaz büyüklüğü"ne örnektir. ancak bu ifadede geçtiğince "imago"dur, verum değil; zira verum olan küçük parmaktır. o an, cinsî temas hâlinde olan parmak olduğuna göre parmak ile onu değiştirerek yansıtan ayna arasında gerçekle onu bozan gerçek-üstü kılan aracı arasındakine benzer bir ilişki vardır. imago'nun yani görüntünün yanıltıcılığı buradan gelir. görüntü gerçek değildir; filozofun burada böyle bir ikilik çıkarmış olması speculum'u yani aynayı lekelemek isteyişinden kaynaklanmıyor; meseleyi salt yerden yere vurduğu ahlâksız (impurus) bir insan tipinin zihnî hezeyanı olarak bırakmadığı ve daha sonradan yansıtma ve yansıtılan meselesini açımladığı için; asıl derdinin gerçekle yüzleşmek olduğu aşikardır. gerçekle yüzleşmek; yansıtılanla değil, gerçekle uğraşmak bir mesajdır. nitekim sonraki bölümde (n.q. i. cp.xvii'de) doğadaki aynalar (örn. tertemiz bir kaya ve geniş mi geniş bir pınar) olmasa güneş'in şeklini bilemeyeceğimizi söyler. zira bu doğal aynalar, onun şeklini daha yumuşatılmış bir şekilde yansıttığından, güneş'e doğrudan bakamayan insan onun şeklini şemalini ancak yansımasından öğrenebilmiş olur. stoacı bir aklın gerektirdiği düşünce de burada ortaya çıkar. doğal insanın, doğal güneş'le olan teması; aynı insanın zihninin tanrı'yla olan teması gibidir. doğrudan ona ulaşmak, onun yansımaları aracılığıyla olur. ancak o yansımaların herbiri "tanrı" değildir, "tanrı'nın yansıması"dır. hostius quadra nasıl ki kendisini ilgilendiren yansımaları, gerçekmiş gibi kabulleniyorsa; insan da tanrı'yla olan temasında, yansıtıcıların yansıttıklarına değil (herbir şeye tanrısallık atfetmek), yansıtılanın kaynaklandığı pınara dönmüş sayılır. eski ve yeni stocıların ziyadesiyle ön-plana aldığı zihnî yükselme işte budur.

    akledene, daha doğrusu mantığı doğru bir şekilde işletebilene sapkın hostius quadra hikâyesinden bile ibret vardır. örneğin parmağa "gerçek", aynadan yansıyan kol gibi parmağa ise "yalan" dedik. o hâlde tanrı da, tıpkı güneş gibi yeryüzündeki su pınarı aracılığıyla ışığını yansıttığı için, o ışık (lux) gerçek (verum) değildir, çünkü eylem hâlinde olan (factum) o değildir. eylem hâlinde olan maddenin kendisidir (parmak); bu durumda tanrı, seneca'nın ziyadesiyle vurguladığı gibi, tek tek eylem hâlinde olan güç değildir. sözlükte causa causarum başlığında işlediğimiz tam da buydu. tanrı'nın tek tek kuşların kanatlarını ittirmediği, onlara nefesini harcamadığı açıktır bu düstura göre; zira tanrı, seneca'nın deyimiyle "pusilla res" yani "değersiz bir iş"le uğraşmaz. o nedenlere neden katarak, herbir nedeni birbirine zincirleme olacak şekilde bağlar. eğer böyle olmasaydı, yeryüzündeki kötülüklerden de sorumlu olurdu. zira yukarıda da söylediğimiz gibi, yeryüzünde kötülük vardır, bu yüzden de kötülük gerçektir. ancak bunun sorumlusu olaylara tek tek karışmayan tanrı olamaz, o kötülüklerin nedenini verdiği gibi, onların kötü olmaları yolundaki her aşamanın da nedenini vermiştir. bunun gibi her kötülüğün bir zıddı olduğuna göre (örneğin hostius quadra gibi de olabilirsiniz, onun tam zıddı bir şekilde de; bu sizin elinizdedir veya değildir) her iyiliğin de bir zıddı vardır. bunların hepsi tek tek tanrı tarafından başınıza getirilmez, o var olan her şeyi, dün, bugün ve yarın yekûnünde "bir" olarak görür. bu bir'in herbir parçası bir nedendir, hepsi bir araya gelince bir anlam teşkil eder, aksi hâlde onun gücünden şüphe duyulması gerekirdi.

    9. burada açıkça hostius quadra'nın madde aleminde (parmak) kavradığı ve partnerinin kasıklarına kafasını dayadığında hissettiği gerçeklik sorgulanmaktadır. bu sapkın karakterin öteye varmak isteyişi, tragedyadaki had aşımı/hybris olarak da değerlendirilebilir. ancak burada asıl dikkat çekmesi gereken husus, seneca'nın "facinus indignum!" (ne haysiyetsiz bir davranış!) diyerek lanetlediği bu eylemin (etrafa aynalar yerleştirip cinsî sapkınlığını "aynı zamanda" farklı açılardan ve abartılı görüntülerle izlemek isteyişi) ters bir okumayla (düzüne constructio / "yapım" derseniz, bu tersine de yapıyı "de-" önekiyle gösterdiği üzere, çökerttiğine göre deconstructio/yapı-söküm diyebilirsiniz) sapkının, seneca'nın "insan bedenden/madde aleminden taşmadıkça ne zavallı bir şey!" düsturunu anımsatırcasına gerçekten (parmak), yine madde aleminde yalan (mendacium) sayılan yansımaya varışını görmeniz gerekir. eylemin niteliğine bakarsanız bu adam sapkındır seneca'nın gözünde; ancak yöntemi, aynı felsefe ekolüne göre, teolojik açıdan doğru olmalıdır.

    zihnî yükselişlerimiz de bu şekilde olmaz mı? bir eylemsel gerçek vardır ve ondan taşarak vardığımızı sandığımız mana vardır. her mana aslında bir aracının yani aynanın yansıttığı değerdir; her manada değere ilişkin bir vargı bulunur, ancak bu vargı, aracaının karakterinden yansır. örneğin teolojik çalışan kafa doğaya bakar, kum tanelerine göz gezdirir, denizin dalgalarını seyreder ve sonunda der ki "ben kumları rastgele yığsam, ittiri ittiriversem, kumdan kale oluşur mu? bunun için sistematik bir eyleme girişmiş olmam gerekmiyor mu? bunun gibi, evren de bilinçli bir tasarımın ürünü olmalıdır." bu vargıyı sonucu işaret eden determinist bir zihinle yıkarsanız, haklı; araçlardan birini işaret eden indeterminist bir zihinle yıkarsanız haksız bulursunuz. çünkü "evren başka türlü yaratılmış olsaydı..." diye başlayan sağlıklı bir önermemiz olamaz, çünkü kıyaslayabileceğimiz ikinci bir evren ve ikinci bir meydana gelme örneği yok. oysa defalarca kumdan kale yapmayı deneyebiliriz; shakespeare eseri yazan maymun meselesi de buraya bağlanıyor. defalarca denenebilirliği bulunan bir neticeyle, denenebilirliği bulunmayan bir neticeyi kıyas edersek, elimizde ucube bir tasım oluşur. bana kalırsa işte bu ucubeliğin nedeni sorulamaz; sorulursa çünkü parmak, kol değil denebilir. umarım bu teolojik örneklendirmeyi, ekşi'den daha ciddi bir platforma taşıyabilme gücünü ve dirayetini gösterebilirim. başlığı da şöyle olsun istiyorum:

    hostius quadra ve kol gibi parmak paradigması!
  • c. marchetti'ye [1] sorarsanız hostius quadra bilinçli bir şekilde tanrı katına çıkmaktansa, hayvan katına inmeyi tercih etmiştir. bir şekilde etmiştir, o her ne kadar cinsî sapkınlığını pasif şekilde yürütmüşse de aslında bu durumun tam belirleyicisi kendisidir. evvelce tasmalı erk'te dile getirmiştim, tasmalanmayı isteyen erk'in erk'liğine zarar gelmez, bu durumun böyle olmasını isteyen o olduğu için, o hâlâ erk'ti. bir nevi intiharın bile hayata karşı bir serin-duruş anlamına gelmesi gibi.

    malefique'in [2] bir yerinde, bir gece carrère üstteki ranzanın gırç gırç gıcırdama sesiyle uyanır. kafasını biraz yana kaydırarak yukarı doğru bakar, o yatakta yatmakta olan filosofumsu lassalle'ın tranny marcus tarafından becerildiğini görür. lassalle'ın suratında hiçbir tepki emaresi yoktur. alabildiğine durgundur. bedeninin alt tarafı heybetli marcus'un şiddetli darbeleriyle sarsılırken, yüzü donuktur, adeta ölmüş gibidir. carrère de sesini çıkarmadan döner uyur. birkaç gün sonra carrère o geceyi anımsatır filosofumsuya, aralarında şöyle bir konuşma geçer:

    -geçen gece herşeyi gördüm.
    +seks mi? çile çektiğim yok, marcus'tan beni becermesini isteyen benim.
    -pek de zevk alıyora benzemiyordun.
    +hoşuma gittiğini söylemedim. sadece seçeneğim olmasını seviyorum. bu da benim özgür kalma yolum, yani seçebiliyor olmam.

    bana kalırsa hostius quadra da tıpkı lassalle gibi kendi özgürlüğünü, kendisiyle ilgili herhangi bir şeyi, sonucu ne olursa olsun, seçebilme yetisinde bulmuş bir karakterdir. etrafına aynalar yerleştirip, kimi zaman kadın, kimi zaman erkek olan partnerlerine kendisini teslim edişini ve üstüne her tarafına aynalar yerleştirip göremediği arka, aşağı, üst, yan kısımlarda neler olup bittiğini o aynalardan yansıyan "abartılı-aldatıcı" (mercekli) görüntülerle görüşünü "kimse ne yaptığımı bilmediğimi düşünmesin!" uyarısıyla sunuyor. bu uyarıyı yaparken, kendinden emin bir kişi görüntüsü çiziyor. hostius da lassalle gibi özgürlüğünü, gerekirse tümden pasifize olacağı bir eylemin belirleyicisi olmasında bulmuş oluyor. yine c. marchetti'ye sorarsanız, size şöyle diyecektir:

    "hostius quadra, gözlerinin kendisine gösterdiğinden büyük bir haz duyar; kendini bilmenin (self-knowledge) sapıkça yolunu arar ve böylece, her ne kadar gördükleri ayarı bozulmuş aynalardan ötürü aldatıcıysa da, onlardan yansıyan görüntülerin gerçek olduğuna inanır. kendisini bir gösteriye dönüştürür, nesnelleştirir ve metaforik olarak yok eder." (a.g.e.)

    hostius quadra bir sapkın örneği, insanlara örnek teşkil edecek bir anti-bilge karakteri. zaten seneca konuya girmeden önce bir fabella (kıssa: ders çıkarılacak öykü) anlatacağını söylüyor, fabula (sadece öykü) değil. bu da, bizim bu kıssadan bazı mesajlar edinmemizin gerektiğini gösterir. temel mesaj şu: hostius quadra ne yapıyorsa, onun tam tersini yapmalıyız. bir kere cinsî sapkınlık örneği sergilememeliyiz. bazı özel ilişkilerimiz varsa, bunu ulu-orta yapmamalıyız. hatta filozofa göre genelevde (lupanar) utanma duygusu (verecundia), hayat kadınlarında ise hâyâ (modestia) vardır. gecenin bile saklamaya gücünün yetmeyeceği eylemleri (ea sibi ostentabat, quibus abscondendis nulla satis alta nox est) gündüz gözüyle sergilememeliyiz, kaldı ki bir de etrafı aynalarla donatıp, bu sapkınlığı iyiden iyiye cümbüşe çevirmemeliyiz. tamam da ne için? elimize ne geçer ya da neyi kaybederiz. kaybımız, kazancımıza üstün mü olur? genelevde ve hayat kadınlarındaki utanmanın, hayânın mutlaka bize örnek teşkil etmesi gerektiğini belirleyen nedir? yasalar mı? bazı uzmanlara göre (örneğin d. d. leitão [3]) hostius quadra anti-bilge örneği olmanın yanında, seneca'nın ondan hep "illud monstrum" (o canavar) şeklinde bahsetmesine rağmen, tam ters şekilde de değerlendirilebilir. leitão'ya göre hostius kıssasında üç tip karakter vardır: tanrı, insanlar ve hostius gibi toplum-dışı edilmiş sapkınlar. ve bu kıssada bazı karşıtlıklar göze çarpıyor: ışık/karanlık, görüş/körlük, beden/ruh, sınırlılık/sınırsızlık. yazara göre hostius, ilk üç karşıtlıkta, tanrı'ya insanlardan daha uzaktadır; fakat bedensel sınırlılığından kurtulma çabası söz konusu olduğunda yani son karşıtlıkta tanrı'ya diğer insanlardan daha yakındır/benzerdir. çünkü hostius, en pasif olduğu sapkın bir eylem esnasında bile aynaların aldatıcı görüntüleri eşliğinde bilginin peşinde koşmaktadır. bilgi orospuluğu da denilen o eşik aslında burada hostius eşiğine dönüşür. o eşiği geçip geçmemenizin bir önemi yok, onu geçmek istemeniz yeterlidir.

    tanrı'ya yakınlaştırılmasının başlıca nedeni, doğadaki tanrısal düzenin normal bir aynadan yansıdığı şekilde nesneleri içinde barındırmasıdır. her şey olması gerektiği/olduğu gibidir doğada. harmonia'ya/convenientia'ya dayanan bu stoacı bakış açısına göre, var olan fenomenlerin ötesine, tıpkı ruhun bedenden yükselmesi gibi, geçmek lâzım. platoncu felsefedeki ruh göçü düşüncesini anımsatırcasına, stoa'daki ruhun yükselişi de bilgenin bilgeliğine öğrenme, bilme aşkını bir ittirici olarak ekler. "bilgi orospusu" denilerek küçümsenebilirliği bulunan o durum aslında, hostius'un ilk bakışta temel yasalara ters gelen, hatta onları delip geçen sapkınca tavırları gibi, avama uymaz. çünkü avam, yerleşik düzene bağımlıdır. oysa bilgi adamı, bilgin, bilim-adamı, filozof ve hatta devrimci yapıdaki peygamberler; her daim yerleşik düzende deprem etkisine neden olmuş kişilerdir. zaten yerleşik düzen bilim-adamına, filozofa ya da peygambere ihtiyaç duymasa, kendi içinden onları çıkartmaz. her peygamber çağından veyahut çevresindeki kitleden rahatsız olduğu için peygamber olmuş ya da olmaya itilmiştir. bunu kutsal kitap'lardaki kıssalarla teyit edebilirsiniz; filozof da öyle, vaadini sıkıntıyla besler. sorun olmasa, çözüm de olmaz. toplum, peygamberleri gibi, sapkınlarını da "kendi başına" yaratır. sapkın gökten zembille inmez, onu o kılan bazı faktörler vardır. sadece bir kişinin yaşadığı bir muhitte ahlâk yasaları olmayacağı gibi, sapkınlık da olmaz. o hâlde hostius quadra bir toplum ürünüdür, ondan bağımsız değildir. aksi hâlde onun eylemlerinin "monstrum" eylemleri olduğunu iddia edemeyiz; zira kıyas yolu kapanır.

    o hâlde hostius quadra tersten okumayla anti-sapiens tip olmaktan çıkar, bedensel sınırların ötesine geçmek isteyen bir arsız olur. ama arsızlığı kendinde kötü bir şey değildir; bir insan "arsız" olduğu için kötü değildir. neyin "arsızı" olduğuna bağlı olarak ona kötü veya başka bir sıfat yakıştırırız. çevre faktörünü bu yüzden göz-ardı etmemek lâzım. zaten bazı analizlerde hostius quadra'nın, augustus'un meşhur principatus devrinde yaşanan ahlâkî çöküntünün bir sembolü olduğu da söylenmiştir; buna bağlı olarak augustus, köleleri tarafından öldürülen bu sapkın adamın söz konusu katillerine ceza verilmemesini istemiştir. legallik ile meşrûluk arasındaki farkı gözler önüne serip, roma yasasını kamu vicdanı önünde küçük düşürmüştür. peygamberler de böyle tepkiler çekmiştir, yasaya göre değil de vicdana göre yargılanmıştır. çarmıh vicdansızlığın anahtarıdır [3], yasasızlığın değil. aksine vicdandan yasaya geçen yol hayli kısadır, iki adımda crucifixion aklanır. iki adımda, çok değil, iki adımda.

    hostius quadra için "aklını kötüye kullanmış filozofların sembolüdür" diyenler de vardır. gerçekten akıl var onda, olmasa aynaları bu denli komplike bir ahlâksızlığın (obscoenitas) parçası kılamazdı. bilgiye erişmek istiyor (hostius, narcissus gibi kendine düşkün değil, ahlâksız eylemin kendisini önemsiyor; bu yüzden echo'suzdur, bir-başınadır), ama bunu içsel şehvetinden kaynaklanan arzularını dindirmek için istiyor. aynalarının ayarı nasıl bozulmuşsa, kendi ayarı da o denli bozulmuştur. uslamlama yeteneği bakî kalır, ama (bu örneği vermezsem olmaz) a. nobel de sonuçta hiroshima felâketinden sorumludur. uslamlayabiliyorsun diye aklanmış sayılmıyorsun, neyi, hangi ölçüde uslamlayabildiğinin de hesabını vermek zorundasın. genelevde tabiî ki utanma olur, buna karşılık hostius'ta olmaz. çünkü hostius hesabını vererek özgür kalmayı, sapkınlığıyla sağlamış bir birey; genelev ise gerekçelerin (gerekçelendirmelerin) mecburî neticesidir. genelev genelev olmayı istemedi, ama hostius'un eylemlerinde monstrum olmayı (hatırla: monstrum in fronte monstrum in animo) marifet bellemek var. lassalle gibi hostius da seçeneği olduğunu göstererek var-oluşunun altına kırmızı çizgiyi çekiyor; ahlâken kusurlu dahi olsa, her sivri zekâ içinde işte bu yüzden hostius quadra'nın ruhunu taşır. böylece kalabalıktan sıyrılır. hiç olmadı, binlerce yıl sonra bile kendisinden söz ettirebilir. mesele, sıyrılmak meselesi.

    notlar:

    1. iuvare mortalem: l’ideale programmatico della naturalis historia di plinio nei rapporti con il moralismo stoico-diatribico, a&r 27, 1982, 124-148.
    2. http://www.imdb.com/title/tt0309832/
    3. senecan catoptrics and the passion of hostius quadra (sen. nat. 1), md 41, 1998, 127-60.
    4. (bkz: crucifixion/@jimi the kewl)
  • seneca'nin bariz sekilde kiskandigi hedonist adam.
hesabın var mı? giriş yap