• if 2004 ün merak edilenlerinden, mark achbar ve jennifer abbott un belgeselimsi çalışması.. "eğer şirket bir psikopatsa, iyileştirilmesi mümkün mü?”
    film hakkındası;
    bundan 150 yıl önce şirketler, iş yapabilmenin düzenlenmiş bir yolu olarak ortaya çıktılar. şimdi ise şirket, küresel bir güç. şirket, hukuki anlamda bir “kişilik” olarak algılanan bu kurumun felsefesini ve işleyişini çarpıcı ropörtajlarla ve esprili bir bakışla mercek altına alan bir belgesel. dünya sağlık örgütü’nün, psikologların ve psikiyatristlerin kullandığı standart araçlarla bu “kişi”nin karakterinin temel özelliklerini incelemeye alan belgesel, oldukça rahatsız edici bir sonucu gözler önüne seriyor: bencil, ahlaksız, duygusuz ve hilekar olan şirketlerin işleyiş ilkeleri onların anti-sosyal kişiliklere bürünmesine neden oluyor. anlayış, sevgi ve paylaşım gibi insani özellikleri taklit ederken bile, yoluna çkan sosyal ve hukuki standartları yerle bir eden şirketler, hiçbir zaman suçluluk duygusunu hissetmiyorlar. teşhis: serbest piyasa ekonomisinin ilkelerinin kurumsal bir düzenlemesi olarak karşımıza çıkan şirketler aslında bir psikopatta gözlenen tüm özelliklere sahipler. şirket’in belkemiğini, dünyanın en büyük şirketlerinin (shell, pfizer, ibm, goodyear vb.) yöneticileriyle ve önemli düşünürlerle (noam chomsky, peter drucker, milton friedman, naomi klein, mark kingwell, vandana shiva and michael moore) yapılan röpörtajlar oluşturuyor. bu karışıma bir de şirket casusları, gizli bir pazarlamacı, akademisyenler, tarihçiler ve aktivistler eklendiğinde ve tv reklamlarından, şirket propagandalarından ve filmlerden görüntüler de eklendiğinde, şirket denen kurumun büyüleyici bir portresiyle karşı karşıya kalıyoruz. bugüne kadar katıldığı tüm festivallerde izleyici ödüllerini toplayan şirket, belli ki çağımızın en vahim hastalığına parmak basıyor.
  • ifistanbul kapsaminda gosterilecek etkileyici olduguna inandigim belgesel film.
  • jennifer abbott , mark achbar ve joel bakan tarafindan hazirlanmis alkisi hakeden (ve de bugun fitasda alkislanmis)belgesel. ifistanbul un ucuncusunde gosterilen bu 165 dakikalik belgesel sirketlerin ne menem seyler oldugunu ve dunyayi nereye goturduklerini gayet guzel ve basit sekilde anlatiyor. noam chomsky , howard zinn , naomi klein , michael moore gibi insanlarin da gorusleriyle katkida bulundugu belgesel gercekten de herkesin bir sekilde gormesi gerektigini dusundugum ve de uzerine dusunulmesi gereken bir basyapit. ozellikle kapanista michael moore un konusmasini takdir etmemek mumkun degil.

    bununla ilgili olarak;
    www.thecorporation.tv
  • kurgusu çok etkileyici ancak çookk uzun tutmuşlar,,
  • zaman zaman gözlerinizi dolduran ve miğdenizi bulandıran belgesel.
    insanı kesinlikle umutsuzluğa ve mutsuzluğa itiyor. insanlığın geldiği nokta gerçekten içinizi acıtıyor, geri dönüşü de yok gibi gözüküyor.
    tek kusuru uzun olmasıydı.
  • bowling for columbine in pabucunu dama atmis, damdan alip uzaya firlatmis son yillarda izledigim en kral filmlerden olan bi saheser. sirket dedigimiz bu tüzel kisiligin ne igrenc bisey oldugunu, psikopat oldugunu, hatta who cikisli psikopasi semptom ciktisi destekli psikopatin prototipi oldugunu, belgesel film olmanin geregini yerine getirerek, en objektif sekilde, bilgi üzerine bilgi, istatistik üzerine istatistik vererek, zaman zaman komik zaman zaman insanin icini karartacak sekilde sunan film.
    belli ki filmin yaraticisi kanadali gencler sosyalizm tandansli. ama filme o tandansin ürünü bakis acisiyla yaklasmamalari, noam chomsky nin howard zinn in dediklerinin yani sira zamanin ceo lariyla, bizde reklam ürünü olduk oley diye cilgin atan genclerle, bizzat büyük sirketlerin, kapitalist güclerin icinden cikmis nice insanla da konusup, konuyu masaya yatirip, ayni sonuca varmalari, bunu tarafsiz bakis acisiyla yapmalari, olayin pro sunu contra sini ele alsan, su acidan baksan, döndürüp o acidan baksan, nerden bakarsan baksan, sonucun ve gercegin tek oldugu ikibucuk üc saat boyunca gözümüzün icine soka soka, sahsi sova kacmadan, "o kadar hakliyiz ki" gazina gelmeyip, objektif cizgiden sasmadan göstermeleri, gösterebilmeleri, ayakta alkislanicak cinsten bi basaridir, sirf bu yüzden bu film bütün övgüleri hakeder. michael moore stili amerikan sistemi elestirisinden farkini bu sekilde ortaya koyar.
    bu filmin ne dvd si ne divx i ne de biseyi bulunur internet ortaminda, bi sekilde sinemada izleyememis kisi bu filmi nasil izlesindir bilmiyorum, ama tez zamanda biseylerinin cikarilmasi, herkese izletilmesi, alabildigine cok kisiye ulastirilmasi gerekir onu biliyorum.
  • subjektif elestri ile objektif dokumantasyon arasindaki ince cizgiyi cok iyi yakalamis bir eser....
  • yanarim ki 2004 senesi icinde sinema tarihinin en iyi hazirlanmis belgesellerden birisi vizyondan geciyor, hanesinde bir avuc entry ile kalakaliyor. kahrolurum ki bu belgesel sonrasi dayak yemis, uzerinden tren gecmis supermen hallerimin ustune geliyorum goruyorum ki bu filmi, hem de coluk cocuk, yasli hasta, zengin fakir herkesin izleyip bir seyler anlayacagi, idrak edecegi bu buyuk fikri meyvayi, ancak ve ancak zaten filmden bir seyler izlemese de konu hakkinda bir cift laf edebilecek insanlar izliyor, bilen daha cok bildigiyle, bilmeyen bilmedigiyle kaliyor.

    o halde:
    yalvaririm ki bu entryi okuyanlar ne yapsin ne etsin bu filmi gorsun, bulsun, tedarik etsin, hayatinin en sallak mallak saatlerini yasamaya, ama ciktiktan sonra kalbinde umut ile yasamaya vakif olsun, beni degil, bu filmi yapanlarin hatirasina saygi durusunda bulunsun.
  • konuyla ilgili bir iktisat-phd ogrencisinin yorumuda soyledir,
    "(...)
    of course corporations have done bad things, and corporations need to be regulated. in this regard the film does make a fundamental point: corporations have no incentive to consider the public good in conducting their business. a system that expects corporations to consider the public good in their private affairs will not work. figuring out how to make corporations care about national welfare is an important question. it’s a complicated question with a complicated answer.
    (...)
    the movie ridicules the idea of “privatizing the air.” by privatizing the air the film means market based mechanisms for trading pollution amounts. i am not an expert in this area, but kaj thomsson (an environmental econ guy) has told me that these systems generally work well. the logic is that you cap the total amount of emissions and then let a market allocate which firms pollute the most. the cap part keeps the total level of emissions in check, and the market part gives pollution rights to firms that produce the most value from polluting. the level of the cap is a tough question, and one that merits discussion. but to liken this system to one where corporations own everything, hinting at a world where we’d pay for the air we breathe, is idiocy.
    (...)"
    tamami icin,
    http://pantheon.yale.edu/~ssa24/corporation.htm
  • son zamanlarda belgesellerin düştüğü bir hataya düşse de gerçekten yakın çevremdeki çoğu angutun çenesini yere düşürecek nitelikte bir yapıt. tıpkı fast food nation'u okuyunca vejeteryen kesilen bir kısım insanın bir göz gezdirmesi gerekiyor. lakin yine de anti-globalist ve fakat gayet tabii ki iyi niyetli insanların düştüğü yanılgılar yankılıyor. efenim şirket kişiliği psikopattır savı maalesef anayasanın 4ncü maddesi esprisine uysun diye kalıba uydurulmuş sanki. yine de iyi bir fikir izleyicinin aklında kalması bakımından. fakat denilemeyen denilmiyor, şirket olgusu her zaman için götümüze gireceğinden insanlığın kabullenebileceği komünel ve anarşik bir ütopyaya değinilmiyor. işletmelerin yerel mülkiyet olması gibi çözümlerden yola çıkmak, özellikle söz konusu zulümlerin anlatılmasının ardından çok hafif kaçıyor. şirketlere burada bir kuduz hayvan yakıştırmasını yapamamışlar ya ona yanarım ben.

    evet değişim çok zor diyip kesip atılmış ve bir de halı satan bir şirketin ceo'su tanık yapılmış. zira adam da kendisiyle çelişip serbest piyasanın motivasyonlarının kontrol altına alınamayacağını söylemiştir. o ceo'ya da kıl oldum zaten, biraz yeniden doğan hıristiyanlara benziyordu, hatta bizim huzur içindeki müslümanları da biraz andırmıyor değildi. zaten ecology of commerce diye bişi okuyup olaya uyanmış, bi siktirsin gitsin. ben bu filmin bana "hacı olay bolivia'da halkın içme suyunu sike sike geri almasıdır esasen" dediğini düşünmek istiyorum. e tabii hala sosyalizm gibi kavramlardan kaçan amerikalılara en geniş çapta mesajını ulaştırmak isteyince biraz sıkıyor. moore'un sonunda söylediklerini ise uzun süredir duymak istiyordum, ve sanırım o da zaten ona hayran olmak isteyen ve fakat şirketlere sermaye olmasından dolayı çekinen insanlara cevap vermek istiyordu. güzel olmuş eferim.

    bir de bunu alanlar bunu da aldı -- (bkz: manufacturing consent)
hesabın var mı? giriş yap