hesabın var mı? giriş yap

  • büyüdüğünde büyük ihtimalle dünya üzerinde 2 tür müzik olduğunu sanacaktır:

    1- hareketli çalışmalar
    2- duygusal çalışmalar

  • başka vejetaryenleri bilemem ama hiç bir zaman "aman tezgahın üzerine et bırakma", "tost makinesine salam koyma" "ay et mi yiyorsunuz, çok iğrençsiniz" tavrı takınmadım.

    içim kaldırmıyor, sevmiyorum, yemiyorum. yiyene mani olmuyorum, beni hiç ilgilendirmez insanların midesine ne gittiği.

    ama et yiyenlerin tacizine, nerdeyse her öğünde maruz kalıyorum. bu taciz örneklerinin bazıları şöyle sıralanabilir:

    "aaaa et yemiyor musun?"
    "ama çok zararlı!"
    "b12 alamıyorsundur sen şimdi, beynin çalışıyor mu?"
    "allah onları bizim yememiz için yaratmış, nasıl yemezsin"
    "besin zincirinin en üst halkasıyız biz, o yüzden hayvanları yememiz gerek"
    "bak şöyle bir kebap yesen, şöyle bir iskender götürsen, nasıl seversin"
    "sen de o çatlak hayvanseverlerden misin?"
    "kurban kesilirken gördün miden mi kalktı?"
    "et yenmez mi be?"

    ben et yemeyi bırakalı takriben 15 sene oldu, ama bu tacizler hiç değişmedi, aynı cümlelerde, belki yüz değişik kişi tarafından kullanıldı. ben her seferinde kafamı sallayarak, "siz de haklısınız, ama bu benim kararım" dedim.

    bu 15 sene içinde ben hiç kimseye:

    "neden brokoli yemiyorsun, içinde bilmemne vitamini var, çok yararlı"
    "ispanak neden sevmiyorsun, demir varmış"
    "kerevizi ağzına bile sürmüyor musun, aaa ne ayıp?"
    "meyveyi biri soyup önüne getirmeden yemez misin, kesin vitamin eksikliği vardır sende"
    "bak şu enginarı bir tatsan, nasıl seviceksin"
    "hayvanlar katlediliyor, o eti yersen sen de katilsin"
    "utanmıyor musun o eti yemeye acımasız insan!"

    şeklinde tacizde bulunmadım, bundan sonra da bulunmam.

    ara sıra sabrımı kaybettiğim, yeter ulan, yeminimi bozdum dediğim anlar oldu, itiraf ediyorum. ama o anlarda da tacizin boyutu delirtecek derecede artmıştı. (misal, bir arkadaşımız, inekleri yemezsek, onların çoğalacağını, önce tüm bitki örtüsünü, sonra da şehirlere inip, hepimizi gelip yiyeceğini, büyük bir ciddiyetle savunmuştu. şaka olduğunu zannettiğimiz bu savunmanın gerçek olduğunu anlayınca, masadaki et yiyen, yemeyen herkes derin bir sessizliği dalmış idik.)

    diyeceğim odur ki, et yiyenler benim asabımı bozmuyor, onlara sinir olmuyorum, onlara et yeme demiyorum, istiyorlarsa kahvaltıya bile dana rozbifle başlayıp, üzerine bir de bir buçuk iskender atsınlar, afiyet olsun. umrumda değil açıkçası. bütün dünyayı vejetaryan yapıcam diye bir misyonum yok.

    ama ben de vejetaryanım dediğim zaman bu kişilerden aynı saygıyı ya da en azından aynı umursamazlığı bekliyorum. şaka yollu takılmalar önemli değil ama "kereviz yiyosun demek, senin beynin çalışmıyordur, ehehee" şeklindeki eblehlikler zaman zaman "öeh" dedirtebiliyor.

  • gerçekten de hayatımda gördüğüm en inanılmaz mantık hatası olabilir. "iyi bir çocuk olursanız, bir gün siz de şirinler'i görebilirsiniz" şartına rağmen gargamel isimli koca herif şirinler'i görebilmektedir. adam hem çocuk değil, hem de iyi değil. yaa yaa.

  • venüs'ün gariplikleri.

    güneş'e merkür'den daha uzak olduğu halde, güneş sistemindeki en sıcak gezegen venüs'tür. * bunun nedeni armosferinde bulunan yoğun karbondioksit içeren bulutların sera etkisi sayesinde sıcaklığı tutmasıdır.

    bir venüs günü bir venüs yılından daha uzundur. venüs kendi çevresinde 243 günde, güneş çevresinde ise 224 günde döner. yani eğer dünyamız venüs kadar yavaş dönseydi, güneş'in bir doğup batma süresinde 4 mevsimi yaşayacaktık.

    dünya'da 23 derece olan eksen eğikliği venüs'te 177 derecedir. dolayısıyla kendi ekseni etrafındaki dönüşünü diğer gezegenlerin aksi yönünde yapar. yani venüs'te yaşasaydık güneş'in batıdan doğup doğudan battığını görecektik.

  • toplumun yarattığı bir diğer manyak. tipi de bildiğin sevimli, kibar, küçüklere kol kanat germeyi kendine görev bilmiş sempatik dede. yani birine çocuk emanet edilecekse o kişi profil olarak bu adam işte.

    6. çocuğu 3 yaşına bastığında karısı evdeki tüm eşyayı toplayıp kendisini terk etmiştir. hatta çocuklarını yatırabileceği bir döşek bile kendisine bırakmayacak şekilde karısının kendisini terk etmiş olduğunu söylemektedir. iyi bir aile babası olduğu yargılandığı esnada çocukları tarafından ifade edilir. çocuklarına zarar vermişliği olmamasıyla birlikte çocuklarını her zaman çok düşündüğünü belirtir. çocuklarının manyaklığına dahil olduğu tek vaka, çocukları daha ufak yaştayken oynadıkları bir tahmin oyunu esnasında fish mazoşistliğini doyurmak adına oyun kuralı olarak çocukların kendisinden gizledikleri parmak sayısını bilemediğinde ceza olarak kendisini sopalatması yer alıyor. öyle ki, çoğu zaman fish bir elin parmaklarının sayısında fazla sayı söyleyerek bilhassa kendisini sopalatmışlığı sözkonusu.

    yakalandıktan sonra dedektiflerin kendisinin geçmişini sorduklarında göze çarpan ilk detay 15 ekim 1875'te babasının ani ölümünden sonra washington'daki st. john yetimhanesine gönderildikten sonra tecrübelediği olaylar sonrasında "bir şeylerin kötü gitmeye başlaması da burda olmuştur" demesidir. devamında da yetimhanede acımasızca kırbaçlanıyor olduklarını ve yetimhanede çocuklara yapılmaması gereken şeyler yapıldığına şahit olduğunu dile getirmiştir.

    fish'in namının arkasında yetkililerin parmağı da vardır. savunma makamının tuttuğu iki ayrı uzman fish'in deli olduğunu rapor etmelerine rağmen savcılığın görevlendirdiği dört ayrı uzman fish için aklı başında tanısı koymuşlardır. ironiktir bu 4 uzmandan biri fish'in, grace budd cinayetinden bir süre sonra tedavi amacıyla yatırıldığı akıl hastanesinin başhekimidir.

    iddia makamının uzmanlarından doktor charles lambert, fish ile yaptığı 3 saatlik görüşme sonucunda fish'in akli dengesi yerinde olan bir psikopat olduğu kararına varır. savunma avukatı james dampsey, yamyamlık mevzusunun fish'in deliliğine dair en somut örnek olduğunu öne sürerek bu bağlamda iddia makamına hücum etse de doktor charles lambert "insanların damak zevkine tartışılmaz sayın avukat" ve "toplum içinde her zaman farklı insanlarla karşılaşabiliriz. salatasına çeşni olarak insan eti katanlar olabilir..." vari zevzek beyanlarda bulunmuştur.

    fish'in ailesinde de kırıklık oldukça yaygın bir olgu. çekomastik aile ağcındaki bir çok şizofrenik ve sorunlu ferdi bir kenara bırakırsak, 55 yaşında fish halüsinasyonlar görmeye başlıyor, isa ve havarilerini görmesini bir kenara bırakalım kötülüklerden ve günahlardan arınmayla ilgili dini spekülasyonlara yardırıyor. incilden yaptığı alıntıları kendi kurguladığı cümleleri harmanlayarak "küçük olanları alıp kafalarını taşlara vuranlara ne mutlu..." gibi hoppa gangnam style vecizesi bunlardan sadece bir tanesi.

    bitti sandınız öyle değil mi? hayır genç adam/hanım...

    fiziksel acı ve kendi kendine işkence yaparak ya da canlı kurbanlar vererek günahlarının kefaretini ödeyebileceğine inanmaya da başlayan fish, tanrının kendisine küçük oğlanları işkence ederek hadım etme görevi verdiğine de inanıyor. fish'in kendi çocukları bir keresinde babalarının, üzeri çivili bir tahta kürekle kendi çıplak bedenini kan içinde kalana kadar dövdüğüne şahit olmuşlar. bir keresinde de fish'in bir tepenin üzerinde kollarını iki yana açıp "ben isa'yım!" diye haykırdığına tanıklık etmişler...

    fish psikiyatrist doktor fredric werthama, yakalandıktan sonra gizli kalacak şekilde anlattığı -kanımca bu dava sürecinden çok sonra halka hatırat şeklinde ulaştırılıyor- bu kopuk olayları şu cümleyle özetliyor;

    "yaptıklarım doğru olmalıydı... aksi taktirde bir meleğin beni durdurması gerekmez miydi? tıpkı ibrahim peygamberin kendi oğlunu kurban etmesini engellemeleri gibi..."

    bu yazdıklarım tabii ki fish'i sempatik göstermek gibi bir amaca hizmet etmiyor. keza kendisinin kurbanlarını ne sikimsonik şekilde katlettiğini detaylarıyla okuduktan sonra bu adam aslındabugs bunny'nin ta kendisiymiş aga deseler ıslak odunla kovalarım. özellikle sağlık personelinin büyük ihmali ve polisin zaman gereği tecrübesiz ve konu üzerine yeterince odaklanmayışı en az fish'in manyaklığı kadar kan dondurucudur.***

    grace budd cinayetinde öyle bir an varki okuduğumda içim parçalandı birader.

    ... i took her to an empty house in westchester i had already picked out.. when we got there, i told her to remain outside. she picked wildflowers...
    (...onu önceden gözüme kestirdiğim westchester'da boş bir eve götürdüm. oraya vardığımızda ona dışarıda beklemesini söyledim. kır çiçekleri toplamaya başladı...)
    mektubun devamı için.

    lan nasıl bir halet-i ruhiye bu emenike... şu yukardaki satır bildiğin 10 schindler's list afiş görseli gücünde. o 10 yaşında küçük kız çocuğu gitmiş kır çiçeği toplamış. yeni edineceği arkadaşları düşünerek ya da evin büyüklerine minik br jest yapmak için...** hassiktir be albert fish nasıl bir dürtü bu amcacım? adam boşuna kendi durumuna kana susama dememiş.

    kapanış ted bundy'den gelsin;

    "we serial killers are your sons, we are your husbands, we are everywhere. and there will be more of your children dead tomorrow."

    kaynakça

    edit : imlâ.

  • acun'un iki kişi arasında geçen bir oylama için "%50'yi geçen kazanır" buyurduğu yarışma. beklenmedik bir zeka parıltısıydı.

  • beklemede olandır. okuyun. online olarak okuyun, sözlüğü her gün ziyaret edin ve hesabınıza giriş yapın. entry'lere şukela verin. bunların çaylak olarak bekleme süresini azalttığını ve sıranızı hızla düşürdüğünü düşünüyorum.

  • türk olduğuma şükretme sebeplerinden bir tanesi.. allah'tan türküm ve türkçe biliyorum da şu muhteşem filmi tüm esprileri ile izleyebiliyorum.

  • bugün şehit polis cenazesinde yaptığı hareketle kumandayı tvye fırlatmama sebep olan, sinirden ağlatan, içimi acıtandır.

    nasıl bir güruhsun ki, cenazeye en son geldi. sinirden cümle kuarmıyorum affola, sonra düzeltirim.

    şehit oğlu var 13 14 yaşlarında, davutoğluyla abdullah gül ortalarına almışlar. bu geldi herkesi es geçti gül ile mikinin elini sıktı. çocuğu kafasından tutup öptü ve çocuğun önüne geçip arkaya ittirdi çocuğu. en önde olacak diye babası orada önünde yatarken hem de.

    gül fark etti önüne aldı çocuğu da babasını görebiliyor şu an.

    biz ne günah işledik de böyle bir belayı başımıza verdi idrak edemiyorum, aklım dimağım, hiç bir şeyim almıyor.

    gün gelecek orada yatacaksın elbet ve ben o gün çok ama çok mutlu olacağım.

  • endokrin sisteminin işlev bozukluğundan kaynaklanan bir hastalık. kadın ve erkeğin ergenlik, cinsellik ve üreme sistemlerini etkiliyor. kadını çok bilmem, erkeğe gelelim, temel belirtiler şunlar: küçük testis, ergenliğe girememe, sesin kalınlaşmaması, tüylenme olmaması, ereksiyonun gerçekleşmemesi, penisin gelişmemesi, bebeksi surat, sakalların çıkmaması, meninin çok az çıkması, spermin ise üretilememesi, kas ve kemiklerin yetersiz gelişmesi (mesela şınav çekememek). sosyal olarak içe kapanıklık, utanma, çekingenlik, özgüven eksikliği, karar almada problemler. bunların hepsi ya da pek çoğu görülebilir.

    peki sebep ne?

    vücudun temel işleyişi şu: hipotalamus'tan gnrh (gonadotropin releasing hormone - gonadotropin salgılatan hormon) yardımıyla hipofiz'e sinyal gider. hipofiz fsh ve lh adlı hormonları salgılar. bu hormonların salgılandığı sinyalini alan testisler, testosteron ve sperm üretimine geçer. normal (ya da çoğunlukla görülen diyelim) durum bu.

    hipogonadizm iki şekildedir:
    hipergonadotropik hipogonadizm (hiper hipo)
    hipogonadotropik hipogonadizm (hipo hipo)

    hiper hipo'da, beyin işini yapar ve testislere sinyali yollar. fakat testisler bu sinyali algılayamaz. testosteron ve sperm üretemez.

    hipo hipo'da beyin işini yapmaz. garibim testisler de sinyal gelmediği için testosteron ve sperm üretemez. (beyin işini yapamaz dediğim, hipotalamus ya da hipofiz arızalı olabilir.)

    yani durum şu: hiper hipo'da fsh ve lh normalden yüksektir. zira beyin, testosteron ve sperm çıkmadığı için, fsh ve lh'ı fazla fazla üretir. kan tahlilinde testo düşük, fsh ve lh yüksek çıkar.

    hipo hipo'da ise fsh ve lh çok düşük seviyededir. dolayısıyla testosteron da düşüktür.

    ee, anladık. peki tedavi nedir?

    hemen ilk uyarı olarak şunu söyleyeyim: size bazıları sustanon kullan falan dediler haliyle. biliyoruz. kullanmayın. testislerin üretmesi gereken testosteronu dışarıdan alırsınız sustanon ile. fakat bu testislere zararlıdır ve ufaltır, çalıştırmaz. hcg içerikli ilaçlar bizim hastalığın devasıdır. balık tutmayı öğrenmek gerekli çocuk sahibi olabilmek için, direkt balık verirlerse balığı yeriz. fiziksel olarak değişiriz. ama üretemeyiz!

    dönelim tedaviye: hiper hipo biraz daha incelikli iş. klinefelter sendromugibi genetik durumlar da var. bilen birileri açıklar umarım.

    ben daha iyi bildiğim hipo hipo'ya geleyim. ilk iş olarak, gnrh verilir dışarıdan. hcg maddesi içeren ilaçlar. human chorionic gonadotropin. marka olarak türkiye'de: pregnyl, choriomon, ovitrelle var. bu ilacın dozunu doktor ayarlar elbet. fakat genel olarak, ergenliğin ilk yıllarında (14-20 arası diyelim kabaca) düşük dozda verilir. sonra arttırılır. bu ilaç, vücudun üretemediği gonadotropindir. testisler gonadotropini görünce, işini yapmaya başlar. testis ve penis büyür. meni miktarı artar. tüylenme, kas, ses yavaş yavaş oturmaya başlar.

    diyelim ki çocuk sahibi olmak istiyorsunuz? hcg kullanılacak zaten. tedavinin belli bir aşamasıyla birlikte hmg ilacı eklenecek. human menopausal gonadatropin. bu da sperm çıkışı için önemli. türkiye'de menogon, gonal-f gibi markalar var.

    hipo hipo için çocuk sahibi olabilme ihtimali %90'dan fazla. oldukça yüksek. doğru tedavi ile.

    peki ne kadar? benim doktorum, sıfırdan başlayan biri için dahi evde gebelik için 2 senelik bir tedavi öngörüyor. peki sonra? spermi donduracağız, her ihtimale karşı. testislere zarar vermeyen nebido tarzı ilaçlar var. vücudun ihtiyacı olan testosteronu alacağız böylece. ömür boyu. evet, ömür boyu ilaç kullanmak gibi bi durumla karşı karşıyayız.neden? zira testosteron yalnızca cinsellik ve üremeyle alakalı değil. sosyal ve psikolojik yönlere de etki eden bir hormon. kas kemik sağlığı, analitik düşünebilme, karar alabilme, düşük özgüven, sosyal zeka, çekingenlik gibi çıktıları var. yani ömür boyu lazım. kullanmak gerekli.

    bu kadar şey yazdım. buraya kadar okudun belki. meraklısın. biliyoruz. hepimiz öyleyiz. tam olarak ne yapmalıyız, onu da çok bilmiyoruz. hele hele dışlanmış hissediyoruz. çoğu zaman da reddediyoruz, yadsıyoruz durumu ve hastalığımızı.

    ncık! o iş öyle olmuyor. doktora git. mümkünse ürolojinin alt dalı olan androlojiye. ama olmadı endokrin'e. ilaçlara başla. zamanla kendini farklı şekilde yeniden tanıyacaksın. değişeceksin. dünyaya bakışın da değişecek. emin ol.

    bir whatsapp grubumuz var. türkiye'de 50'ye yakın hipogonadizm hastasının bulunduğu. biz birbirimizi bulduk, sen de gelebilirsin. bana ulaşabilirsin buradan.

    veyahut: hipogonadizm.com ya da hipogonadizm.org'a gir. mail hesaplarına yaz. forumlara yaz. birileri seni bulacaktır!

    iletişim için şu mail adresine bir şeyler yazabilirsin: hipogonadizm@yahoo.com

    hipogonadizmle ilgili, odadaki fil ekibi tarafından yapılmış bir podcast için: https://open.spotify.com/…zdrp6ssui0asp1edsjaa&nd=1

    anormal değilsin ya da dünyada tek sen yoksun. toprak var ama sulanması gerekli. sonrası bahçeler, bağlar... hepsi bu kadar. şimdi çık evinden, gücünü topla, yüzleş. androloji ya da endokrin. bir doktorun kapısını çal ve gir. başla. hepsi bu!

    edit: mail adresi ve link

  • sözlükteki âdet şudur; bir yapım hangi ülkeden çıkmışsa, orijinal adıyla başlık açılır ve o başlık üzerinden yürütülür. bu dizinin orijinal adı hakan: muhafız'dır. mesela la casa de papel de money heist diye başlıkla yürütülmüyor. dolayısıyla bu başlığın hakan muhafız başlığına yönlendirilmesi gerekiyor bence.

  • kaçılın (bkz: kaçıl) ben de laf söylemeye geldim. bu arkaaş kimdir, necidir daha önceden görmüşlüğüm/bilmişliğim yoktu. taaa ki kapı komşumuz olana kadar. kendisinin az ünlü olmasında değil, ben alakasız birisiyim bu isimlerle. kimseyi tanımam genelde.

    bahçeli bir evde oturuyordu kendisi. hani şu yan komşusunun (bkz: nursel ergin) duvara kulağını dayayıp kavgalarını dinlediğini ayan beyan televizyonlarda söylediği evden bahsediyorum. demiştim ki "ulan yazık insanlara, özel hayat denen bir şey var. nasıl bunu yapabilirsin". çok net hatırlarım. ben de o sitede oturuyorum efem. site dediysek öyle mütüş bir yer de değil. yanlış anlaşılma olmasın.

    sonrasında bir köpek geldi bu arkaaşın bahçesine. dalmaçyalı gibi. sevimli bir şey. zaten köpeklere bayılan bir çift olduğumuz için uzaktan seviyoruz eşimle biz. duyduğum kadarıyla sahiplenmiş barınaktan. araştırıp bakmadım. doğrudur.

    köpek sürekli havlıyor. sürekli ama. çünkü dışarıda kalıyor. artık ilgi mi istiyor yoksa içeri girmek mi bilmiyorum. ama mütemadiyen ben köpek sesiyle yaşadım uzun bir süre. çok da sorun değil. diğer komşumun küçük köpeği çok daha fazla havladığı için :) alışkınım zaten bu sese. artık umursamıyordum bile.

    sonra bu köpek gitti. yerine bir tane golden geldi. goldenlar zaten default olarak aşırı sevimli oldukları için biz eşimle daha da seviyoruz bunu uzaktan. diğer köpek neden gitti bilmiyoruz. sonrasında farkettik ki bu köpek de bahçede yalnız... kimse yok ilgilenen. biz "yok canım öyle şey olur mu" falan diyoruz ama oluyor öyle şey işte. hayvan yalnız...

    yazın hava leş gibi. oturduğumuz yere güneş günün belki 8-9 saati direkt olarak vuruyor. aynı şekilde o bahçeye de. hayvan yine yalnız. garibim gölge buluyor falan küçük bir yer oraya yatıyor. gölgede bile 35 dereceyi bulan sıcakta hayvan bunalıyor. saatlerce. günlerce. haf-ta-lar-ca...

    işim gereği evden çalışma lüksüm var ve geçtiğimiz yaz bizzat şahit oldum bu duruma. birisi gelip muhtemelen suyunu ve mamasını veriyordu o hayvanın ama mevzu su ve mama değil. mevzu o hayvanın haftalarca o kavurucu sıcakta yalnız başına yaşamaya bırakılması.

    hani hayvansever falan diye biliniyorsa söyleyeyim dedim. benim gözlemlerim tam olarak o değil çünkü.

    konuşmasını da dinlemedim (dediğim gibi hiç alakam yoktur ama gündemden düşmedi günlerdir) ve dinlemeyeceğim de ama eğer herhangi bir yerinde hayvan sevgisinden bahsediyorsa aklıma hemen zamanının meşhur videosu geliyor. hatırlayan hatırlar...

    - hass...tr demek istiyorum.

    bunu da çok düşündüm yazsam mı yazmasam mı diye. sonra dedim ki sonuçta ben kulağımı duvara dayamıyorum. ortada eziyet çeken bir hayvan var. birileri de -bir şekilde hayvan sevgisi üzerinden prim yapıyorsa- en azından bu saçmalığı bilsin bir kısım insan istedim.

    ne de olsa sadece konuştuklarımızdan değil, sustuklarımızdan da sorumluyuz.

    lanet olsun debe editi: bir ton mesaj geldi. inanan inanmayan. tek bir entrymin olduğundan yola çıkarak yalan söylediğimi sananlar. sözlük zamanında çok güzel yerdi ama sonrasında bu hale geldi işte.

    (bkz: 28 şubat 2016 ekşisözlük direnişi)
    (bkz: bütün entry'lerini silen yazarlar listesi)

    bi bu kadar da yerin altında vardık. peeeeh. (dede efekti)