• mutezile felsefesinin temeli insan ve bilgi meseleleridir. bu öğretiye göre akıl ile bağdaşmayan, duyularla kanıtlanamayan bir şeyin gerçekliği söz konusu değildir. kuran'da ve hadislerde bildirilen kader, kıyamet günü birer kavramdır. insan kadere bağlı değil, aklına bağlı ve onun gösterdiği şekilde yaşar. cennet de cehennem de birer kavramdır ve dolayısıyla da yoktur. inanç insanı geliştirmez, ona üstünlük sağlamaz, insanın inanç ile bilgiye erişimi mümkün değildir.

    (bkz: vasıl bin ata)
  • vasıl bin ata tarafından kurulan, kaderin varlığını inkar ederek tanrının sıfatları konusunda ehl-i sünnetten ayrılan felsefi akım.
    islamda daha çok sünni inançlara karşı çıkan, tanrı'nın zatı ve sıfatı konusunda islam geleneği ve kur'an'la bağdaşmayan fikirlere sahip ekol.
  • bir mezhep olarak abbasiler döneminde gelişip yaygınlık kazanmış fikir hareketi.
  • islam felsefesindeki "akilcilik akimi" olan mutezile'ye gore , her davranisin sonucundan sorumlu olan insanin bizzat kendisidir. allah'in bahsettigi akil bu noktada insanin basvrucagi tek danisma merkezidir. mutezile bir felsefi akim olarak islam dinindeki yozlastirmaya ve dogmalara karsi tam bir yureklilikle sesini yukseltebilen ilk felsefi akimdir, sonradan da islam tasavvufu icinde akil yolu aydinlaticisi olmustur.
    (bkz: esarilik)
  • hristiyanlıktaki protestanlığa benzetilebilir.
    edit: br mezhep değil bir ekol olması düşünüldüğünde protestanlıktan çok fransisken sectine benzetilmesi yönünde uyarı alınmıştır.
  • (bkz: matüridilik)
  • islam tarihinin en alengirli dönemlerinde, fikirsel üretimleriyle müslümanların düşünce dünyalarına derinlik kazandırmış ekol. mu’tezile, müslüman dünyanın hızla genişlediği, emevi – abbasi devletinin dünyanın en köklü medeniyetleri üzerinde hakimiyet kurdukları çağlarda, ortaya koydukları kelami düşüncelerle müslüman dünyanın felsefi alanda derinleşmesini sağlamıştır.

    yaygın kanının aksine mu’tezile, yunan felsefesinden ve diğer kadim geleneklerden etkilenerek ortaya çıkmamış, onların üretimlerini geliştirerek sistemleşmemiştir. mu’tezile, bu felsefi yaklaşımlarla kimi etkileşimler yaşasa da, temelde islami değerler üzerine kurulu bir anlayış geliştirmiştir.

    mu’tezile, itizal edenlerin tamamı için ortak bir cephe olarak belirmiştir. itizal eden, yani genel kanının dışına çıkan, farklılaşıp ayrılanlar, düşünsel özgürlüğe ve akla önem verir, kur’an merkezinde bir algı geliştirmeye çalışırlarsa mu’tezile olarak anılmışlardır. her ne kadar mu’tezile, “usulul hamse” üzerinde birleşenleri ifade etse de, onu bir mezhep olarak görmek hatalı olacaktır. zira mu’tezile kendi tarihi içinde sürekli gelişim göstermiştir. ekolün kurucusu vasıl b. ata temel ilkelerden sadece üçünü tanımlayabilmişken, ibrahim nazzam ve allaf diğer ilkeleri netleştirmiştirler. cubbai, bir şafii fıkıhçısı olan kadı abdulcebbar ve cehm b. safvan gibi mu’tezile’ye katkı sağlayan imamlar pek çok konuda farklı yaklaşımlara sahip olmuşlardır.

    diğer taraftan, aklı önemseyenler, daha doğrusu rasyonalist bir anlayışla düşüncelerini şekillendirenlerin mu’tezile olarak tanımlanması doğru değil. zira mu’tezile akla önem vermesine karşın, onu vahyin rehberliğinde kullanmış, kur’an ekseninden ayrılmamıştır. nitekim ibni sina ve ibni farabi gibi filozoflarca kabul edilen, alemin ezeliliği, maddenin varolmadığı gibi şüpheci yaklaşımlarla deist fikirler mu’tezile tarafından kabul görmediği gibi, cahız ve cubbai gibi pek çok mutezili alimin reddiyelerine maruz kalmıştır.

    işte bu noktada, mu’tezile’yi doğru anlamak için onun akla yüklediği anlamı ve akıl – vahiy ilişkisini incelemek gerekir. mu’tezile’de genel kabul gören anlayışa göre akıl nakli bilgiden bağımsız olmayan; insanın bilgileri değerlendirip; doğru ile yanlışı, güzel ile çirkini ayırt etmede (furqan) kullanılan bir araçtır. sanılanın aksine mutezile aklı vahye alternatif bir kaynak olarak değerlendirmez. maalesef mutezilenin akıl teorisi bugünün alimlerince batıdaki “rasyonalizm” ile karıştırılmaktadır. rasyonalizm; akla bir çeşit uluhiyet yükleyerek; tanrılaştırmakta ve hayatta tek “kaynak” kabul etmektedir(sekülerizm). ancak mu’tezile’nin akıl tanımı bundan farklı olarak vahiy temelli ve vahyi anlamaya, hayatı ve evreni sorgulayarak; bu bilgileri vahiy ışığında hayatta uygulamak suretiyle öze ulaşmak demektir. mu’tezile buna “islami akıl” demektedir.

    mutezile’nin aklı kullanmada gösterilebilecek en önemli örneklerden biri de güzel çirkin veya iyi kötü yü belirlemede kullandıkları yöntemdi. buna göre akıl iyi ile kötüyü ayırt edebilir, güzel ile çirkini ayrıştırabilir. cubbai bu konuda şöyle der: “güzel ve çirkinin belirleyeni vahiydir. allah birşeyi nehyettiyse o şey çirkindir. allah’ın mübah kılması caiz olmayanlar ise fıtrat itibariyle zaten kötüdürler. allah emrettiği için bugün güzel olarak düşündüğümüz şeyler güzeldir. ancak bunlar allah emretmese de (fıtraten) güzeldirler. (bkz. şehristani, el-milel vel-nihal, mutezili imam cubbai’nin sözleri için bkz. eşari-makalatül islamiyyin)

    islam akaidi açısından da mu’tezile mütevatir bilgiyi (kur’an’ı) ölçüt kabul etmiş, ancak kur’an’ın açıklamadığı alanlarda akıl yürütmüşlerdir. mu’tezile’nin metoduna göre kaynaklar şu şekilde sıralanır: akıl (algılama aracı olarak) = kur’an = akıl (vahiy eksenli kriter olarak akıl) = hadisler = diğer tarihsel veriler = toplumun örfleri. dolayısıyla mu’tezile’de akıl kur’an’ın önünde alternatif bir kaynak değil; kur’an’ı toplumsal yasalarla birlikte anlamaya çalışan bir araç; kur’an dışındaki kaynaklar için ise vahiy eksenli bir ölçüttür. bu nedenle mu’tezile’nin tartışılmaz kabul ettiği hiçbir bilgi yoktur. mu’tezile ortaya koyduğu bütün bilgileri belirli akli çıkarımlarla destekler. bu anlamda mu’tezile diğer mezheplerin aksine spekülatif bilgileri –hangi kaynaktan gelirse gelsin- kabul etmeyerek araştırmaya tabi tutmuş; mantıksal nedenlerini görebildiğinde inanç haline getirmiştir.

    (bkz: copy paste degil alin teri)
  • eski bir prensibi hatırlatır. halife el'memun ve mehdi döneminde tam bir devlet terörü estirmiş, ahmed bin hanbel'i zindana tıkmış gruptur. daha sonra da maveraünnehir'de aynısı (ve fazlası) bunlara uygulanır. bakunin'in sözüne nasıl da getiriyor: "en ateşli devrimciyi alın, sınırsız iktidar verin; bir yıl içinde çar'dan daha beter olacaktır."
  • gazali döneminde zaten pek ortada kalmamış olan itikadi mezhep. halife me'mun dönemi sonrası yönetimlerce kendilerine sıcak bakılmadığı için, zaten ancak alimler arasında olan bu sınırlı kitle, maveraunnehir katliamıyla da birlikte silinmeye yüz tutar. gazali'nin tehafüt'ünde asıl hedef aldığı kitle "feylesoflar" kitlesidir. ayrıca ilginç olan da şudur ki mutezili itikadında olanlar çoğunlukla amelde hanefidirler. hatta tabakat kitaplarında ebu hanife'yi kendilerinden göstermeyi de ihmal etmezler. mutezile'yi, ünlü muhammed ebu zehra gibi eleştiri yağmuruna tutanlar olduğu gibi, ahmet emin gibi, yok olmasına "islam medeniyetindeki felsefi düşüncenin ve akılcılığın sona ermesi" gözüyle bakanlar da vardır (türkiye'de, ebu zehra'nın "islam'da itikadi, siyasi ve fıkhi mezhepler tarihi" eseri, yazarın ortodoks sünni yoruma yakınlığıyla beraber neredeyse temel kaynak gibi görüldüğü için genel görüş bu birinci ekole çok yakın.)
  • islam kültürüne zenginlik katan unsurlardan biridir.
    her ne kadar "ehl-i sünnetten ayrılanlar" olarak gününün şartlarına göre doğru bir isimlendirme yapıldıysa da, islam dini içinde akıl ve akılcılığın önemi konusunda diğer birçok inanç akımına olumlu etkileri de olmuştur. ehl-i sünnetin azam imamı ebu hanife, kufe yıllarında bu akımın önde gelenleriyle büyük tartışmalara girdiyse de onların fikirleriden etkilenmiş olduğu söylenebilir. itikad ile ilgili temel fetva ve görüşlerini aktaran el fıkh-ı ekber adlı eserde kader, irade, insanın sorumluluğu gibi hususlarda nakle dayanan ve akla uyan değerlendirmelerinden bu kolayca müşahade edilebilir.
    diğer taraftan söz konusu edilen imam ı azam bile mutezile'nin içinde olduğu tartışma ortamından bir süre sonra kaçma gereği duymuş ve talebelerine de mutezile'nin tartışmalarına kendilerini kaptırmamalarını öğütlemiştir.

    aradan bunca zaman geçtikten, mutezile akımı fiilen sonlandıktan ve islam dünyası rasyonel düşünen bir dünya karşısında oldukça geriledikten sonra, bugün için bazı müslümanların, mutezileye hala düşmanlık beslemeleri, tekfir etmeleri bu açılardan yanlış ve gereksizdir. islamın sahih bir nakle dayandığına inananların, din ve dolayısıyla kur'an'ın tutarlılığı üzerinde kolayca şüphe içine düşüp onu akılla anlamaktan uzak durmaya çalışması, akılla kavramaya çalışanları dışlaması, bir kompleksin neticesidir. bu tür davranışlar islam'ın anlaşılması ve uygulanması bakımından da uzun vadede kötü neticeler verebilmektedir.
hesabın var mı? giriş yap