• ağzındaki baklayı pişirmeden konuşup, davranmak, çiğ olmak.
  • ham ya da pişmemiş olma hali. döndüm ki döndüğüm yerde değildim diyemeyenlerin aynı dönme dolapta kalmışlıkları.
  • beter bir "insan" ol(a)mamislik hali. yaş, eğitim, deneyim ve konumdan bağımsız, edep, görgü,sabır ve had eksikliği.
  • münçh'ün tablosunun ismidir.
  • bazı yorumlara ithafen: münçh'ün tablosu kesinlikle olmayan bir şey olan şey. peki o zaman kendisi bir ney? benim gibi gerçek hayat yoksunu bir bünye tarafından yorumlandığında, ki kendisinden özür dilerim işlerin anlamsız raddede çılgınlığa erişmesinde, bikbiklediği tabağı boynuna asan bir tavuğun yardımı dokunmuş olsa da bana, aslında en temelde, beni bu raddeye getiren insanlarda gördüğüm bir çiğlikti. tertemiz bir çiğlik. hayvanlarla alakası yok, onlar dünya üzerindeki kalp ve belirli organizmaları temsil eden canlılar. ama kendileri de yaşadıkça çiğler... (öldüm şu an).

    birkaç kez gözlemlediğim ve tattığım hisler, genel itabarı ile, hepsi bir şekilde belirli bir tanıma doğru yol alan deneyimlerden ibaret olan vızı-vızılar. insanın kafasına sokulmuş olan doğru-yanlışlar ve tüm bunları kafasında kurguladığı şekilde belirli zaman dilimlerine sıkıştırma isteği, galiba, hepsi birer birer camdan aşağı süzülen yağmur damlaları gibiler. bütün bunların ne yöne akacağını ve ne şekilde bir doğrusallıkta ilerleyeceğini saptama niyeti, bana kalırsa şizofreni ile karşılıklı güreşe tutuşmak gibi. o zaman tutuşmalıyız.

    bazen, bir anda ve aniden (evet güzel bir sözcük birlikteliği), her şey tamamen (devam ediyor) anlamsızlıkla karşılaşabiliyor. bu kahvaltını yaptığın anda, birden dışarıya pencereden bakarken gerçekleşebiliyor. ve bütün varlığın aniden, sanki daha önceden içinde var olduğun bütün eylemleri bir şekilde yoksunluğa kavuşturabiliyor. sonra birkaç kelime türetmeye çalışıyorsun, etrafındaki akışı görmezden gelmemeye uğraşarak, içtenlikle, umursayarak; ancak neticede bir anda kopuyorsun her gülüşten, her hüzünden, her duygudan, her bilmemneyden. sesler etrafında hüküm sürüyor. ne yapabilirsin ki? sende kalmalısın.

    bir anda, kelimenin en oynak hali ile umrunda olmayan bir eylemler zincirinin içinde yüzerken, gulup gulup eden içeceğinden de bir yudum alırken buluveriyorsun kendini. etrafında dönüp dolaşan fikirler seni es geçiyor, sen de bir başka dünyalı edası ile öylece bakınıyorsun etrafına. ve soruyorsun kendine "bütün bunların döngüsü nereye?". aslında biliyorsun ki, hepsi birer başarısız çiğlik. var olma amacı ile dünyaya serpiştirilen ve sonradan üzerine gidilmeyen komiklikler; savruluyorlar oradan oraya.

    ah, evet tam bu noktada, gerçekten hissedemiyorsun, dönmüyor o çark, çünkü içinde bir hinlik var, niyetin yok ettiği bir güzellik ölümünü fısıldarken kulaklara, ufak bir sessizlik oluşuyor, ve herkes anlıyormuş gibi ona takılıyor, ancak ortada kendi halinde dans eden bir yas var; kimse tarafından görülmediğinden emin, beceriksizce ve mahçubiyetle hareket ediyor ve sahiplenilmiyor.

    tüm bu akışta, hislerin tamamen yok edildiği ve ben'liğin ön plana çıkıp da önündeki insana hükmettiği o zaman diliminde, biri çıkıp diyor ki "göklerde fazla karanlık var".

    bu sözü duymanın ve akabinde yaşanan bütün safsatanın ardından, insan kendisini bir başka gerçekliğe adapte etme konusunda ölümcül bir yoksunlukta hissederek kafasını yıldızlara doğru çeviriyor. evet, kendileri hep oradalardı dolayısıyla hep varlardı ve var olmaya devam edecekler. onların gözünden bakıldığında, bütün bu gerçeklik olarak yanılsanan, insanın doğruluk ve yanlışlık üzerine kurduğu egemenliğin aslında çok genç olduğu sonucuna ulaşılabileceğini söyleyen bazı ağaçlar gözle çarpıyor. kendileri suskunluklarını korusa da, kabuklarına dokunulduğunda o hisse ulaşılabiliyor. ya da bazı ruhiyeler bunu dile getirmekten çekinmiyor. öyleyse kim onlar?

    son kertede, olmuş olanın- bilinmezliklerin, olacak olan tasarlanırken her ne koşulda olursa olsun yardımsever bir eşlikçi rolüne büründüğünü ama en geride, kendi içinde daha başka ve bencil planlara sahip olduğunu söylemek mümkün diyor çiğ olan, korkulan ve bulaştığı düşünülen, ama aslında eğreti duran ve belirgin olan bütün takıntılar, başlı başına, sen ne kadar sana uygun olduğunu düşünsen de, inanılması karın yoran, düşünülmesi vıcıklık yayan bir olguya kendisini kolayca hapsediyor.

    işte o zaman bazı dişler, bazı tenleri çiğ bulabiliyor, ki bu da olağanlığa denk geliyor; seyrinde akıyor dünya, ne eksik ne de fazla.
  • ömer hayyam'ın sevdiği bir tabir, en azından çevirilerinde sık geçmekte.

    çiğlik etmek, toyluk etmek.
  • bir çiğliği aştıktan sonra tamam lan bu sefer çiğlikten kurtuldum diyorum ama sonra bir üstteki şeyin çiği olduğumu anlıyorum. bitmez bu çile.
  • "benden hayyam'a selam söyleyin demiş peygamber;
    sözlerimi yanlış anlamışsa çiğlik eder:
    ben şarabı herkese haram etmiş değilim ki
    hamlara haramdır, doğru, ama olgunlar içer." ömer hayyam
hesabın var mı? giriş yap