hesabın var mı? giriş yap

  • çoğunlukla 50 gb olarak uygulanan adil kullanım kotası o kadar komik ve adaletsiz ki, bunu rakamlarla açıklamaya çalışalım:

    8 mbps'lik bağlantıyı tam kapasite kullanan biri saniyede 1 mb veri indirebilir. bu da ayda, (60*60*24*30=) 2.592.000 mb eder.

    yani ayın 1'inden 30'una kadar hiç durmadan 24 saat full download yapan birinin indirebileceği toplam miktar en fazla (2,592,000 / 1024=) 2531 gb'dır. yani yaklaşık 2,5 terabyte. interneti download olarak görüyorlar ya, işte 8 mbps'lik hattın download kapasitesi bu: 2,5 terabayt.

    aylık kapasitesi 2.5 terabayt olan bir hattın daha 50 gb'ını kullanan birine, "sen bu hattı sömürüyorsun" demek, en basit anlamıyla arsızlıktır.

    ben hattımın kapasitesinin daha % 2'sini kullanmışken, sen bana nasıl "adaletsiz kullanıyorsun" dersin?

    adil kullanım kotası gerekli olabilir ama bu şekliyle ve ttnet'in uyguladığı biçimle en adaletsiz uygulamalardan biri. rakamlar da ortada.

    üstüne üstlük, bu paketleri "limitsiz" adı altında satıyor. yani % 2'den sonra sınırlayacağı hattı satarken "limitsiz" ibaresini koyup tüketiciyi aldatıyor.

    benim kapasitemin % 2'sini bana sınır olarak koyan, paketin ismiyle tüketiciyi yanıltan şirketi hangi mahkeme haklı bulur acaba?

    avukat olsam veya bu işlere harcayacak param olsa bu sisteme dava üzerine dava açarım.

  • eski zamanlarda sıklıkla istiklal caddesinde görünen sanat adamı.

    ezel bitmişti o zaman, gördüm yine. selam verdim başımla, aldı. herkesin selamını alırdı zaten.
    yanına yanaştım. özür dıleyerek, yeğen der misiniz bir kere, dedim.
    "o dizi bitti yeğen" dedi. mutlu etti beni. akşama kadar 100 kişiye anlattım.

    şimdi gitmiş.
    meleklerle, selametle gitsin.
    altına girdiği toprak sıkmasın.
    burada seveni pek çok idi. diğer yanda da bol olacaktır umarım.

    tanrı, hadi olmadı iblis muhakkak yeğen demesini isteyecektir.

  • ışığın itme kuvveti olduğu.

    tabi çok fazla değil. örneğin güneşli bir günde istanbul 25 kg daha ağır oluyor. güneş ışıkları kilometrekareye 5 gram kadar itme kuvveti uyguluyor. bu kuvvet atmosfere takılmayınca daha fazla oluyor.

    - e iyi napalım bu bilgiyi?

    biz bir şey yapmayalım ama örneğin nasa, mars'a araç yollarken bu kuvveti dikkate almak zorunda. bu kuvvet dikkate alınmazsa, gönderilen araç istenilen noktadan 1000 km uzağa düşecek. mars'ın yarıcapının 6700 km olduğu düşünülürse, çok rahat ıskalamaya bile yol açabilir.

    adamlar nelerle uğraşıyor, bizde hala diyanet fetva falan veriyor, onları tartışıyoruz

  • mantarların yani fungi/fungus takımının, şu anki hayatın, atmosferin şeklini hatta canlıların boyutunu belirlediği.

    300 milyon yıl civarı önce mantarlar bitkilerin yaşamasına pek izin vermiyorlardı. bitki topraktan çıkınca mantar höt diye tebelleş olup bitki büyüyemeden skertiyordu onları. fotosentez olayı pek olmadığı için atmosferdeki oksijen oranı >20 % civarındaydı.

    tabi bitki de inat. onca yıl eziyetten sonra zamanla ki kaç milyon yıl bilemedim, didin sen, evril, mantarların yıkamayacağı lignin i üret. (sentezle mi denir bilemedim). artık bitkilerin yapısında lignin vardı. devran dönmüştü. mantarlar akıllı olsundu.

    mantarlar bitkinin yapısındaki lignin maddesini yıkamıyor/çürütemiyorlardı. lingin de bu arada odunun ham maddesi, selüloz falan bişeler. işte yapısında odun olunca bitkiler gelişmeye başladı, ağaçlar evrildi, bitkiler mantarlara galip geldi.

    fotosentez olayı da başlayınca atmosferden karbondioksit emildi oksijen verildi. yani co2 alındı o2 verildi. c nerde? karbon noldu? karbon bitkilerin ve ölü bitkilerin odunların vücudunda kaldı. mantarlar odunu yıkıp karbonu açığa çıkaramayınca atmosferdeki karbon oranı azaldı ve oksijen oranı %30 lara çıktı.

    aşırı oksijen olunca canlılar fena halde gelişti. elma kadar karıncalar türedi. örümcekler gafam gadar, yusufçuklar ise bir kartal büyüklüğünde oldular. bilmiyorum dinozorlar da bu dönemde mi yaşadı ama muhtemelen öyledir.

    mantarların lignin maddesini yıkabilecek enzimi geliştirip evrilmeleri 50 milyon yıl sürdü. hareket yapma hareketin kralını görürsün diyen mantarlar lignin i yıkmaya başlayınca rekabet eşitlendi. odun yıkılıp içindeki karbon da atmosfere geri salınınca oksijen oranı günümüzde olduğu gibi % 20 civarına düştü ve bu da günümüz yaşamını şekillendirdi.

    fungus takımı lignin i yıkabilme yeteneklerini geliştirmeselerdi şu an nasıl bir dünya olurdu ya da insan ırkı varolabilir miydi hayal etmek pek kolay değil.

    iyi olmuş yalnız gafam gadar örümcekle uğraşılmazdı, gelişmesin o kadar pezevenkler.

    kaşarlı mantarı zaten çok severdim artık daha bir saygı duyuyorum. bu bilgilerin kaynağı yaklaşık 4 yıldır yürüttüğüm araştırmalardır.

    şaka lan şaka aha kaynak
    edi: kaldırmışlar yutubdan da aransa bulunu. adı. after life - the science of decay

    not: belgeselin konusu, bir mutfakta olabilecek besinleri 2 ay boyunca açıkta bırakıp çürümelerine izin verip döngüyü gözlemliyorlar. çok harika bir şey mutlaka izleyin.

  • süpermarketlerin tasarımında, mekanın düzenlenmesinde, rafların ve reyonların konumlandırılmasında vs. acaip hinliklerin olması;

    - kapıda müşterileri karşılayan ve mağazaya davet edenlerin en büyük faydası içerdeki hırsızlığı azaltmak. çünkü davetle girilen yerlerde hırsızlık daha az oluyor.

    - markete ilk giriş bölgesi müşterinin ‘gazını alma’ amacı taşıyor. genel anlamda şöylece bir bakıp geçiyor çünkü içerde yapacak şeyleri var. bu yüzden bu bölümler genelde promosyonlar için kullanılıyor.

    - sonra karşınıza çıkan alansa ‘sakinleşme bölgesi’. burada genelde kitap, dergi, dvd gibi durup bakacağınız, çaktırmadan dışarıyı ve telaşı unutacağınız, daha sakin bir alışveriş yapacağınız bir şekle giriyorsunuz.

    - ardından gelen ilk nokta sebze ve meyve reyonu. burada olmalarının sebebi insanın en temel ihtiyacı olan ‘karın doyurma’ meselesini çözüyor oluşu. insan alışverişe bu mantıklı noktadan başlayınca devamındaki ıvır zıvır, gereksiz şeyleri satın alırken vicdan azabı duymuyor.

    - süt, yumurta gibi taze ve günlük alınan ürünler genelde en arkada yer alır. çünkü onlar her şartta zaten alınacaktır. onlar bulunana kadar başka şeyler gösterip ‘kanına girilir’.

    - süpermarkette yayınlanan ses ve müzikler sizi yavaşlatmak üzere kuruludur. kimi akıllı playlistler sizi yüzde 29 oranında daha yavaşlatır. yavaşladıkça daha çok şey alırsınız. mıt üniversitesi’nin gerçekleştirdiği bir araştırma mağazaya giren müşterilerin cep telefonlarının baz istasyonuna yolladığı sinyalleri takip ederek hareketliliğini ölçer. sonuçlara göre duraklama zamanı yüzde 1 arttığında, satışlar yüzde 1,3 artar. yani markette de sürat felakettir.

    - alışveriş arabaları ve sepetleri daha çok şey satın almanız için büyük yapılmıştır. yapılan deneyler boyutu iki katına çıkarınca tüketimin yüzde 19 arttığını ortaya koymuştur.

    - market içinde ekmek, kuru pasta, yaş pasta yapan ve satan fırınların esas amacı etrafa saldığı kokularla insanları acıktırmak ve daha çok şey aldırmaktır. bu ürünlerin önemli bir kısmı önceden yapılıp sonra ısıtılan ürünler olsa da görsel ve kokusal etkileri yabana atılır cinsten değildir. bu taze ürün görünümlü fırınların etrafında genellikle kasap, şarküteri ve hazır dondurulmuş gıda ürünleri yer alır. böylece kafamızdaki taze ve dondurulmuş kavramı silinir. her ikisinden de alırız.

    - koku insanloğlunun en temel ve etki yaratan duyularından biri. dolayısıyla kimi marketler aynı ekmek kokusu gibi kimi yapay kokuları reyonlara ‘salar’. örneğin deterjan reyonunda yeni yıkanmış çamaşır kokusu; hatta ses teknolojisiyle yeni yıkanmış çarşafların sesleri bile taklit edilir. bu da satın alma hissini kamçılar. (bir ilginç örnek: bu konuda uzmanlaşan the aroma company, yaz tatili satan bir turizm şirketinin içine hindistan cevizi kokusu yaydığında satışların artmasını sağlar. çünkü hindistan cevizi insanlarda güneş kremini, plajları ve tatili anımsatmakta ve iştah kabartmaktadır.)

    - tazeliği çağrıştırması için meyve sebzelerin üzerlerine sprey ile su püskürtülür. (bu olay sebze ve meyvelerin daha çabuk bozulmasına, aynı zamanda marul, maydanoz gibi yapraklı sebzelerin tartıda daha ağır çıkmalarına neden olur)

    - haftasonu alışveriş yapan insanların daha yoğun olması, etrafa telaşla 'saldıran' insanları görmeniz sizin de daha fazla alışveriş yapmanızı tetikler. bu yüzden bilinçli alışveriş için en iyi günler pazartesi ve salı olarak kayıtlara geçmiştir.

    - market raflarında en kıymetli alan göz hizasıdır (bu da aslında ülkeden ülkeye değişir. uzakdoğulular kısadır, batılılar nispeten uzundur, vs…) dolayısıyla marketler bu hizaya yerleştireceği ürünler için üreticilerden ekstra para alır. çünkü insan genelde yukarı ve aşağıdaki seçeneklere bakmaz. ama yine de bazı çalışmalar üstlerin ya da rafların sonlarının da değerli olduğunu ortaya koyuyor.

    - marketlerdeki güvenlik kameraları güvenlik dışındaki işlere de yarar. örneğin birçok mağaza optik tanıma yazılımları sayesinde müşterilerin ürünleri rafta gözüyle seçerkenki mimik ve hareketlerini kaydederek sonuçlar çıkarmaya çalışıyor. bu araştırmalar sonucuna göre market içinde en az seçim yapılan alan bira. insanlar ne istediğini bilerek rafa gidiyor, buluyor ve alıyor. bu yüzden biracıların mağaza içinde değil dışında promosyon yapması gerek.

    - az seçenek olması genelde işe yarar. insanlar çok seçenek olan bir yerde karar veremediği için hiçbir şey almadan çıkabilir. bunun için de çözüm birbirine yakın kalite ya da kategorideki iki ürünün yanına daha alt seviyeden bir üçüncü ürün yerleştirmek. bu ‘tuzak’ ürün karar vermeyi kolaylaştırıyor.

    - müşterilerin yarısı kasa sırasında satın almaktan vazgeçer! bu yüzden marketler kasa sıralarını mümkün olduğunca dar yapar ve sepetinizdekileri çıkartıp koymanıza yol açacak boş yer bırakmazlar.

    not: alıntıdır. m. serdar kuzuloğlu'nun süpermarket tuzaklarına dair ve akıllı market alışverişinin sırrı adlı yazılarından derlenmiştir.

  • kesinlikle türkiye değil, daha farklı bir ortam. köpeğinizi tasmasız gezdirebileceğiniz, gidip yatanlara tebelleş olsa bile kavga etmeden ayrılabileceğiniz bir yer burası; türkiye olamaz. binlerce köpek sahibi kırk yıllık dostmuşcasına muhabbet ederken, köpekler özgürce diledikleri yere koşabiliyor.

  • erdoğan'in diger siyasi parti baskanlarina nazaran oldukca farkli ve ilgi ceken hitabet sekli ile ilgili okudugum bir yazinin detaylaridir.

    "erdoğan, genellikle kılıçdaroğlu ve bahçeli’den daha başarılı bir hatip olarak algılanıyor. aslında bu algıyı yaratmak için erdoğan 6 altın kuraldan şaşmıyor..

    1.kısa kısa bölümler
    erdoğan konuşmalarını, kısa bölümlere ayırıyor. her bölümde çok uzatmadan farklı bir konu işliyor. bu bölümlerde hem yeni ve ilginç, hem eski ve tekrar sayılabilecek konular seçiyor. önceliği ilgi çekebilecek olumlu başlıklara veriyor (örneğin “nuri bilge ceylan’ın altın palmiye ödülü aldı tebrik ettik” gibi veya o vilayetin gurur duyacağı bir konu gibi). daha sonra “başörtülü kızlarımıza baskı yaptılar” gibi olumsuz ve tekrar sayılabilecek konuları orta ve son bölümlerde aralara alıyor.

    2.aktüalite repertuarı
    seçtiği ilginç konular konusunda repertuarı çok geniş tutuyor. bu dinleyiciye “acaba ne diyecek ?” sorusunu sorduruyor. dinleyici bir aktüalite programı izliyor duygusuna kapılıyor. konular hürrem sultan dizisinden, 1. dünya savaşının yıldönümüne, gezi olaylarından, taksim meydanı’nın nasıl düzenlenmesi gerektiğine, yerli uçak yapımından, gençlerin nasıl davranması gerektiğine çeşitlilik gösteriyor. sadece konular ilginç olmuyor. içinde en az bir çarpıcı “haber başlığı” oluyor. bu gazetecinin işini kolaylaştırıyor.

    oysa rakipleri genellikle tek bir konuyu, yani akpyi eleştirmeyi seçiyor. bahçeli ve kılıçdaroğlu’nun basına yansıyan konuşmaları neredeyse hep aynı başlıklarla çıkıyor. bahçeli için “bahçeli’den çok sert sözler” ve “kılıçdaroğlu akp’yi eleştirdi” gibi. içinizden bu haberleri tıklamak görüntülemek gelir mi?

    3. hipnotik kalıp
    konuşmalara önce kimsenin karşı çıkamayacağı bilgiler vermekle başlıyor. “örneğin nuri bilge ceylan altın palmiye ödülünü aldı” veya “1. dünya savaşı bundan 100 yıl önce başladı gibi”. bu bilgiler itici olmuyorlar. kimsenin itiraz edemediği bu somut, tartışılmaz bilgiler, bilinçaltında erdoğan’a güven duygusu uyandırıyor.

    sonra konuya akp’nin olumlu katkılarını ekliyor. bilinçaltı “madem bir evvelki bölüm doğruydu, bu bilgiler de doğrudur” diye tepki veriyor.

    buradan muhalefete sorulara geçiyor. “siz bu konudaki hatanızı kabul edebilir misiniz?” veya “seçimi kaybetsen istifa edecek misin?” gibi. burada dinleyici bu soruların cevaplarının “hayır” olduğunu varsayıyor. çünkü bir evvelki bölümde erdoğan’a güvenmiş.

    erdoğan kapanışı da hipnotik komutlarla yapıyor. bu komutlar “siz yapacaksınız” şeklinde değil “bizler şöyle yapacağız” şeklinde oluyor. başından beri kafasında “bu doğru” diyen dinleyici kapanış komutlarına uymayı da hipnotik olarak kabul ediyor. dinleyicinin bilinçaltı sadece komutu değil aynı zamanda biz diye hitap edildiği için akp ile bir bütün olduğu fikrini de sorgusuz kabul ediyor.

    4. değişen ruh hali

    kemal kılıçdaroğlu konuşmalarında hep sınıfını sakince azarlayan bir öğretmen gibi konuşuyor. genellikle “ya olabilir mi bu kadar kuralsızlık” mesajı monoton bir şekilde süreklilik gösteriyor. devlet bahçeli ise monoton bir şekilde “nutuk” stili konuşuyor. oysa erdoğan’ı dinlerken sanki “damdaki kemancı” yı izler gibi oluyorsunuz. kah sinirleniyor, kah alaycı oluyor, kah ciddileşiyor. sahnede sık sık yer değiştiriyor ve sıkça kollarını kullanıyor. kulaklarınız dinlerken gözleriniz de meşgul oluyor. bu çeşitlilik de konuşmayı ilginç hale getiriyor.

    5. halkın dili
    erdoğan’ın cümleleri bu ülkenin çoğunluğunun kahvede, takside kullanacağı deyimlerden cümlelerden oluşuyor. “madem yapamıyorsun o zaman konuşamayacaksın kardeşim” veya “bu adam değil ülkeyi yönetmek keçi bile güdemez” veya “ölmüştür gitmiştir” gibisinden. erdoğan’ın her iki rakibinin konuşmasını bir kahvede hayal bile edemezsiniz. doğal kaçmaz.

    6. geleceğe dair umut

    belki de erdoğan’ın konuşmalarının en önemli özelliği umut. her ne kadar gezi’yi, paralel devleti, israil’i eleştirse de erdoğan dinleyiciye geleceğe dair umut veriyor. bu ülke kalkınıyor. terör bitiyor. ülke daha demokratik oluyor. dünya’da saygı görmeye başlıyoruz şeklinde. oysa rakipleri “durum çok vahim ve hatta daha da kötüye gidiyor” fikrini işliyor. sizin ruhunuz umudu mu, kasveti mi tercih eder?

    sonuç olarak hem kılıçdaroğlu, hem bahçeli hitabet konusunda amatörlükten vazgeçmeli. önemli misyonu olan liderlerin eksik yönlerinin farkında olmaları, düzeltmek istemeleri lazımdır. bu iş yetenek meselesi değildir, profesyonelliği istemek meselesidir.

    belki bu yazıyı paylaşırsanız, onların yakınlarında biri kendilerini bu bilgileri münasip bir dil ile anlatır.

    ahmet tamtekin"

  • dün los angeles’ta walmartta dolaşırken yanıma bir kadın geldi ve aşı olup olmadığımı sordu ve eğer olmadıysam hemen ücretsiz yaptırabileceğimi söyledi. amerika vatandaşı değilim sadece bir kaç günlüğüne iş için geldim yine de yaptırabilir miyim diye sorduğumda da pasaportum yanımdaysa yine ücretsiz olarak yaptırabileceğimi söyledi. ülkemizde ilk dozu yaptırmış insanlara dahi ikinci doz aşıyı zamanında planlayamayan yetkililerin süreci çok iyi yönettiğini iddia edenler var hala o yüzden paylaşmak istedim.

  • 1- türkiye'de yayınlanan ve yayınlanmış olan gazetelerin geçmişten günümüze tüm sayılarına ulaşabileceğiniz bir platform

    2- dünya üzerinde çekilmiş tüm filmlerin çarpıcı sahnelerinin olduğu bir arşiv

    3- müzik aleti notalarını algılıyan ve akor düzeltmesi yapmanıza yardımcı olan bir site

    4- şarkılardan sözleri çıkarıp enstrümantal hale getiren site

    5- dünyanın her yerinden yüzlerce üniversitenin ortak çevrimiçi kütüphanesi

    6- nasa'nın uzay ile ilgili keşiflerini ve fotoğraflarını bulabileceğiniz online arşivi

    7- ses kayıtlarınızı metne dönüştürme aracı

    8- pdf escape ile hiçbir uygulama yüklemeden, oldukça basit ve kullanışlı bir arayüz üzerinden pdf dosyalarınızı düzenleme aracı

    9- önemsiz bir siteye üye olmak için kullanabileceğiniz tek kullanımlık mail servisi

    10- ücretsiz ve yüksek kalitede stok fotoğraflar indirmek için harika iki site.
    1
    2

    11- filmlerde geçen mekanlar hakkında tanıtıcı bilgilerin olduğu, bu mekanların aslında hangi kentte bulunduğunu gösteren site

  • ust edit: aslinda bu bir rezalet basligi ancak siz sozluk yazarlarini da bilgilendirmek adina basligi boyle actim.

    sifirlanmistir. evet, 2022 haziran ayi itibariyle yeni sistem baslamis ve ekonomi sinifi icin bagaj hakki ilaveten satin alinmadigi muddetce sifirlanmistir. star alliance uyesi olmasiyla, yolcularina premium hizmet sunmasiyla ovunen, ancak bunu bedavaya yapmayip ortalama 2 kat daha fazla fiyat talep eden thy artik ayni ucus deneyimi icin 3-4-5 kata kadar fazladan fiyat talep edebilecek.

    eskiden yurtdisi ucuslarda destinasyona gore 23 veya 30 kiloluk bagaj hakkini herkese sunan thy bunu artik sadece parasini odeyenlere sunuyor. surekli uctugum bir destinasyon icin konusursak, bagajsiz bilet fiyati eski bagajli olaniyla ayni. kontuardaki thy calisani, bagaj hakki istemeyenlere daha uygun bilet saglamak icin bu sisteme gecti thy dese de boyle birsey yok. yillardir uctugum guzergah. fiyatlarin ne oldugunu biliyorum.

    peki nasil 3-4-5 katina cikiyor bilet fiyati? eger thy ile ucmaya alismis ve bagaj hakkiniz var sanip havalimanina kadar gelmisseniz, ucusunuza 1-2 saat kalmis demektir. kontuarda size bagaj hakkiniz olmadigini soyleyip ekstra ucret talep ediyorlar. kendi durumum icin konusursam, gidis-donus 5700 lira olan bilet icin 9000 lira tek parca bagaj ucreti talep ettiler. ucusunuza az bir zaman kaldigi icin ya bu parayi istemeye istemeye odeyeceksiniz ya da ucusunuzu gerceklestirmeyeceksiniz. utanmadan bir de check-in bagajinizi geri donusume verip el bagajinizla ucabilirsiniz diyor cozum olarak kontuardaki thy calisani. valizin icinde ne oldugunun bir onemi yok!

    diyeceksiniz ki bunun bilgilendirmesi yapilmiyor mu bileti satin alirken? kendi sitelerinde yaziyormus, baktim ben de evet yaziyor. bagaj hakkini onceden alsam daha uyguna gelecekti elbette ki. ama ben telefonla araci bir firmayla aldim bileti ve herhangi bir bilgilendirme yapilmadi bana. o firmanin da sucu var tabi ama en buyuk suc thy denen ici bosaltilmaya baslanan firmada. ne bileyim 10 yildan uzun zamandir ayni kurallarla uctugum firma birden, pegasus'a, ryanair'e donusecek. hatta bu saydigim firmalar thy'den daha iyi. en azindan premium fiyatina 0 kilolu bilet satmiyorlar. koskoca thy'nin bu halde dusmesi hem canimi yakiyor hem de sinirleniyorum.

    size daha sinir bozucu birsey soyleyeyim. bu ucuslari kullanan bazi yabanci uyruklu yolcular bu ucaga neredeyse bedavaya biniyor. gidis-donus bilet ve neredeyse 1 hafta otel konaklamasi icin odedigi para 500-600 euro civarinda oluyor genelde. 30 kiloluk bagaj da dahil. benden ise sadece bagaj icin istenen ucret 486 euro. sunu bilin ki, turk vatandasi olarak asla o paraya ayni paketi yabanci turistler kadar uyguna alamazsiniz. ne kadar erken alirsaniz alin. ozellikle de rus turistlere gecilen torpil hic kimseye gecilmiyor. girip bir rus seyahat acentasinin sitesinden siz de bakabilirsiniz. neyse bu baska konu.

    sonuc olarak siz sozluk yazarlarini da bilgilendirmek istedim. bazi destinasyonlar icin hala thy'ye mecbur olsam da alternatifi olan guzergahlarda artik thy'yi kullanmam icin bir sebep kalmadi. iki kruvasan bir bira verdikleri lounge'larini alip baslarina calabilirler. bunun disinda pek de bi farki kalmadi zaten diger firmalardan.

    kaynak

  • bildiğin yağmalanıyoruz hissi yaratıyor içimde. daha dün kadıköy'de akasya avm önünde taksi sırası beklerken, sıranın önünde değnekçinin gelen taksileri sırayla yolcu ile göndermesini görmesine rağmen, her gelen taksiyi önden durdurup atlamaya çalışan bir adam vardı, sandık ki türkçe konuşan değnekçi abiyi anlayamadığından atlayıp sıvışmaya çalışıyor, elbette hayır, karısını sokmuş sıraya aradan durdurusa sıradan atlayıp çevirip gidecek. baktı sırada önde duran iki kadın, türkçe anlamadığı gibi gördüğünü de idrak etmekte direniyor bu adam, bir de ingilizce deneyelim diyerek adama sıraya girmesi gerektiğini böyle taksi bulamayacağını anlatmaya başladı. adam döndü kadınlara ters bir aşağılayıcı el hareketiyle sus çekti, neden, çünkü kadın ona ne yapacağını söyleyemez, zaten olaya sinirlenip homurdanmaya başlayan insanlar bu harekete sessiz kalamayıp, sen kimin ülkesinde kimi susturuyorsun deyince, karısı olduğunu sandığımız dişi versiyonu çıkıp arapça ciyak ciyak bağırmaya ve tepki gösterenlerin üzerine el kol hareketi yapmaya başladı, bir de polis çağırın dedi, evet polis çağırın dedi, diğerleri de güvenliğe seslenip çağırın polisi diye kabul edince şaşırdılar biri ingilizce ülke benim ülkem, polis de benim polisim, kurallar da bu, buna uymayacaksınız defolun gibi birşey söyleyince adam ben kuveytliyim diyerek topladı ahalisini gitti, ne demekse kuveytliyim, benim param 1'e 60 alıyor seni de satın alıcam gör bak mı demek istedi anlamadım tabi. bu bana verdiği yağma hissi yeniden midemin bulanmasına sebep oldu.
    ortadoğu zihniyetiyle gelip, bunu yüzsüzce uygulamaya çalışan hiçbir ülke vatandaşını turist diye sineye çekemiyorum, aynı şey bodum vs.e gelip içip içip taşkınlıkla eğlenceyi ayıramayan batı, kuzey, güney ülkelerinin vatandaşları için de geçerli. 3 kuruş kazanıcam diye kültürünü ve kurallarını uygulamayanlar için de geçerli.

  • basbakan antony albanese nin aciklamasina gore 10 milyon dolarlik yardim kizilay ve kizilhaç araciligi ile bolgeye ulastitirilacakmis.

    okyanus otesinden yardim gelir araplardan hala ses yok

    edit: arap yalqyicilarindan mesaj geliyor

  • haklıdır. namaz kılacağım diye otobüsteki yolcuları bekletmek, selçuk'tan geçerken, benim meryem ana kilisesini ziyaret etmemi bekletmem kadar saçma bir olay.

    bak biri namaz, kazası var, kılarsın. ben hacı oluyorum oraya gittiğimde. bekleyecek misin?