76 entry daha
  • filmle ilgili çok spoyler içerir, unutmuşum uyarmayı; sonradan ekliyorum bu uyarıyı. isterseniz okumayın yazımı.

    filmdekine benzer bir malum olma halinden ben de mustaripmişim demek ki, tevekkeli değil, bu filmin adını duyduğumdan beri onu izlemem gerektiğine dair kulağımda fısıltılar duyuyordum. izledim ve sonunda yeni bir dünyaya yelken açmışçasına (bu tarz ifadeleri kullanınca da aklıma hemen grup yalarcasına geliyor; neydi o? filmde mi geçiyordu, allah bilir nereden zihnime çöreklendi) buruk bir hüzne gark oldum. önümde iki seçenek vardı ya bu ya angels and demons; bunu tercih ettim, sonuç kısmen pozitif. görüşlerimi paylaşmak istiyorum efendim.

    önce ilk aklıma gelen -ve benim için her şeyden önce gelen- şu tasarım meselesi oldu. filmin sonuna doğru üç aşağı beş yukarı tahminler de bulundum, yanılmadım. evvelce başka entirilerde şu tasarımlar meselesinin üzerinde kabaca durmaya çalışmıştım; insanoğlunun tanrılar uydurduğunu, çünkü buna mecbur olduğunu söylemeye çalışmıştım. bütün kutsallıkların aslında insan zekasına yakıştığını tasarımların insan zekası ölçüsünde güdük kalmasından çıkarıyordum. örneğin ademoğlu denize bakıyor, dehşetengiz bir fırtına görüyor; gemisinin alabora olmasının verdiği korkuyla bunu deniz tanrısı poseidon'un haşmetine ve gücüne yoruyor. çünkü bir insan başka bir insana dehşet saldığı zaman böyle yapar; bir şeyden dolayı kızar ve hıncını bedel ödeterek alır. biz şu an aklımızın almadığı, bir türlü anlayamadığımız bir yaratıcıyla anlam veremediğimiz bir düzende karşılaşırsak (şu an karşılaşmışız da, haberimiz yokmuş: bu da olabilir), bunu aktaramayız değil mi? oysa poseidon deyip işin içinden çıkmak kolay; neden? çünkü antropomorfik yapıda. insan önceki deneyimlerinden hareketle bir tanrı figürü oluşturuyor; sonra da ona inanarak en azından theogonia meselesinin yarattığı yükü üzerinden atıyor. açıkça söylemem gerekirse; bu konuda ne kadar muğlak bir yaratıcı güç tasarımı varsa, o kadar ona inancım sağlamlaşıyor. yine açıkça söylemem gerekirse; şu ana kadar gördüklerim içinde en muğlak tanrı da islam'ın tanrısı olduğundan, tasarım kriterinden hareketle, ona yaklaşmam daha mümkün. ben insanın anlayamayacağı bir yapının mümkün olduğunu düşünüyorum; o yüzden bütün dinî sanat eserlerinin fazlasıyla insan güdüklüklerinden kaynaklandığını gördüğümden, dinî tasarımların hiçbirinin benim için bir anlam ifade etmediğini itiraf edebilirim.

    filmi izleyenler niye buraya geldiğimi üç aşağı beş yukarı tahmin edebiliyordur; uzaylıların dünyaya yaşamı getiren asıl kudret olup olmadığına dair bir bilgimiz yok. film bunu vermiyor. ama filmin sonu yani sonu gelmiş olan dünyanın çeşitli bölgelerinden alınan çocukların yeni bir dünyaya uzaylılar tarafından taşınıyor ve yeni bir hayata adım atıyor oluşu, başlı başına şu an bulunduğumuz yeryüzünde de benzer bir yaşam başlangıcının olmuş olabileceğini düşündürtüyor. sadece bununla da sınırlı değil. filmin sonundaki, yeni yaşamın başladığı yere dair kareler de henüz bozulmamış cennet yaşamının imgelerini içeriyor:

    http://farm4.static.flickr.com/…57_8ff723d361_o.jpg
    http://farm4.static.flickr.com/…69_a668663d38_o.jpg
    http://farm4.static.flickr.com/…73_561d78cbec_o.jpg
    http://farm4.static.flickr.com/…77_a828567e5a_o.jpg

    fotoğraflarda gördüğünüz ağaç da meyvesinden yemenin yasak olduğu yaşam ağacı olabilir. dahası çocuklar günahkarlıklarla dolu eski yeryüzünden buraya atıldıklarına göre, bizim şu an yaşadığımız dünya cehennem, çocuklar adem ile havva, yeni geldikleri yer de henüz günahın işlenmediği cennet bahçesi olabilir. ortam buna müsait; çünkü olumsuz hiçbir şey yokmuş gibi duruyor. hava güzel, sıcaklık yerinde, bütün kaynaklar bol bol. insan henüz yasak meyveden tatmamış vs.; gerçi insanın yasak meyveden tatması, adem ile havva'nın ilk cinsel tecrübesine neden olduğundan; buranın da yani cennetin de cehenneme dönüşmesi için birleşme sonucu doğan evlatların kahpeliklerine ihtiyaç var. film biraz daha devam etseydi (ki neden devam etsin, manasız!), büyük ihtimalle caleb ile abby, dediğim gibi, çiftleşecek ve burayı da cehenneme çevirecekti. kendi mitoslarını yaratacaklar; ilk atalar bu cennet bahçesine kendilerini atanın tanrı(lar) olduğunu düşüneceklerdi.

    işte bütün bunlar tasarım, arkadaşlar. bu gördüklerinizin, duyduklarınızın, düşündüklerinizin hepsi tasarımdan ibaret. ben tanrı'nın ve tanrısal bütün lütufların tasarımdan öte olduğunu düşünüyorum; bunu filmden çıkarıyor değilim, film bizat bana bu tasarımın ne kadar güdük olduğunu, burada oturup da 5 dakika içinde özetleyebildiğim bir sistemi haiz olduğunu gösteriyor. benzer bir bir kanıtım daha var; şu uzaylılar meselesinde. aynı tasarım güdüklüğünü "uzaylıları nasıl tasarlıyoruz" sorununda da görebilirsiniz. neden biz uzaylıları maddi yapılarından sıyrılsalar bile bir insan gibi kafa, boyun, omuz, kollar, eller, ayaklar ve ana gövde olarak düşünüyoruz? çünkü algımız güdük. başka türlüsünü tasarlayamıyor; o halde ben şundan kesinlikle eminim ki, uzaylı diye tabir edilen "şey"ler varsa dahi, en azından böyle değiller. neden uzaylılar yukarı doğru çıkarken hafiften kanat'lanıyorlar? çünkü melek tasarımını anımsatmak durumundalar öyle mi? evet. hıristiyanlar bunu çok yaptılar, tasarım üstüne tasarım, kurgu üstüne kurgu; sonunda sabah yıldızı lucifer oldu, yarı pan görünümlü şeytan. oysa ben şeytanı tasarlayamayacak ölçüde bir terminolojiyle karşı karşıya olmalıydım; buradaki uzaylılar da kanatlanmayabilirdi. ya da fısıltıyla anlaşıyorlar; neden? fısıltı insana ve bu dünyaya özgüdür; "telepatiyle ulaşabilirlerdi" diyeceğim, ama o da insana özgü be kardeşim. bir şekilde, işte muâllâkta bıraktıkları bir mevzu olaydı, ne kaybederdi film? (ayrıca esas oğlanımız john koestler'in kardeşini ıssız adam'daki kız oynuyor, benzetmiş de olabilirim. o değilse emailimi ssg'den alsın kendisine söyleyeceğim birkaç şey var.)

    bu çağda artık başka türlü tasarımları sunmalı insanoğlu diye düşünüyorum; yüzyıllar içinde insan oğlunun kurgu ve tasarım yeteneğinin ne denli geliştiği ortada; başka türlü bir şey benim istediğim belki, bilmiyorum. bilmediğim için örnek de veremiyorum. öyle bir uzaylı çiz ki, ben onun uzaylı olduğunu bile anlamayayım. ne olduğunu bilmediğim bir felaket olmalı; güneş bile buna şaşırmalı. zihnim öylesine allak bullak olmalı ki, sonunda kurgu ötesine geçmiş gibi duran bir kurguyla karşılaşmış olduğum için, filmle ilgili entiri bile giremeyeyim. mesela black sabbath'ın planet caravan'ı benim için öyle bir tasarım ki, hakkında entiri girmekte zorlanırım. anlatılacak gibi değil, hislerim kelimeler şeklinde vücuda gelemez. güdük kalır. oysa bir tane bile şarkısını bilmediğim hadise'yle ilgili konuşabilirim. eurovision'da kaçıncı olduğunu bile bilmiyorum ama konuşabilirim; allah ne verdiyse dilimin bağları çözülür; eleştir babam eleştir, bilmeden konuşurum, olur bu. insan bildiği şeyi anlatamaz, canlarım. bilmediği şeyi ise tekrar tekrar... bende ne cevherler var, ama hiçbirini anlatamıyorum işte. herkes böyledir. ama işte knowing'de de bu vardı; yani üzerine açıklama yapılabilirlik. çünkü tasarım güdük, çünkü onu tasarlayan da güdük. öteye gidememiş; astrofizikçi bir zat ne maaş alıyor mübarek, çiftlikte yaşıyor. ne bileyim babası inançlı, kendisi inançsız; filmin sonunda inanmaya başlıyor. yahu bunlar da sizde dejavu etkisi yapmıyor mu?

    ürperticiliğin sınırlarında dolaşmayı özlüyorum. sanki bir zamanlar dolaşmışım gibi hatırlıyorum, platon'a katılıyorum, bu bilgilerin hepsini bir gün mutlaka hatırlayacağım.

    "sen, ölülere işittiremezsin. eğer dönüp giderlerse, sağırlara da çağrıyı duyuramazsın."
92 entry daha
hesabın var mı? giriş yap