41 entry daha
  • kimlik nerede başlar? hangi anda kimliğiniz anlam kazanır, kimliklendirildiğiniz mi yoksa kimliklendiğiniz an mı? kimliğin bazı nitelikleri olmalı; nitelik her yerde olmalı. nitelik yani qualitas denilen şey, bir şeyin o şey olmasının gerekçesidir. yani nitelik, şeyin/şeye kimliğini veren unsurdur. bu kapsamda kimliğin, bir şeye nitelikler bazında biçildiği an, kimliğin oluştuğunu söyleyebiliriz. burada kimliğin benimsenmesi ya da sorgusuz suâlsiz kabul edilmesi gerekmiyor. kimliğin bizzat onu yönlendiren erkin elinde anlamlı olduğu aşikâr. bu da haliyle kimlikte yaftalamanın ön plâna çıkmasını sağlıyor. sonsuz kere sonsuz yaftalama olabilir; kimliği bunalıma sürükleyen temel durum bu. bunun bir örneğini insan içine çıkmak başlığındaki entirimde anlatmaya çalışmıştım. insan, "insan içine çıkmak" gerekliliğini hissettiği vakit kimliğini insanlara çentiklemiş olur. bu örneği çoğaltabilirsiniz. kimlik zaten insanın kendi başına belirleyebileceği bir şey değilmiş gibi duruyor; kimlik, sorulan bir sorunun sonunda kendisine varılan bir şeydir. "kim" sorusuna verilen cevap "kim-lik"i verir; "var nedir?" diye sorulduğunda da "var-lık"a ulaşılıyordu. bunun gibi, "yok nedir?" diye sorulduğunda da "yok-luk"a varılmış oluyordu. burada "kim?" denildiğinde anlaşılması gereken şey, aslında şeyin nitelik olarak ne olduğudur.

    "şey" kelimesini bilinçli olarak kullanıyorum. descartes'ın res cogitans'ı yani "düşünen şey"i bir kimlik tespiti uğraşısının ürünüdür. filozof ikili bir yapı kuruyor: düşünen şey (res cogitans) ve düşünülen şey (res extensa). burada "kimlik arayışı", res cogitans'ın res extensa'ya dönüşümünü gerektiriyor. res cogitans aynı zamanda res extensa'nın kendisidir. özne nesneye indirgeniyor. o halde bu bir res yani "şey"dir. dahası kendinde şeydir, ki böylece üzerine yüklenen her türlü nitelik ona farklı türden kimliklere dönüştürmüş oluyor. niteliği neyse, kimliği de o. nitelik de görülen, duyulan, hissedilen ya da zannedilen şeylerden oluşur; o halde niteliğin şeye yüklenip onda kimlik oluşturmasının yolu, bir başka res cogitans'ın duyumsamasından geçer. başkası sizi duyumsarsa, sizin kimliğini oluşturabilir. kimliğiniz, başka birinin kimliklendirmesiyle oluşmuştur. bunun kaçarı yok; bir felsefeci-filolog hocası platon'dan hareketle şöyle demişti: "felsefeci felsefeciye muhtaçtır"; burada kastedilen şudur: "felsefeci bir başka felsefecinin soracağı sorulara ihtiyaç duyar; kaldı ki felsefeci ancak bu şekilde felsefeci olabilir: başka bir zihnin sorularıyla kendi felsefeci kimliğini şekillendirir." dağda, hayvanlar gibi, tek başına felsefeci olunamayacağı gibi; sıradan bir insanın "sıradan" kimliğinin de nitelikler bazında başka zihinlere ihtiyaç duyması gerekir. yoksa bir sonraki süreci hayvanlaşma olacaktır.

    kimlik "ben" değildir. ya da dilimizi ısrarak söyleyelim: kimlik, ben'in parçası olabilir. bu açıdan bakıldığında jorge larrain'in "kişisel kimlik hafızaya dayanır" yaklaşımı da tek taraflı olmasından ötürü tatmin edici değildir; zira burada kastedilen şey "kimliği aranan öznenin hafızasının onu vermesidir." oysa kimlik, çoğu kere bahşedilen olabilmiştir. "ha o mu, o dorock'ta takılır" dendiğinde, kimliği aranan kişinin dışındaki bir kişinin hafızası kimliği aranan kişinin hafızasını verir. oysa jorge larrain gibi john locke da şöyle diyordu: "bilinç geriye, herhangi bir geçmiş olay veya düşünceye erişebildiği ölçüde kişinin kimliğine ulaşılır" (john locke, essay concerning human understanding [london: george routledge, 1948], 2.27.17, p.251) çift taraflı olarak iki hafızanın bir kişinin kimliğini oluşturduğunu düşünmemiz gerekir. çünkü kim sorusunu soran (hatta soranlar) ve bu sorunun sorulduğu bir bilinç var. kimilerinde ilki, kimilerinde ikincisi baskın olabilir. bana kalırsa, "kim" sorusunu soran bilincin esiri olarak sürekli başkalarının belirlenimleriyle yaşayanlar sonunda başkalarının görmek istediği bir kimliğe mahkum olurlar. "ha o mu dorock'ta takılır" ifadesi yerini "ha o mu dorock'ta takılmak zorunda" ifadesine bırakır. jorge larrain'in de dediği gibi "kimlikle ilgili görülen temel düşünceler kalıcılık, uyum ve tanınmadır kimlikten söz ettiğimizde genelde belirli bir sürekliliğe ve kapsayıcı bir birliğe ve kendini tanımaya vurgu yaparız" (j. larrain, ideoloji ve kültürel kimlik, sf.197 sarmal yay. 1995), o halde "ha o mu dorock'ta takılır" denilen kişinin kimliği yaşatılmak durumunda, ki böylece kişi kendisiyle sürekli uyum içinde olabilsin. ancak her uyumun "doğru" olduğuna dair bir kabulümüz de yok.

    batı dillerindeki "kimlik" anlamındaki identity (ing.), identité (fr.) ve identität (alm.), latincedeki identitas'tan gelir. identitas kelimesi de kullanımı daha eski olan identidem kelimesine dayanır; bu kelime "tekrar tekrar", "müteakip" anlamlarındadır. bu etimolojik çıkarım da gösteriyor ki, kimlikte j. larrain'in kriter olarak belirlediği "süreklilik" etkendir. zira identidem'in de latincedeki atası olan "idem", "aynı" anlamındadır. bir nevi "aynı şeyleri yapma hali"nden mustarip süreklilik kimliği verir. kimisi ise kimliksizliği seçmek ister, bir kimlikte takılı kalmamayı. o da aslında bir kimlik haline gelir. kimliksizlik kimliği. sürekli bir kalıba sıkıştırılmak insan kaderidir. "türk", "müslüman", "doğulu", "erkek" vb. kalıplar aynılığın hükmünü verir. böylece "ha o mu dorock'ta takılır" ifadesinden "ha o mu dorock'ta takılmalıdır" ifadesine doğru geçiş yapan bireyin aslında adını koyamadığı bir şekilde başkası için kendini mahkum ettiği açıktır; "türk gibi" olmalıdır ya da "müslüman gibi"; kalıbın dışında davrandığında bu sefer kimliği yepyeni bir kimlikle yer değiştirir "hain". hain kimliği içinde "o bozuldu" anlamını verir; kalıplar içinde bozulmadan yaşamayı tercih etmenin bir erdem olduğu düşüncesi insan evladının en büyük gardiyanıdır.

    her an bir yere sığmadığınızın bilincine varmamanız gerektiğine dair bir yerlerde yasaklarla karşılaşırsınız. yasakların önemli bir bölümü belli kalıpların içinde kimliğinizin bekâsını sağlar. sizin başlı başına belirlenmiş kimlikle ölmeniz anlatırlar; (başka insanları tatmin edecek) yeni bir kimlik arayışı bile başlı başına anlamsız oysa, kimlik derdi olmadan insanlarla yaşamanın bir yolu varsa onu arayabiliriz. insana yönelen en büyük "kim" sorusu, kendinden gelmeli belki de. felsefecinin felsefeciye ihtiyacını en iyi mistikler çözüme kavuşturmuştur; "içe yolculuk", "iç-görü" arzusu ucunun nereye vardığını kişinin kendisinin (kimlik sahibinin) bile bilmediği bambaşka bir kimlikle vuslatı mümkün kılabilir. vuslat için de gerçi bir ön-varsayım gerekiyor, insanın neye nasıl kavuşabileceğini en azından evvelce kabullenmesi gerekiyor. peki vuslatın muhatabı, diğer iştirâkçisi kim? o da kişinin kendisi, kendi kimliği. o halde bunca yoğurmadan sonra hamur kıvamına geliyor, ön-varsayımımız şu: gnothi seauton - nosce te ipsum.
102 entry daha
hesabın var mı? giriş yap