• sorunlu her insanın kendi kendine acı çektirmek için başvurduğu temel yollardan biridir.ölüm anından öte cenaze,geride kalanların ağlayışları,eski düşmanların,sevgililerin kahroluşları falan hayal edilip sadistçe zevk alınır;daha önce hiç yapmamış olanlar da yapmalı,bu beyin ve ego mastürbasyonuna kendini kaptırmalıdır.
  • kendine acımanın kaçınılmaz getirilerinden biridir.sadece ölüm değildir insanın kendi kendine düşünüp ağladığı.cenaze planları,ölüm şekline göre insanların vereceği tepkiler,kimin ne kadar üzüleceği,cenazeye kimlerin geleceği gibi ölüm sonrasıyla ilgili her türlü detay da düşünülür.ama esas ağlanan şey çok sevgili kendinin yaşamıyor olduğu fikridir.belki de bu yüzden kendi ölümünü düşünüp ağlayanlar intihara ne kadar meyilli olurlarsa olsunlar bunu asla gerçekleştiremeyecek olanlardır.
  • cenazesinde çalınmasını istediği parçayı düşünmeye kadar gider. ağlama zırlamaya dönüşür, sonra iç çeke çeke uyunur
  • kiminin geride kalacakların durumunu düşünerek yapabileceği, kiminin "acaba arkamdan kimse üzülecek mi? bu hayata ne verdim şimdiye kadar? ben ölsem ne farkeder ki?" diye boş yaşadığını düşünerek gerçekleştirebileceği, kiminin ise çok şey yapıp bunları kaybetme düşüncesiyle içine düşebileceği durum. belki de daha gerçekleştirmek istediği çok planı olan birinin bunları yetiştiremeyeceği kaygısıyla yapacağı bir eylem.
  • intihar fikri olmaksızın kendi ölümünü düşünmeye oturmak karnı acıkmış ve ruhsal abur cubura meyletmiş egonun sapıtıp kendini rahatlatmak için hayattan kendi figürünü silmek pahasına, yine kendisi ile ilgili karanlık bir sahne kurup ferahlama çabasıdır.çünkü bilinir ki,ölüm hadisesinde bilumum dışkapının mandalları bile, ölümün zzosyo-kimyasal doğası gereği bir iki günlüğüne sürekli ölen kişiye konsantre olur ya da o kişinin ciddi yakını** olur ki, bu da size uzak/yakın bir çok kişinin sizinle ilgili kayıptan dolayı ağlaması,yaz günü duvar üstüne dizilmiş kedi korosu gibi zırlaması mizansenine denk gelir... zaten bu da salt kurgudan ibaret olsa bile ego beyin/hanımın tam da istediği rakı mezesidir.zira yokluğu ile ilgili üzülen insan kitlesi fotoğrafı ona kendi varlığının değerini kanıtlar ve böylece bilinçaltı çamaşır makinasının kireçlenmiş kendini sevme rezistansı, kısa bir süre için calgon yemiş gibi olur.ki sözkonusu "kendini sevme" motivi de değersizlik duygusuna kapılmış ve varlığına çılgın gibi onay isteyen bireyin hayattan umduğu yegane duygusal bonustur.ve fakat 'birinin ölümüyle ilgili ona yakın oluşumuza ya da kendimizi yakın hissedişimize orantılı olarak acı çekeriz' cümlesi pek mantıksız sayılmayacağından adamımız bu noktada mantarlar,çünkü kendisini tanıyanlar listesinde üst sıralardan birindedir ve bu doğru orantı yüzünden bir de bakılır ki sujemiz fantaziyi kuruverirkene hüngür foşurt olmak suretiyle dağıtmış şanzımanı...bunun dışında bilumum üretilesi piskolojik sebepler bir yana, kendi ölümünü düşünüp ağlamak hadisesiyle ilgili gelmiş geçmiş en lezzetli ve naif performansı kanımca kemal sunal vermiştir ; ağlayarak "neeee? ben öldüm mü? vah vaaah ..ulan ben ne iyi adamdım bee...." repliklerini kullanmak suretiyle...
  • kendi olumunu dusunup aglayabilen insan kanimca ya megalomalligin tepelerinde gezinmektedir, ya da henuz olum kavramini tam olarak cozememistir. netekim yakinlarinin olumunu dusunup aglamak varken, sonrasinda hicbir seyin onemi kalmayacagi bir olay icin neden uzulur insan.
  • bu olay o kadar abartılırki sizi insanların nasıl hatırlayacağı düşünülür sonra iki saat arkanızda neler bırakmanız gerektiğini ve neleri silmeniz gerektiğininin planını yaparsınız sevdiğiniz insanların yüzleri gözünüzün önüne gelir bu sizi biraz daha gaza getirir daha bir çok ağlarsınız sonra da muhtemelen ağlamaktan uyuya kalırsınız.
  • geçen durduk yere kendimi "ben eskiden bir şey yapıyordum neydi o ya" diye düşünürken bulduğumda ortaya çıkan hatıra. evet, ağlıyordum, içime bir düzen, ruhuma bir sükunet vermek için sanırım. bacak kadar çocukta neyin sükuneti olacak denebilir. ben de söylüyorum, neyin sükuneti... okulda boğulmanın, çocuklardan sıkılmanın mı, taşıtların hızından, vızıltılı yolların korkunç gürültüsünden, yolların kenarında başıboş köpeklerin korkusundan mıydı?

    ağladığımı gizledim uzun süre, kimseye anlatmadım. ayıp olduğunu düşünmek bir yana, güçsüz görünmekten kaçmak galiba. güçsüz şeylerin erken ezildiğini ta o zamandan anlamış olabilirim bak. bunu çok erken öğreniyor insan. oysa ağlamanın şarkıları bile vardı. zaman geçti, o yollardan çok arabalar, yol kenarlarından çok köpekleri onların yavruları, yavrularının yavruları birer yetişkin köpekler olarak geçtiler... ben bir kısmını ya gördüm ya görmedim. ama köpek korkusu hep vardır, değişmez.

    ağlamak neden güçsüzlük olsun şarkıları varsa eğer...

    insan çocukken de bütün dünyanın üzerine geldiğini düşünebilir pekala, ama bunun adını koyamaz. ben de öyleydim. bazı geceler kendi ölümümü hayal ederdim. kendi ölümümün yükü yetmezmiş gibi ölümüme üzülen insanların üzüntüsünden de üzüntülenirdim, içimde bir cenaze evi adeta. dünya üzerime geliyor, ben dünyanın yollarından, kenarlarında başıboş gezen köpeklerinden korkuyorum, belki de içten içe, evet, ölmek istiyorum. bilmiyorum. sonuçta bilincin çocuklukta yarattığı bir oyundu bu... günler geçer, sen o yıllardan geçersin, hiçbir şey hareket vermez olur kalbine ve bir taş gibi beklersin.

    her şeyinle taşlaştığın o yıllar için, o yıllarda küçük kaçışlar için derin dondurucuya atmışın işte bir hatıra. ağlamayı tecrübe etmiş bir kalp, nasılsa hatırlar yeteneğini an gelir...
hesabın var mı? giriş yap