*

  • http://www.yuzde52.org/

    (bkz: bu ne lan)

    edit: entrynin yazıldığı tarihlerde ne olduğu belli değildi...
  • saklamanın uyandırdığı merak sayesinde dikkat çeken ne idüğü belirsiz oluşum.*
  • v*'den fazlasıyla etkilenmiş birilerinin v felsefesini yayma düşüncesi olsa gerek.

    edit: bu entry yazıldığı zaman yüzde52 oluşumu, henüz ne olduğunu merak ettirilerek pazarlanmaya çalışıyordu. ne oldukları konusunda somut bir eylem ya da beyanatları yoktu.
    okan bayülgen'in de desteğini aldıklarına göre epey yol katetmişler demektir.
  • siteden alıntıdır;

    "internet ortamına olan güvensizlik insanlarda bir takım kuşkulara yol açabilir, ki bundan %52 de nasibini fazlasıyla alabilir. "nedir bu %52?" sorularına tatmin edici bir cevabı, bir seferde verebilmek gerçekten çok güç. bir süre sonra %52'ye yönelik en ön yargılı insan bile diyecektir ki, "bu beni gerçekten ilgilendiriyormuş!". bir süre sonra "%52 nedir?" sorularının muhatabı kesinlikle burası olmayacak. çünkü "%52 nedir?" sorularına cevap verenler, bugün "nedir" diye soranlar olacak. sitemize yollanan çok sayıdaki e-mailden bazılarını, bu notu neden yazdığımıza dair fikir vermesi açısından yayınlıyoruz..."

    oehh...
  • en yaratıcı eylemlerinin bir mağazanın vitrininin "bu mağazada bütün ürünlerde %52 indirim var" olduğu, nokta dergisinin bu haftaki kapak konusu olan grubumsu oluşum.
  • gençler üzerine, kendim üzerine konuşmayı bırakın düşünürken bile öyle bitimsiz bir kalıplara sokuyorum ki kendimi, sanırsınız ki; ucu bucağı belli olmayan, anarşi ortamının hakim olduğu, hiçbir yasa koyucucunun rehberliğinin kabul görmediği bir dünyayı kucaklıyorum. ama yok böyle birşey, benim de bağlı olduğum, senin de bağlı olduğun, hepimizin bir şekilde belli kişi ve erdemlerle yaşamaya çalıştığı bir dünya söz konusu, ne kadar kendini soyutlarsan soyutla ne kadar özgürsün ki, ne kadar haddini biliyorsun?
    mesela taksim'de sen sevgilinle öpüşürken, ağzında belki salyası olmayan ama modern görünümlü mantık ve medeniyet özürlülüğünü o küçük beyninde eyleme döküp üzerinize gelerek "bu yaptığınız kanunlara aykırı" veya "bu yaptığınız ahlaksızca" veya "utanmıyor musunuz!" diyebilen, hayatı boyunca eline karşı cinsin eli değmemiş, değmişse de bir şekilde büyüklerinin belirlediği (bellediği) karşı cinsle evlenmek zorunda kalmış olmanın verdiği eziklik ve obsesiflikle, şehir hayatına uyum sağlayamamış bağırsak beyinli, tuvalet ağızlıya "orada dur! şehir demek, oraya ait olanların veya oraya ait olmayanların hürce fakat birbirlerinin yaşam alanlarına tecavüz etmeden uyumla ve saygıyla (sevgi zorunlu değil) yaşamaya giriştikleri, bir orman gibi kardeşçesine doğup, öldükleri yer demektir. şehri kırsal alandan ayıran en temel kavram olan "törpülenmiş olma", aslında şöyle tanımlanabilir; insanların doğaları gereği karşıt duyguları, eylemleri hatta istemleri içlerinde barındırmalarına rağmen, kendilerine ait kimi kısımları törpüleyebilmeleridir, buna kavram demek aslında zor, kurallaştırmaya girişmekse daha kapalı bir toplum yapısını çağrıştırdığından itici geliyor bana en iyisi en bildik ifadeyi kullanayım; duygular, istemler hangi boyutta olursa olsun, bir diğer kentlinin yaşam alanına tecavüz edildiği vakit devreye törpü girer, bu törpüleme işleminin kaynağı ucu yüzyıllar öncesine bile dayanabilen ahlak kurallarıdır, dindir, belediye encümeninin kararlarıdır, ne olursa olsun, insandan çıkma ve insana aittir. yani tümüyle (köküne kadar) subjektif bir değerlendirmedir. o halde şehir hayatının vazgeçilmezi olan bu törpüleme işleminin, örneğimizde olduğu gibi; senin sevgilinle taksim'de öpüşme ritüelinin dış müdahale sonucunda durdurulması işleminin ne dini, ne ahlaki ne de belediye encümeninin kuralları eylemi gerçekleştiren, yani seni ve sevgilini doğrudan ilgilendirmesi tartışılabilir. çünkü ahlaki veya dini değerlendirme kişileri bağlar. 'kutsal değerlere hakaret' kavramı nasıl çürük bir kavramsa (zira kutsal olan nedir? "benim için kutsal olan midye dolmadır, dersem ve birini sırf "nasıl yiyorsun o pis şeyi!" şeklindeki bir çemkirmesinden ötürü öldürsem, kendimi "kutsal değerlerime hakaret etmişti." şeklinde savunabilir miyim?) başkalarının ahlaki veya dini değerlendirmelerine göre kendime bir form vermem veya eylemlerimi yine başkalarının belirlemiş olduğu bir süzgeçten geçirmem olanak dışıdır. değeri ortaya koyan insandır, ortaya konmuş değerin değer olduğunu kabul edip ona göre yaşayan da insandır tıpkı değeri değer olarak kabul etmemiş olan kişinin de insan olması ve salt insansal doğasına uygun olarak bunu reddediyor olması gibi. o halde benim bir başkasının yaşam alanına müdahele etmem için kendi görgüm ve bağırsak beyinli karakterim yeterli bir kaynak ise (görünen o ki; bir çifti sırf öpüşüyorlar diye uyarmanın kaynağı bahsinde, başka bir seçeneği öne sürmek mümkün değildir. öznel bir değerlendirmeden bahsediyoruz zira.) o halde yasakoyucuların topluma birlik ve düzen verebilmek için bir şekilde (din, ahlak veya belediye encümeni kuralları) insanların önüne koyduklarına subjektif eklemelerim ve onlardan çıkartmalarım da, bu toplumun bir bireyi olarak hakkımdır. din kurallarına bir şey eklemem belki mümkün değildir, ama ahlak kurallarına birçok şey ekleyebilirim. zira yukarıda da dediğim gibi değeri değerlendiren insandır, bu toplumda yaşadığıma göre, o halde benim de bir değerime bir başkaları uymak durumunda kalabilmelidir, tıpkı beni buna zorlayanların yaptıkları gibi, ve benden istenenler gibi.

    insandan istenenler ve insanın bu istenenler karşısındaki tavrı için en azından tercih hakkının ne kadar sınırsız olabileceği üzerine örnekleri çoğaltmak mümkündür, asla ve asla bitimsiz bir özgürlük kavramının arkasında değilim, insanın olduğu yerde dejenerelik çok net bir şekilde mevcut, insanın olduğu yerde yasakoyucuların hakimiyeti çok açık bir şekilde söz konusudur. hedeflenen ne olursa olsun, tıpkı danton 'un cumhuriyeti fikrinin bir şekilde kendi kendini yok eder duruma gelmesi gibi, ihtiraslar ve insana ait kimi zaman kurtarıcı kimi zaman yanıltıcı değer ortaya koyuşlar (örneğin; kurban bayramı'nı hayvan katliamı diye değerlendirip, yılbaşı sofrasında illa ki hindi görmek isteyen mantıksız solucanların düştükleri durum gibisinden.) işte yüzde52 'nin draması budur, işte bu başlıkta üzerinde durmak istediğim ana konu budur. bir grup gencin bir film izlemeleri, (v for vendetta) ve bunun sonunda etkilenip 'herşeye' yanlış okumadınız 'herşeye karşı' bir şekilde kendi savundukları değerleri dejenere ederek, masanın üstünde tartışılacak hiçbir şey bırakmamaları, baştan aşağı çöplükten oluşan istatistiksel verileriyle bir nevi monitor karşısında bir filmle değişmiş hayatlarının belki de en gerzek cüret masturbasyonunu yapmaları; işte budur bu başlıkta üzerinde duracağım.

    bakmayın, entirinin ilk bölümünde anlattıklarımı bu çapsız çocukları eleştirmek için, suçlamak için yazmadım, aslında burada iki adet entiri var. birincisi; kent yaşamındaki, kendi (ya da kendisi gibi olanların) kurallarını başkalarına dikte eden kravatlı fakat bağırsak beyinli bünyeler ikincisi; güya her baskıya (bu örnekteki bağırsak beyinlilerinki de dahil olmak üzere) karşı geldiklerini sanan tek filmle hayatları değişmiş, gerzekliklerinden ötürü evet sadece gerzekliğinden ötürü (zira eğitim sistemi kötü mü? evet köküne kadar kötü, berbat. ülkenin gelişmesinin belki de önündeki en büyük engel. ama ben şu an üniversitedeyim ve okuduğum bölümdeki çalıma disiplinleri ve hocalar, alanlarında dünya çapında isimler, bununla da gurur duyuyorum.) üniversite sınavında başarısız olmuş, başarısızlıklarının tek faturasını da kendilerinden kaynaklanmayan herşeyin ve herkesin üzerine atmış, araştırmadan, okumadan, çalışmadan, yani taş taşımadan baba parasıyla anarşist olmuş, düşünsel veya eylemsel hiçbir davaya bırakın tutunmayı, katılım da dahi bulunmamış, hayatını fantastik filmlerde gördüğü gibi sürdürmeye çabalayan sümüksüler. tekrar etmekte fayda var; 'gençler üzerine, kendim üzerine konuşmayı bırakın düşünürken bile öyle bitimsiz bir kalıplara sokuyorum ki kendimi, sanırsınız ki; ucu bucağı belli olmayan, anarşi ortamının hakim olduğu, hiçbir yasa koyucucunun rehberliğinin kabul görmediği bir dünyayı kucaklıyorum.' "bırakın gençler yapsın" diyebilen bendeniz, bu sümüksülerin varlığına dayanamıyorum, zira birinci sıraya koyduğum o baskıcı ve herkese karışmaya haddinin olduğunu sanan pisliklerin alternatifi bu çapsız çocuklar mı olacak? onlar mı özgürlüğün timsali ve devrimle taşıyıcısı olacak? konuşalım hadi bunları.

    başlık yuzde52 o halde ikincisine yani onlara eğilelim bakalım; entiri bizi nereye götürecek.

    bu çocuklarla ilkin nokta dergisi'nin son sayısında karşılaştım. (nokta, yıl:1, sayı:7, 14-20 aralık 2006, sf:12-18) karşılaşmamak ne mümkün, gazeteciden ilgili dergiyi almamak ne mümkün, zira hümanist mavi anadolucular meğer milliyetçiymiş haber başlığını görünce bayiiden dergiyi kapıverdim. tabi kapaktaki v for vendetta kahramancığı da pek heybetli görünmüyor değildi. neyse; bakın efendim dergide bu çocuklara ilişkin haberi hazırlayan ceylan özerengin adlı vatandaş yazısına nasıl başlıyor bu yuzde52'cilerin felsefesini ortaya koyarak;

    "biz bir gençlik örgütlenmesiyiz, apolitiğiz ve hayat dolu bir öfkenin özgürlük için ayaklanmasıyız, özgürlük tutkusuyla var olan gençlik topluluklarının dayanışmasıyız."

    ne kadar da öfke dolu, ne kadar da özgürlük dolu gençler! hatta onların dilinde 'gençlik örgütlenmesi'! vay be, apolitikler, 'hayat dolu bir öfkenin özgürlük için ayaklanması' olarak tanımlıyorlar kendilerini, sığ düşünce formunda olmadığımın bilincindeyim, olabildiğince dışarıdan bakmaya çabalıyorum; fakat şunu kim hangi mantıkla açıklayabilir; 'hayat dolu bir öfke' ya da kim 'özgürlük tutkusuyla var olan gençlik topluluklarının dayanışmasıyız.' ifadesini, yukarıda bahsettiğim kendilerince belli kurallarla, başkalarına karışma ve onları yönetme hakkını elinde tuttuğunu düşünen bağırsak beyinlilerin hadsizliklerinden biri olarak değerlendirmeyebilir? kimdir bu çocuklara özgürlük tutkusuyla yaşam süren gençlerin dayanışma hakkını veren? nedir kıstas, nedir belirleyici etmen?

    içi boş, teneke sesi gibi geliyor olabilir sizlere ama inanın bu çocuklar içinde bu kafayla gerçekten birşeyleri değiştirebileceklerine inanan safozlar mutlaka vardır. dergide 12. sayfada bu örgütün (bu ifade, örgütlere hakarettir ya neyse) bir marşından söz ediliyor, marş şu sözlerle sonlanıyormuş:

    "müziğe sığmayacak kadar / koca bir hayat var/ her yerinde biz varız/ her yerde isyanımız."

    beşiktaş tribünlerinin yaratıcılığı yanında oldukça sönük kalan bir marş gibi dursa da, insanların mitos düşünmelerini asla yadırgayamam, uçsalar da kaçsalar da hatta gerzekçe çıkarımlarda da bulunsalar insana ait olan muhayyile yeteneklerinden ötürü suçlayamam, yapsınlar etsinler ama üreterek yapsınlar, okuyarak, eleştirerek ya da yerine koyarak, düzeltecekleri birşeyler varsa, onların üzerine kafa yorarak.

    öss'den başarısız olup sistemi eleştirmek, kapitalizme, faşizme, hiyerarşiye karşı olup (bu kadar çok şeye karşı olmak da aslında hayalgüçlerinin zeginliğini gösterir.) bu sistemin sadece bir parçası olan (en azından kapitalizmin ya da medyanın üstlendikleri konusunda üç aşağı beş yukarı hemfikirizdir.) bir dergi yoluyla reklam yaparken "aman ne kadar da sert bir örgüt böyle, bu çocuklar aynen vendetta 'da olduğu gibi o karizmatik adam ve onun peşinden giden yığınlar gibi birşeyleri patlatıp, bir başka şeyleri değerli kılacaklardır." şeklinde düşünebilecek seviyedeki lise çocuklarını ve öss mağdurlarını yanlarına çekebileceklerini kesinlikle düşünmüşlerdir.

    meğerse alışılmadık konuları ele almışlar. örneğin eşcinsellerin sorunları, intiharlar, nükleer santraller, gençlerin cinsel sömürüsü, müzik, sağlık endüstrisi gibi. biraz mantık sahibi biri (hatta beri yandan mitos düşünce sistematiğine sahip biri de) çok net bir şekilde görebilir ki; bu konu başlıkları senelerdir zilyon kere işlendi. ama yok bayan ceylan özerengin'e göre; alışılmadık konulara eğilmiş bu yüzü olmayan isyankar gençler. bu gençler bilmez ki, asıl bu şekilde abuk sabuk haraketler (örneğin; bir mağazanın vitrinine "bu mağazada bütün ürünlerde %52 indirim var" yazmaları gibi) gençlerin, belli kesimler tarafından yine ve yine kaale alınmamasını sağlayacaktır. bu çocuklar için okumak yoktur, araştırmak bir konuda uzmanlaşmaya çalışmak, çaba sarfetmek, kafa yormak yoktur, kolay olan v for vendetta gibi 5 kasım 1605 'de ingiltere'de parlamento açılışı esnasında yaşanmış bir olaya sırtını dayayan bir çizgi romana / sonradan filme, modern mitos düşünmeye örnek gösterilebilecek şahanelikte bir hikayenin ana unsuruna böylesi tutunmaktır. ama orada bir gerçeklik söz konusuydu; ingiltere 'de, katoliklerin yaşadıklarına tepki olarak 13 gencin 5 kasım 1605 'de, parlamento binasını havaya uçurmaya kalkışması ve içlerinden birinin yazmış olduğu uyarı mektubunun kralın eline ulaşması sonucunda, isyancılardan guy fawkes 'in yakalanıp idam edilmesi ve bunun sonucunda geleneksel olarak her parlamento açılışında güvenlik görevlilerinin westminster sarayı'nın bodrumunu sembolik olarak bir isyancı var mı diye araştırmaya girişmesi, her 5 kasım gecesi (bonfire night denilen) ingiltere 'nin sokaklarında halkın, ateşler yakması hep doğal bir düşünmenin, yani insana ait mythos kurgulama yeteneğinin hatta yetisinin sonucudur. suni olan buna öykünme, hatta batılının bu düşünme'den yola çıkarak çekmiş olduğu filmdeki ana karakteri sembol olarak alıp, bizzat kendi eylemleri için kullanmalarıdır. işte ezik ve iğreti durmalarının sebebi budur.

    "yüzde 52, iktidarların korktuklarını başlarına getirme projesidir."

    modern zamanların en bilindik hakikati olan bireyselleşme, tıpkı bireysel silahlanma gibi -sanki ülkelerin silahlanması, aksine pek yerinde bir şeymişçesine- kimi vuracağı belli olmayan, kimi zaman bankaları, çok ayaklı ve çok yüzlü şirketleri, okyanus ötesi sömürgen şirketleri bile vurabilmekteyken, aslında güçlü olanın güçsüzü çatır çatır yediği, fast food zincirlerinde double hamburgerler yoluyla, mega kolalar eşliğinde (bazıları da müslüman kolası diye gider öbürünü tercih eder. sanki çok şey değişiyor: #3098915), kimi cep telefonu mesajları vasıtasıyla, yurtdışında maç izleyebilmek için, haftanın bokunu seçerek işleyen çarkı yağladıkça yağlayan bilinçsiz, kültürsüz, profanlaşmış yığınların da büyük balığa gün geçtikçe hem etinden hem sütünden yem olduğu, sine qua non vergi sistemi işliyorcasına, her yediğiyle, her içtiğiyle, her eğlencesiyle batının tüketim kölesi haline geldiği bir ortamda birkaç avanak çıkıp da "yüzde 52, iktidarların korktuklarını başlarına getirme projesidir." dediği zaman bunu ciddiye almak mümkün değildir.

    "gençlik baskı altında tutuluyor, çünkü potansiyeli görüyor yasakoyucular." yasakoyuculardan kasıt kimdir, bakmayın bu ifadey ben kullanıyorum, onlar iktidar sahipleri diyorlar, hedef belirsiz, belirli olan tek şey bu çocukların sloganlarla ekran karşısında masturbasyonlarını tamamlamaları, birşeyleri düzeltmek bahanesiyle belki bilinçli belki bilinçsiz bir şekilde, gençlerin daha da ciddiye alınmamalarına sebep olmalarıdır.

    haklarında daha çok konuşulabilir, ama daha fazlasını istemiyorum sözlük inan istemiyorum, yoruldum, taksim'de sevgilinle öpüşün en iyisi, belki fikir değiştiririm, ben de guy fawkes maskesiyle senin taksim'de sevgilinle öpüşme hakkını, ahlak bekçisi bağırsak beyinliye karşı korurum falan.

    olur yani, sıcaklık da zaten mevsim normallerinin çok çok üstünde, bir ben miyim sandalında mutlu.

    not: kendilerine şöyle mail adresi alan insancıkların bulunduğu bir örgütü kaale alan salaktır: ofke@yuzde52.org

    ayrıca ölüm orucuna yatmış, yaşama duyulması gereken virtus saygısından nasibini almamış insanların fotoğraflarını sırf devlet karşıtı diye siteye koymakla, özgürlükçü olunmuyor. sonra "apolitiğiz" diye kıçınızı yırtmanızın bir manası da olmuyor anlıyor musunuz, komik duruma düşüyorsunuz.
  • (bkz: agf)
    (bkz: özgür hayat)
  • "zalimlere inat, yaşasın hayat" sloganıyla ortalarda birbirlerini kameraya çekerek, o iğrendikleri kapitalist dünyanın son seneki en büyük gözdesi milyar dolarlarlar satılmış, içinde kar amacı güden şirketlerin fink attığu youtube üzerinden kitlelere ulaşmaya çalışan trajik değil basbayağı komik ironi örneği olan bir toplulukumsu. hatta çekinip yorumu da yasaklamaları da pek pısırık gözüktü gözümüze.protestoya, sesini yükseltmeye, kabullenmemeye hiçbir diyeceğim yok. ama koç grubunu bu işin dışında tutarsak, o sahnedeki kadına yapılan (daha doğrusu atılan şey) basbayağı kadına saldırı. kalkıp sloganlarla protesto edilse, başka bir şekilde engellenilmeye çalışılsa anlarım ama basbayağı birine saldırıp, buna "sahip çıkmak" deniliyorsa ben de buna karşıyım arkadaş. ama ben buna karşıysam sadece fikrimi belirtiyorum karşımdakine saygı göstererek. içimden hiç kafasına küfrederek bir şeyler geçirme isteği yok. eğer o sahnedeki kadın da sistemin "kölelerinden" biriyse bu yapılanlar, "köleye de bir de ben vurayım" demek olmuyor mu? sahnedeki para sayesinde hayatını sürdürüyor, kendini ya da başkalarını geçindirmek, bir gelecek için çalışıyor da bu yüzde52dekiler sadece düşünceleri ile mi yaşıyor. atmlerin önünde anne babalarından gelen paraları çekenler, özel ders verenler, çalışanlar yok mu aralarında.

    şimdi doğruya doğru boğaziçi mezunu bir insanı mavi yakalı sınıfında çalışırken göremezsiniz. beyaz yakalı olmak ister, hatta en alası en yüksek mevkideki olmayı ister.bugün okulda konuştuğumuz iş güç için okula gelmiş olan mezunlardan biri de tahmin edilebilecek durumu gayet güzel özetledi. yıllar önce bu tarz davranışlarda katılan tanıdığı bir kaç kızın şu an ünlü bir alman otomotiv firmasının halkla ilişkilerinde çalıştığını söyledi. benim de katlanamadığım bu zaten. sen kalk 4-5 yıl protestonu et, kafanı çatlat ne yapabilirim diye sonra mezun ol kapitalist sistemin "en verimli kölelerinden" biri ol. tabi fikirlerinden ödün vermeyen de vardır ama eminim küçük bir azınlık. asıl, bu tip gruplara karşı olması gerekenler ısrarla davalarından vazgeçmeyen değişim yanlıları (özellikle anarşist demşyorum). kustuğunu yalamak bu olsa gerek herhalde.bir de maske takmaları da pek itici. v for vendetta daki v davası uğruna ölüyordu, tahmin ederim ki bu kişilerin kimliği ortaya çıksa ve abartıyorum tutuklanıp sicillerine işlense peşlerinde bir adam kalmaz. böyle bir maskenin altına saklanmak da resmen arkadaşlar ne dese de "imaj çalışması".

    ben bilirim boğaziçilimi. o videoyu çeken grup muhtemelen bir süre sonra atıp maskeleri ps lere, vize için çalışmaya studylere koşmuşlardır. sağlam not ortalamalarıyla dolanıp, bu topluluklarda geliştirdikleri liderlik yetenekleriyle de eminim mezun olunca senin benim gibileri geçip işi de primi de kaparlar.

    ilginç de bir not: yaptıkları şeyle bana sempati ve destek toplayacaklarına bir şekilde benim de koç grubunu sempatik gösterdiler gibi geliyor. acaba arkadaşların yok mu aralarında bir işletmeci? bir marketingve pr eksikliği gördüm sanki. hele hele videoda bazı tiplerin alenen ortada dolanması,peşlerinden de kimsenin onları kovalamaması boğaziçinin aslında ne kadar baskıdan uzak bir okul olduğunu gösteriyor. okuldan şikayet ediyorlar da benim bildiğim başka yerde yapsalar ne yazık ki bir taraflarına sopayı yerlerdi.
  • koç grubunun düzenledigi bir semineri sabote etme eyleminde kullandiklari "köleler, panik yapmayın, sırayla çıkın, birbirinizi ezmeyin" lafiyla bile ne mal olduklarin ortaya koyan, apolitik olduklarini iddia edip insanlarin kendi istedikleri gibi hareket etmesini isteyen, yani kendi politakalarini baski yoluyla empoze etmeye calisarak fasizan bir tavir sergileyen, hic tanimadiklari, ne sartlarla o okula gelip ne sartlarla yasamlarini surdurduklerini bilmedikleri, hayattaki amaclarini bilmedikleri insanlari sirf bir seminere katildi diye kole diye adlandirmaktan kesinlikle cekinmeyen, ozgurlugu savundugunu iddia edip insanlarin kendi yolunu cizme ozgurlugunu asagilayan, saygisiz bir olusum... hayata ve ozgurluklere saygisi olmayan her olusum gibi eriyip gidecektir zamanla.
  • söylemiyle eylemi örtüşmeyen "oluşum". aldığı %30 küsüratlık oyla tayyip ve tayyipleri nasıl "hiyaaaa türkiye'nin tamamını temsil ediyoz anam taam mı" diyorlarsa bu birkaç iyi anarşigh arkaaşlar da genç oldukları için kendilerini tüm gençlerin temsilcisi zannetmekte, böylece görünüşe göre karşı çıktıkları düzenin neferlerine paralel bir görünüm arz etmektedirler. koç holding'in kadın tanıtımcısına billur atarak türk erkeğinin kadına verdiği dehşete düşürücü yükseklikteki değeri de plazma ekran gibi yansıtmışlardır şerefsizim. mamafih bu iki örneğin de belirttiği gibi, bu topraklarda varolan, bir zamanlar birileri tarafından birtakım amaçlar uğruna yaratılmış tüm lümpenliği kendilerine mal ve imaj etmekte sakınca görmeyen "anarşist" kişilerdir bunlar.

    hastirin gençlik. size karşılık veremeyecek olana el kaldırmak (veya bu örnekteki gibi taşşak atmak) anarşizm değil, karşı olduğunuzu iddia ettiğiniz faşizmin*ta kendisidir. yiyorsa mustafa koç'un kafasına atarsınız onları, tıpkı anders fogh rasmussen'ın kendisine savaşın kırmızı boya/kanlarını atan danimarkalı gençler gibi.
hesabın var mı? giriş yap