• "1989 yılının 14 ocak'ı 15 ocak'a bağlayan gecesinde cizre'nin yeşilyurt köyünde binbaşı cafer tayyar çağlayan yönetimindeki operasyonda köylülere insan dışkısı yedirilmişti. yeşilyurt köylülerinin uzun uğraşları sonucu açılan davada dışkı yedirme olayını reddeden çağlayan 'kötü muamele' nedeniyle 3 ay hapis cezasına çarptırılmış, bu ceza da paraya çevrilerek ertelenmişti. mahkemelerin reddettiği dışkı yedirme olayı nedeniyle köylüler avrupa insan hakları mahkemesi'ne başvurmuş, aihm mahkûm ettiği türkiye'nin köylülere 300'er bin fransız frangı ödemesini kararlaştırmıştı. cizre yeşilyurt köyü sakinlerine 'dışkı yedirilmesi' davasında türkiye rekor tazminata çarptırıldı. mahkeme 1994'te türkiye'yi 'kötü muamele', 'işkence' ve 'dışkı yedirme' yüzünden mahkûm etti. her bir mağdura da 300 bin fransız frangı ödenmesine karar verdi. aihm kararının, türkiye'nin mevzuatının da demokratik olmadığını ortaya çıkarması üzerine, türkiye yasada düzenleme yaptı."[1]

    basın açısından da inceleyelim. hasan cemal'in "kürtler" kitabında olay şöyle anlatılır:

    "1989 yılı ocak ayında bir gün.
    evdeyim, telefon:
    celal başlangıç cizre'den gece vakti arıyordu. shp genel başkanı erdal inönü'nün güneydoğu gezisini cumhuriyet adına izlemekte olan celal. idil'in girişinde köylüler konvoyun yolunu kesmiş. o sırada idilli bir avukat, hasip kaplan, celal'in eline bir mahkeme dilekçesi sıkıştırmış. celal de cizre'ye gelince, gece vakti, ipek yolu üstündeki bir kahvede dilekçenin altında imzası olan dört köylüyle buluşmuş. sonra da hemen genel yayın müdürünü aramıştı:
    'hasan abi galiba olay doğru. jandarma hem dövmüş adamları, hem bok yedirmişler.'
    'celal emin misiniz? pkk'nın dezenformasyonuna gelmeyelim. sen istersen, yarın köye kendin git. insanlarla konuş. sonra beni ara.'
    celal başlangıç ertesi gün akşama doğru yeniden aradı. cizre'nin yeşilyurt köyüne gitmiş, köylülerle konuşmuştu. ilginç bir tanık vardı. diyanet'in köye atamış olduğu konyalı imam. köyün kendi beslediği imamı gibi o da dışkı yedirme olayına tanık olmuştu. jandarma ona arkasını döndürmüştü, olayı görmemesi için. ama neyin olup bittiğini görmüş, celal'e de anlatmıştı.
    'celal, pkk'lı mı bu köy?'
    'benim istihbaratıma göre değil. ancak sempatizanlar vardır. korkudan, şundan bundan yardımcı olmuş olabilirler. kapalı olan köy okulunun camları köy çocukları tarafından kırılmış, içeri girilmiş. buraya büyüklerini yapmış çocuklar. yedirilen dışkılar da buradan alınmış.'
    ertesi gün yazı işlerinde tartıştık konuyu. ve gazetede yayımlamaya karar verdik. konu her şeyden önce insan haklarıyla ilgiliydi. biliyordum. güneydoğu'da 'insan hakları' deyince tüylerinin nasıl diken diken olduğunu.
    o yüzden adım adım gidecektik. önce cumhuriyet'in birinci sayfasındaki köşeme köylülerin savcılığa verdikleri dilekçesini yorumsuz yayınlayacaktım. olaya burasından girecek, sonra aşama aşama tarafların görüşlerini alarak büyütecektik haberi. (...)
    cumhuriyet'e ve olayı başlattığım için bana karşı kıyısından köşesinden bir karalama kampanyası için düğmeye basılmıştı. bir kısım basın da devreye girmişti. iş gitgide büyüyordu."[2]

    aynı kitapta cemal, kimi devlet-medya toplantılarında bu tür haberlerden tsk'nın "nasıl rahatsız olduğu" da anlatıyor. "millî gazetecilik"* olgusu, yaşanan onca olayın nasıl üstünün örtüldüğü açıklayabilir. hasan cemal, "’’celal başlangıç'la beraber cumhuriyet'teki köşemde bu haberi kampanya haline getirdik. büyük saldırılara uğradık. 1993'te ise türkiye, avrupa insan hakları mahkemesi'nde mahkûm oldu... basın, olayların üzerine sistemli gitmedi. birçok şeyin üstü örtüldü." diyor, peki tanıklıklar nasıl konuşuyor? cumhuriyet adana bürosu'nda çalışmış, olaya ve habere tanık cengiz mumay anlatıyor:

    "yeşilyurt olayı cumhuriyet’e dört-beş gömlek bol geldi... biz adana bürosu olarak her gün güneydoğu izlenimleri yazıyorduk. bu olayı da o izlenim araştırmalarımız sırasında yanımıza 'biz bok yedik.' diye gelen ve savcılığa verdikleri şikayet dilekçesini bize veren köylüler tarafından öğrendik.

    bu haberi, o dönem bölgede ve ülkedeki baskı ortamı nedeniyle çok fazla kurcalamadan, hatta biraz da es geçerek, izlenim yazımızın arasında, köylülerin dilekçesiyle beraber yedi-sekiz satır olarak verdik ilkin. yazı, celal başlangıç’ındı. ertesi gün yayınlanan yazıda bu bölüm çıkarılmıştı.

    gazetenin yazı işlerinden öğrendiğimize göre, bu haber baskıdan hemen önce yazı işleri’nde adı saptanamayan (!) biri tarafından çıkarılmıştı yayından. (celal başlangıç’ın 'cizre dosyası' isimli kitabında bu olay ayrıntılı bir şekilde ele alınmıştır.)

    bunun üzerine adana bürosu olarak isyan ettik nerdeyse. celal küplere bindi... hasan cemal, başarılarımız da ortadayken demoralize olmamızı istemiyordu ve bu isyanımız karşısında olayı araştırmamızı istedi.

    bunun üzerine, can güvenliği korkusu taşıdığımızdan yanımıza zamanın shp milletvekilleri cüneyt canver ve fuat atalay ‘ı da alarak köye gidip durumu iyice araştırdık.

    ardından haber patladı...

    demirel dahi o dönemde 'bunu yapanlara yedirmek lazım.' dedi...

    o güne kadar güneydoğu’daki insan hakları ihlallerine seyirci kalan diğer tüm gazeteler de olaya haftalarca yer vermek zorunda kaldı.

    günlerce yaptığımız haberler o kadar gerçekti ki, devlet bile aleyhimizde işlem yapmadı hiçbir zaman. çareyi celal’i terfi ettirip (!) istanbul bürosuna almakta, benim de ayrılmamı sağlamakta buldular...

    bugüne kadar türk basını böyle bir büro görmemiştir inanın... bizim büro dağıtıldıktan sonra cumhuriyet’te insan hakları rafa alındı ve güneydoğu’da bir devir kapandı. maalesef, büromuzun neden dağıldığını hiçbir zaman öğrenemedim.

    büroyu dağıtanların başında da hasan cemal ve hikmet çetinkaya geliyordu....

    olayın, izmir kökenli hikmet’le celal’in iç çekişmesinden kaynaklandığını sandık başlangıçta, ama zaman geçtikçe daha büyük olduğunu gördük.

    sanırım bizlerin yarattığı gündemler cumhuriyet’teki ağa babalarıyla devletin arasını açtı.."[3]

    satılmış medya mı dediniz??

    ------

    [1] "türkiye aihm'de hep mahkûm", birgün, 5 aralık 2006
    http://www.birgun.net/…73&year=2006&month=12&day=05
    [2] celal başlangıç, "'akan kandan herkes ders çıkarmalı!'", radikal kitap, 11 nisan 2003
    http://www.radikal.com.tr/….php?ek=ktp&haberno=1886
    [3] dilek yaraş, "örtünün altında cumhuriyet de kalmış", internethaber, 1 ağustos 2006
    http://www.internethaber.com/…le_detail.php?id=3870

    edit: sevgili feyerabend'in uyarısını ekleyelim. birgün'ün linki değiştiğinden çalışmıyormuş, düzelttim. internethaber'de ise sanırım yazı kaldırılmış, internette de bulamadım. değerli kamuoyuna duyurulur.
  • şimdi bu davayı genel olarak kapsayan kürt hareketine bazıları sadece dış mihraklar sebep oldular diyorlar. hatta bu bazı insanlar avrupa'dan kendilerinin göremediği saygının "insanlar" olarak kürtlere gösterilmesi gerektiğine o kadar bozuluyolarki. olay şudur: densiz bir canavar bir insana bok yediriyor, ülkece ırkçılaşıyoruz. ha bir de "dış mihrak" avrupa olmasa sonumuz ne olur siz düşünün.
  • bir yazıişleri haber toplantısında, bir genel yayın yönetmenin hakkında, "ehuehehueee, ulan azıcık bok yediler o kadar para aldılar, yoksa hayatlarında o parayı birarada göremezlerdi, şanslı köpekler" dediği insanların açtığı dava.
    ben sadece birinden duydum ama eminim diğerlerinin de aklından geçmiştir bunlar.
    insanın midesi bulanıyor değil mi??
  • büyük hata. büyük ayıp. aslında bok yedirmeleri gereken o masum insanlar değildi. benim birkaç önerim var.
hesabın var mı? giriş yap