• bir üniversite profesörü ünlü bir zen üstadını ziyarete gider ve ona zen ogretmesini ister. üstat sessizce çay ikram ederken profesör zen hakkında konuşur. üstat ziyaretçinin fincanını ağzına kadar doldurur ve doldurmaya devam eder. profesör kendisini artık tutamayacağı ana kadar taşan fincanı seyreder. en sonunda dayanamaz ve “artık doldu! daha fazla almaz!” diye bağırir. üstat, “sen de bu fincan gibisin,” der, “önce fincanını boşaltmadan sana zen’i nasıl gösterebilirim?”.
  • (bkz: zen)
  • a woodman went to the montains and saw a strange animal on the other
    side of the tree which he was cutting. he thought "i might kill that
    animal". the animal spoke to the woodman and said "are you going to kill
    me?". whatever thought the woodman has, the animal intuited, and told
    him so. finally, the woodman said:" i will stop thinking about the
    animal and go on cutting wood". while he was so engaged the top of the
    axe flew off and killed the animal.
  • zen kouan'larından birinde soyle der ; eger bir asan varsa sana bir tane daha veririm ,eger hic asan yoksa senin elindekinide alırım.
  • zen üstadları ile çırakları arasındaki diyaloglardan, zen ustalarının ve rahiplerinin hikayelerinden oluşan kısa, öz, aydınlatıcı, hoş ve esprili hikayelerdir. genelde hayata ve gerçekliğe dair basit, sade ama kuvvetli ve çarpıcı yorumlar getirirler. mantıklı ve linear düşünce yapısını kırıp zihni özgürleştirmeye dayanan zen felsefesinden kaynaklanan, zihin jimnastiği gibi bilmecemsi hikayelerdir çoğu. genelde aniden aydınlığa ulaşmış zen çıraklarının hikayelerini içerirler ama hayatını aydınlanmaya adamış zen üstadlarının uğraşlarını eleştiren hikayeler de yok değildir.

    bana nedense bizim nasreddin hoca fıkralarını hatırlatır çoğu. şimdi nasreddin hoca bir zen üstadı mıydı? hayır tabi. ama göle maya çalıp eşeğe ters binen, görmüş geçirmiş bir hocanın hayat dersi tarzındaki fıkraları, mantık ve düşünce çemberini kırmaya dayanan bir uzakdoğu felsefesinden o kadar da uzak değildir herhalde. ya da bizim hoca bir zen üstadıydı da biz mi bilmiyorduk? neyse, bana zen felsefesini en iyi özetleyen bir hikaye ile başlayayım:

    bir zen öğrencisi zen üstadına gitmiş:
    "üstadım, çok çalışıp aydınlanmak istiyorum. ne yapmam gerekir aydınlanabilmem için? bana yol gösterin."
    bunu duyan üstad öğrencisine sormuş:
    "yemeğini yedin mi?"
    "evet" demiş öğrenci.
    "o zaman git tabağını temizle ve bulaşıkları yıka."
  • bir dövüş sanatları öğrencisi hocasına gitmiş ve sormuş:
    "dövüş sanatlarındaki yeteneklerimi arttırmak, sizin öğrettiklerinizin yanında bana ders verecek başka bir hocadan da yardım almak istiyorum. bu konuda sizin düşünceniz nedir?"
    üstad cevaplamış; "iki tane tavşanın arkasından koşan avcı, eve eli boş döner."
  • "zen ile uğraşmadan önce dağlar birer dağ, kuşlar birer kuş, nehirler de birer nehir gibi gelirdi gözüme" demiş bir zen üstadı. "zen ile uğraşmaya başladıktan sonra anladım ki o gördüğüm dağlar dağ, kuşlar kuş, nehirler de nehir değilmiş. zen ile uğraşıp aydınlandıktan sonra gördüm ki o dağlar birer dağ, kuşlar birer kuş, nehirler de birer nehirmiş."
  • zen üstadı bankei'nin konuşmaları sadece zen öğrencilerinin değil her seviyeden ve gruptan insanın ilgisini çekermiş. sutralardan veya dini konuşmalardan çok, kalbinden geldiği gibi konuşurmuş. günün birinde herkesin bankei'nin konuşmalarına gidip kendi vaazlarına gelmemesine kızan bir nichiren papazı üstadın yanına gidip söylenmiş:
    "hey, zen üstadı!" demiş. "sana saygı duyan herkes dediklerini dinleyip, başeğiyor. fakat benim sana ve senin düşüncelerine saygım yok. beni de herkes gibi senin dediklerini uygulamaya zorlayabilir misin?"
    "yanıma gel, sana göstereyim." demiş bankei.
    gururlu papaz kalabalığı yarıp bankei'ye doğru ilerlemiş.
    bankei gülümsemiş. "gel, sol tarafıma otur."
    papaz bankei'nin soluna gelmiş.
    "hayır hayır." demiş bankei. "sanırım sağ tarafıma gelsen daha iyi anlaşıp konuşabiliriz."
    papaz gururla bankei'nin sağına geçmiş.
    "bak." demiş bankei. "sen de dediklerimi uyguluyorsun ve sanırım kötü bir insan da değilsin. şimdi otur ve dinle."
  • tokyo'da menji döneminde iki zen rahibi yaşarmış. buddha'nın dediklerini harfiyen uygulayıp alkole dokunmayan, sabah onbirden sonra yemek yemeyen rahip usho ile daha başına buyruk yaşayan, istediği anda yemek yiyip gece gündüz farketmeden istediği anda uyuyan rahip tanzan. bir gün rahip usho tanzan'ı ziyarete gitmiş. hiç bir budistin ağzına bile sürmemesi gerekirken, rahip tanzan gündüz vakti şarap içmekteymiş.
    "merhaba kardeşim." demiş tanzan. "bir şey içmek ister misin?"
    "ben asla içmem." demiş usho.
    "asla içmeyen biri, bir insan bile değildir." demiş tanzan.
    "içki içmiyorum diye benim insan olmadığımı mı ima ediyorsun" diye kızmış usho. "eğer insan değilsem, neyim ben?"
    "bir buddha" diye cevaplamış tanzan.
  • zen üstadı ryokan dağın tepesinde bir klübede yalnız yaşarmış. bir akşam hırsızın biri kulübeye gelip çalacak bir şeyler aramış ama hiç bir şey bulamamış. o esnada kulübeye gelen ryokan hırsızı yakalamış.
    "çok uzun yoldan buralara gelmişsin." demiş hırsıza. "elin boş gitmene gönlüm razı olamaz. en azından giysilerimi hediye olarak al."
    şaşıran hırsız sevinçle ryokan'ın elbiselerini alıp gitmiş.
    çırılçıplak kalan ryokan yere oturmuş, sonra gökyüzündeki aya bakmış. "zavallı adam" demiş, "keşke bu gökyüzündeki güzel ayı verebilseydim."
hesabın var mı? giriş yap