• 14. yüzyıldan itibaren cami ve mescitlerde yaygın olarak kullanılan, ana mekanın dışında yarı açık hazırlık bölümü, bayram namazında içerde yer kalmazsa cemaat burda kılar namazını. adı da komik yahu, son ütücü gibi..
  • özellikle kışın soğuk havalarda sona kalan dona kalır sözünün ne denli gerçek olduğunu gözlemleyebileceğimiz cami bölümü. orada da yer kapmaca var bi nevi
  • tarihi camilerde kıble yönünü göstermesi için buralara da mihraplar yapılırdı, şimdiki camilerde çizgili halılarla bu işi hallediyorlar fakat dalgın bir insanın 180 derece yanılma riski mevcut.
  • üzeri karla kaplanmış ayakkabılarını alelacele çıkartıp silkeleyerek rafların birine bırakıverdi. üşüyordu. cezbeye kapılmış bir derviş gibi titriyor, soğuktan morarmış
    ellerini kah ovuşturuyor kah yumru haline getirip içine doyasıya hûluyordu.
    "neyse şimdi içeride bir güzel ısınırım" diye düşündü. hele cami alttan ısıtmalıysa değmesinlerdi keyfine. minbere sırtını verir, murakabe yapıyormuşçasına kaylûlenin gözüne gözüne vururdu. düşündükçe keyiflendi.

    "hadi hadi, selamı hakettin" diye mırıldandı camiye.
    "tahıyyetü'l-mescid boynumuzun borcu oldu"

    cami kapısının tokmağına yapıştı elleri ve bismillah diyerek iteledi kapıyı.
    ama o da nesi? bir türlü açılmıyordu kapı. zorladı var gücüyle. zemheride bir od almaya gelmiş biçare gibi.
    lakin nafile. beytullah, abdullahı içeri almamakta kararlıydı.

    imam ve daimi cemaat hakkında ağzından baklayı çıkarası geldi. ama soğuk buna dahi mecal bırakmamıştı ki.
    çaresizce döndü geriye ve son cemaat yerini alıcı gözlerle bir kez daha süzdü.

    arka cepheyi boydan boya kaplayan ayakkabılıklar, üzerlerinde yükselen ve içeriyi ışıkla buluşturan buzlu camlarla ortama tam bir sibirya havası katıyordu.
    gelişigüzel serilmiş, baklava yufkası inceliğindeki kilimler, seccadeler sanki altlarındaki mermer tabakanın soğukluğunu bihakkın üzerlerine yansıtmanın gururunu taşıyor gibiydiler.

    hafifçe yutkundu. kayluleden geçmiş, can derdine düşmüştü.
    "en iyisi bir an önce topuklayayım" diye düşündü.

    tam dış kapıya yönelmişti ki çöl kumu üzerinde namaz kılan rasülü hatırladı.
    itikafa girdiğinde yağan yağmurlara aldırmadan secdesine devam eden, sabah namazına gelen ashab tarafından yüzü çamur içinde bulunan peygamberi, peygamberini...

    hem caminin ne suçu vardı ki? madem mescide gelmişti, alnı secde ile buluşmalıydı.

    iki seccadeyi üst üste koydu ve dîvana durdu.
    ve duruldu.

    geçe çöl soğuğunda çaresiz kalmış ailesine, tur dağı'ndan bir parça kor getirmek için yola çıkmış musa gibi.
    ateşe diye yola çıkmış lakin ateşi yaratanla kelam eylemişti.

    yüreği ısındı.
    sıcaklık hale hale yayıldı vücut iklimine.
    ve murakabe...

    ve ikindi ezanı.
    cami de sevmişti onu. son cemaat yerinde miraca yükselen bu kulu ikindi namazı için davet etti içeriye.

    abdullah sevinçle yöneldi beytullah'a...
  • emel özkan'ın dergâh'ın son sayısında * yayımlanan bir şiiri. şiirden bir dörtlük şöyle:

    "çözülmüş nehrin dili / seslerine tırmanır çocuklar / mektebi asıp bir bahar dalına / baştan alırlar, neşeyi"
  • (bkz: pensilvanya)
hesabın var mı? giriş yap