hesabın var mı? giriş yap

  • gandalf, bir istari ya da orta dünya büyücüsüdür. ölümsüz topraklarda gandalf, olórin adlı bir maia ruhuydu ve rüyaların efendisi lórien'in bahçelerinde yaşıyor ve sık sık merhametli nienna'yı ziyaret ediyordu. güneşin üçüncü çağının 1000. yılında istari ya da orta dünya'ya gönderilen büyücülerden biri olmak üzere seçildi. batı dillerinde gri gandalf, elf dilinde mithrandir ya da "gri gezgin", cüce dilinde tharkûn ve harad dilinde de incánus adıyla tanınıyordu. dış görünüşü, büyük bir pelerin ile sivri uçlu bir şapka giymiş ve elinde bir asa taşıyan, sakallı yaşlı bir adam biçimindeydi. gri limana vardığında círdan ona, narya ya da "ateş yüzüğü"nü verdi. iki bin yıldan uzun bir süre boyunca gandalf, orta dünyada etkisini arttıran kötü güçler ile savaştı. 2941 yılında, ejderha smaug'un öldürülmesiyle sonuçlanan yalnız dağ seferinin ilham kaynağı oldu. bu sefer sırasında gandalf glamdring adlı kılıcı, bilbo baggins ise tek yüzüğü buldu. 3018 yılında frodo baggins'in yanına gelen gandalf, yüzük seferini başlattı. rivendell'de yüzük kardeşliğinin lideri olarak seçildi ve kardeşliği pek çok tehlikeden kurtararak yollarına devam etmelerini sağladı. bu sırada khazad-dûm köprüsü savaşında, moria'nın balrog'u ile yaptığı ölümcül mücadelede kayboldu. fakat büyücünün ruhu, hiç bir silahtan zarar görmeyen ve ışık saçan beyaz gandalf olarak dirildi. yüzük savaşında, gölgeyele (shadowfax) adlı atını süren beyaz gandalf her yerdeydi: rohan kralı théoden'in ilham kaynağı, isengrad'da saruman'ın sonunun hazırlayıcısı ve minas tirith kapılarında cadı kralın durdurucusu hep o oldu. yüzük taşıyıcısı tek yüzüğü yokederken, gandalf mordor'un kara kapısı önünde batı ordusunun komutanları ile birlikteydi. savaştan sonra gandalf, arnor ile gondor'un yeniden birleşmesini sağladı ve 3021 yılında yüzük koruyucularının son yolculuğuna katılarak ölümsüz topraklara döndü.

  • ...

    orhan pamuk nobel edebiyat ödülünü aldı, çünkü ben onun yüzünden idare hukuku finaline giremedim. boz koridorları, şahsiyetsiz sınıfları, tuğla gibi kitapları, takım elbiseli gestapo hocalarıyla, tecrübe etmesi azaptan farksız bir okulun, sınıf atlamam açısından hayati önemdeki sınavını, "kara kitap" yüzünden kaçırdım. sıfır mübalağadır... unutmam hiç: küçük bir odada, küçük bir masa... masanın üzerinde idare hukuku kitabı, kitabın yanında fotokopi notlar, onların yanında da "kara kitap"... elim asıl kara kitaba değil, diğer "kara kitap'a gitti. kitabı açtım ve sabah kuşlar cıvıldayıp perdelerden gün sızarken, ben de huşu içinde sızdım. şimdi dönüp baktığımda hayata dair bir nevi tercihte bulunduğumu görüyorum. zira o günden sonra, hukuk fakültesi'ne bir daha doğru düzgün uğramadım. şunu da söylemek mümkün: şimdi lise mezunu bir romancıysam, bir sebebi de orhan pamuk belki... ve işte o yüzden ben, orhan pamuk'un nobel edebiyat ödülü'nü neden aldığını iyi biliyorum.

    ...

    murat uyurkulak

  • ayrılık deyince en acısı aşkta olur zanneder insanlar. aşk nedir ki? ya atlarsın, ya düşersin, baktın olmaz vaz geçersin...

    daha önce kuzey kore'de kalmış bir insanın oradaki anılarının her kelimesini pür dikkat dinleyen bir güney koreli ile karşılaştıysan,

    güney kıbrıs'ta büyümüş bir yunan kız, sana saatlerce kuzey kıbrıs'ı anlattırdıysa,

    yunan bir arkadaşın istanbul'a seni görmeye gelirken, istanbul doğumlu dedesi gelmesini istemediyse ve bunun tek nedeni istanbul'u görürse selanik'e dönmek istemeyeceğinden korkması ise,

    beyrut'ta yolda yürürken biri kahramanmaraşlı, diğeri vanlı iki ermeniyle karşılaştıysan ve ikisi de nenelerinden öğrendikleri kırık ve eski bir türkçeyle seninle konuşmaya çalıştıysa,

    bosna doğumlu bir sırp, sana anneannesinin evini, çocukluğunu, şimdi her biri başka devlet vatandaşı iki sıra arkadaşını anlattıysa,

    bir muhacirin kızı olan annen "tuna anlattıkları kadar güzel mi" diye sorarken sesinin titremesini engelleyemiyorsa,

    bir kadın ve bir erkeğin birbirlerinden ayrılmalarının, bahse değmeyecek, en beleş acı olduğunu anlar, susarsın.

  • dun gece bir arkadasimla konusuyorduk. kiz mezun oldu. issizim simdi ve gelecegimden supheliyim diye sitem ediyordu. devletin imkanlarindan yakiniyordu. bir onerisi oldu. bundan yirmi yil sonra kosullarimizi yan yana getirelim ve kimin daha mutlu olduguna karar verelim dedi. ben, "ben mutlu olmak icin degil, hayatimi daha iyi kosullarda idame ettirmek icin buradayim. mutlulukta sen ustunsun ve oyle kalacaksin, cunku kendi ulkendesin; ama ne bugun ne de yirmi yil sonra en ufak bir yakinlik olmayacak denklik acisindan iki ulke arasinda." dedim ve bir kac sey anlattim:

    ben hastalansam, duruma gore evin onune helikopter iner. sen ise ambulans gelene kadar ölmus olursun.

    ben gecinecek bir is bulamasam bile(ki isteyen herkese is vardir burada. issizlik diye bir sey yok. sadece istemeyen calismaz ve devletten gecinir. sosyal devlet cunku) devlet benim evimin kirasina kadar gecinmem icin gereken her seyi saglar.

    devlet ilerde olur da evlenirsem benim cocugumun tum ihtiyaclarina varana kadar her seyi en iyi sekilde karsiliyor. en iyi kresten, en iyi universiteye kadar.

    burada insan oldugu icin deger goren 82 milyon insan var. orada sadece parali insanlar degerlidir.

    orada ehliyet sinavinda adam gelip cevaplari verir. burada 1500 soru icerisinden 10 tane soru sorarlar ve uc tanesi yanlis olsa gozunun yasina bakmazlar. direksiyon sinavinda bir tek hata yap, aglasan da sizlasan da fayda etmez. iste bu yuzden turkiye'de sadece bir bayramda 200 kisi ölurken, almanya'da bir yilda 200 kisi ölmuyor trafik kazalarinda.

    sen orada isini halletmek icin el altindan birazcik para verirsin devletin adamina, her sey biter. eger burada oyle bir sey yapmaya tenezzul edersen dahi, adamin hayatini sondururler. en buyuk hakaretlerden biri. diger yandan, rusvete gerek yok cunku her sey tikir tikir isler burada. gozun yiyorsa bir trafik polisine ehliyetin arasinda 50 euro koy bakalim ne oluyor.

    orada saglik adi altinda sacmalar doktorlar. bi dunya ilac yazip dururlar. burada daha gecen hafta doktor kuzenimi azarladi, ilac isteyince cocuguna. "kimyasal bu yahu, daha 8 aylik bebege ben ne ilac vereyim delirdin mi?" dedi. orada her seye daya ilaci, daya ilaci.

    sen orada hastane kuyruklarinda ölursun. ilac bulamaz ya da tedavi olamazsin. burada devlet aids veya kanser olsan, sana omur boyu bakiyor en iyi konusllarda. calisma, dert etme hayati kendine, canin ne istiyorsa onu yap ben sana bakarim diyor.

    orada kucuk bir kiza 44 kisi tecavuz eder, sonra serbest kalirlar. sana sadece su kadarini soyleyeyim almanya'da bir laf var: "git adam öldur; ama sakin birine tecavuz edeyim deme". sen dusun.

    burada yesil disindaki renkler sadece yollar ve evlerin rengi. alabildigine yesil her yer. sincaplar, geyikler, ordek ve tavsanlar sokak kenarlarindaki cimenlerde agaclarda geziyor. cok sayidalar. tr'de tavsani gorseler kesip yerler. sincap gorseler alip beslerler evde kafese goturup.

    burada birbirlerini tanimayan insanlar bile sabah seni gordugunde gunaydin der. kaldirimda karsidan gelen adam bile goz goze geldiginizde nezaketen merhabe der gulumseyerek. orada boyle yapsan ya sapik derler ya da deli.

    burada oturumun varsa, buranin butun bi anlattigim haklarindan faydalanabiliyorsun. 80 yillik bir almandan farkin olmuyor.

    burada onlarca milletten insan yasiyor ve kimse kimseye nerelisin bile demiyor cunku hepsi insan olarak goruluyor. orada ise birak nereli oldugunu, dusunce farkliliklarina bile tahammulu olmayan insanlarla dolu etraf. alevi ise ayridir, laz ise ayridir, ateist ise ayridir, ermeni ise ayridir.

    ve bu anlattiklarim gibi binlerce sey...

  • dünya’nın adaletsizliği vol 2: (öncesi ve çok basit bir özeti için (bkz: #40736439))

    dünya’da zirve denen kesim yani %1, dünya’daki tüm paranın %57’sine sahip. hatta 7 milyar insan içindeki en zengin 358 kişinin yıllık kazancı dünya’daki insanların %43’üne (düz hesap 3 milyarına) eşit. yani yine düz hesapla bu 350 kişiden her biri tek başına 9 milyon insanı doyurabiliyor. dahası, 200’e yakın ülkenin bulunduğu dünya’daki en zengin 3 kişi, en fakir 50 ülkenin toplamı kadar kazanıyor ki bu ülkelerin nüfusu yaklaşık 2.5 milyar. düz hesap olsun diyip en zengin 500 insana bakarsak hepsinin kazancı dünya’nın en fakir 170 ülkesinin kazancına eşit. geriye kala kala 30 ülke kaldığını da hatırlayın. ilk 1300 insan dünyadaki paranın %94’ünü kullanıyor. en zengin 10 insan tüm varlığını hibe etse, en en fakir 1 milyar insan avrupa standartlarında yemek, sağlık, eğitim ve barınak ihtiyaçlarını tam 250 yıl boyunca karşılayabilir. ve 1913’den 1992’ye kadar payların değişmesine bakarsak (11’e 1’den, 72’ye 1’e) bu 500 kişi 2050’den önce neredeyse tüm dünya’nın kazancını ele geçirecekler. mesela 50 yıl önce dünya ortalamasında bir insanın bir ons altın alması için 22 saat çalışması gerekiyordu. artık 200 saat çalışmalı. ilginçtir en değerli madenlerin %90’ına sahip kıta olan afrika’da milyoner olabilmiş sadece 4 insan var. mesela pakistandaki yakıt rezervleri tüm ülkeyi 500 yıl boyunca yakmaya yetecek düzeyde. ama bu ülke günde 18 saat elektirik kesintisi yaşıyor. ben zengin miyim acaba derseniz, ölçüt şu: 3 hafta boyunca günde 3 öğün, en kaliteli ve sağlıklı beslenme şekli denen standartta karnınızı doyurabiliyorsanız, siz de dünyanın en zengin %15’indesiniz. şahsen ben bunu hayatım boyunca dört günlük bayramlarda bile başaramadım.

    en kıyak tabakayı geçtik, geldik en zengin %20’ye. bu insanlar tüm dünya’nın kaynaklarının (enerji, yiyecek vs) %86’sını tek başına tüketiyor. kalan %14 ise sana bana ve tabi 5.6 milyar insana dağıtılıyor ki eşit değil, 1.2 milyar insan günde 1 dolarlık pay alıyor. bu arada 800 milyon insan her gün aç uyuyor ve her gün 60 bini ölüyor sırf açlıktan. önceki entryde bahsetmiştim, 2.4 milyar insanımız var arıtılmış suya erişemiyor. bunların her biri arıtılmış su içsin dersek bunun maliyeti sadece 10 milyar dolar. olimpiyatların ve super bowl’un 10 milyara düzenlendiğini, whatsapp’ın 19 milyara alıcı bulduğunu, bir başbakanın tespit edilen yolsuzluğunun 90-100 milyar dolar olduğunu unutmayalım. basit hastalıklardan ölen insanların sayısı yine milyonlarla ifade ediliyor. biz tüm dünya’nın basit sağlık gereksinimlerini karşılayalım desek (aşı, grip ilaçları gibi basit ihtiyaçlar) 13 milyar dolar gerekiyor. edit ile örnek: afrika'da 0.15 dolarlık malaria aşısı yapılmadığı için her gün 2000 insan ölüyor. başka bir deyişle 150 dolar verilmediği için 2000 insan ölüyor. insan hayatının değeri.

    u.n. türkçe adıyla birleşmiş milletler. birbirinden korktukları için yıllık 1.3 trilyon dolar harcıyorlar silahlanmaya. bu para tüm dünya’nın yeterli şekilde beslenmesini 7 yıl boyunca garanti altına alabiliyor. bu oluşum 7 yılda 5.4 milyon insanın kongo hastalığından ölmesini 3 milyar dolar (0.003 trilyon dolar) ayırıp durdurabilirdi. silahlanma demişken, sadece nükleer bombalar ki amerika bile 250 tanesine sahip, tüm güneş sistemi canlıyla dolu olsa hepsini ortadan kaldırmaya yeter. hatta amerika’nın pentagon’unun savaş için harcadığı yıllık para, 50 ülkenin eğitimi sağlık gibi ihtiyaçlarını karşılamaya yetiyor.

    amerikan yaşam standartı. maalesef bu standart korunsun diye dünya’nın geri kalanı birşeyler kaybediyor. bu ülke insanları çok değil, sadece %10 az et yeseler, yani 1 kg değil 900 gr alsalar, tasarruf edilen miktar tam 60 milyon aç insanı doyurabilir. (amerika nüfusu 280 milyon). çöpe atılan et miktarı da %10 dan büyük maalesef. yılda 800 milyon ton yiyecek, amerika satacak birini bulamadığı için atılıyor. bağışlanmıyor bile. 12 milyon ton meyve tüm aç çocuklara yetiyor buradan hesap edin. en büyük et alıcısı mcdonalds’da çöpe atılması gereken yiyecekleri fakirlere verdiği için işten atılan çalışanların sayısı sadece 2010’da 150. bunu yapmak yasak çünkü. hani türkiye’de 250 bin tavuk kesiliyormuş diyordunuz ya, amerika’da saatte 1 milyon hayvan kesiliyor. insanların obez olmasını geçtim, gelişmiş ülkelerdeki evcil hayvanların bile %40’ı obez. amerika ve avrupa evcil hayvan mamalarına 17 milyar dolar harcıyor. bu para 100 milyon aç insanı yıl boyunca doyurabilir. starbucks kahvelerini üreten güney amerikalı çiftçiler 1 bardak starbucks kahvesi almak için 3 gün çalışması gerekiyor.

    yoksulluklara çözüm bulsun diye kurulan yasal dernekler, amerika’da bağışlanan paraların %1’ini yardım için kullanmak zorunda. kalan %99’uyla istediklerini yapabilirler. müthiş insan bill gates kazandığı milyar milyar dolarların %75’ini bill gates foundation’a bağışlıyor biliyorsunuz. bu paralar bağışlandığı için vergiden muaf oluyor. böylece yasal zorunlulukla harcanan %1, verilmeyen vergiler yanında hiçbir şey.
    sorular üzerine: ortada dolaşan kayıtlara göre bağışlanan paranın %96'ü şirket personelinin maaşlarına ve araştırmalara ayrılıyormuş, %4'ü ise gerçekten yardımlarda kullanıyormuş. vergi kaçırma 101 dersi.

    lafı açılmışken bu ülkenin nobel barış ödülünü kazanan başkanı, obama, dünya tarihindeki en ölümcül silahın üretilmesini sağladı ve sadece o yıl silahlanma hızını %8 arttırdı. artık amerika’nın savaş bütçesi tüm dünya’nın –amerika dahil- sağlık harcamalarından daha büyük. amerika’ya yapılmış en büyük saldırı olan 11 eylül’de 8 çocuk, toplamda 3000 insan hayatını kaybetti. bunun ardından amerika ırak’a girdi ve 650 bin çocuk, toplam 1.5 milyon insan öldürüldü. amerika’daki profesör sayısı 516 bin ve sadece biri amerika’nın suçlu olduğunu söyleyebildi, kariyeri anında bitti. yine 124 profesör filistin olayını vahşi bulduğu için ünvanlarından oldu.

    kozmetik. dünya’nın en büyük katillerinden. kozmetik devam etsin ama meyve aromalı ürünlere meyve harcanmasın dersek 12 milyon ton meyve tasarruf ediliyor ki bu tüm aç çocuklara yetecek bir miktar.

    şirketler. yasal katiller. sözgelimi nestle afrika’ya yardım yapıyorum ayağına bedava mamalar yolladı. bu yeni ürünler için bir insan deneyiydi. sonuçta 400 bin çocuk öldü. nestle’ye bir şey olmadı hatta etiyopya’dan bu mamalar için 6 milyon dolar ödemesini istedi. coca cola bir litre kola yapmak için 9 litre su harcıyor malum. en büyük üretim merkezlerinden biri olan hindistan’da su kıtlığının sebebi olarak coca cola gösteriliyor.

    bir sanatçı milyonlarca insanı kurtarabilirdi. britney spears mesela aylık 780 bin dolar harcıyor. bu rakam 2 milyon çalışan çocuğun okula gitmesine yetiyor. mesela soulja boy 55 milyon dolara yeni bir uçak alırken toplam bağış miktarı 850 dolar. snoop dogg günde 1000 doları sadece esrara harcıyor. bu para 3000 çocuğun açlıktan ölmesini engelleyebilir. sadece amerikalı sanatçıların gelirlerinin %5 ini bağışlaması, yıllık 50 milyon insanın doymasını sağlar. angelina jolie ve brad pitt’in 8. evinin parası 80.000 çocuğun 18 yaşına kadar ev ve yiyecek ihtiyacının karşılanmasına yetiyor.

    evet, yaz deseniz yazabileceklerimin ortalama %25’i bunlardı. daha sizi beni etkilemeyen gerçeklikleri de eklemiyorum. yorum da yapmıyorum.

    edit: sorular üzerine küçük bir ek ve mesaj üzerine bir rakam düzeltmesi.

    editlerle yavaş yavaş soru gelen kısımları açıklıyorum.
    afrika için: (bkz: #40845164)

    *bill gates ile ilgili kısım için özür diliyorum. tekrar kontrol ettim kesin kanıtları yokmuş sadece söylenti bunlar doğru ya da yanlış. adamın hakkını yemeyelim.

    edit: yukarıda aşı adıyla alakalı küçük bir karışıklık olmuş sanırım. malaria aşısıyla alakalı. cek denimen uyardı. bir önceki entry'de kongo diye bahsettiğim aşıya burada malaria demişim. uzun zaman sonra aklımdakileri toparlayıp yazıya dökerken isimler karışabiliyor. bunu tekrar araştırıp doğrusunu en kısa sürede yerine koyana kadar bu haliyle kalsın, rakamlar değişebilir demedi demeyin.

  • şimdi size sivrisinek ısırığına kesin çözüm olarak mucizevi bir formül yazacağım.

    sonrasında ilgili bölgenin kaşınmadığını göreceksiniz. kendim düşünüp, kendim tasarladım. sonuç olarak gerçekten işe yaradığını gördüm. sizinle de paylaşayım, ölümlü insan ırkı sivrisineklere bir gol atsın bari.

    araştırmalarıma göre sivrisinekler ısırınca, ısırdıkları yere ya kimyasal atıklarını bırakırlar ya da salgıladıkları kimyasal bileşeni derinin o bölgesine bulaştırıyorlar. bu yüzden bizim de derimizde ısırılan o bölgede bu kimyasal bileşen alerjiye sebep oluyor ve kaşınıyoruz. geceler boyu uyuyamıyoruz. i

    şte bu esnada yapılacak şey şu olmalı;

    bir çay kaşığı alın ve alt kısmını çakmakla 5 saniye ısıtın. sonra ısırılan yere ve çevresine hafifçe dokundurun.

    hafif yanmanın ardından kaşıntının bir anda geçtiğini göreceksiniz. işte mucize. püüüiif. bir ağacın oksijen vermesi kadar gerçek ve yunus balıklarının akciğeri olması kadar çarpıcı bir sonuç.

    peki neden böyle oluyor? biliyorsunuz kimyasal bileşenler karbon içerikli. bu yüzden de yüksek sıcaklıkta bozunurlar. et yüksek sıcaklıkta hızlı çürür, çorba hızlı kaynar, bakteriler yaşayamaz ve ölürler. suyu kaynatma sebebimiz, sütü kaynatma sebebimiz hep budur. pişmiş et ile çiğ etin arasında tad farkı vardır; sebebi yapısının değişmesi. kağıtı yakarsak kül olur, şekeri yakarsak karamelize olur.

    işte içerisinde karbon bulunan bu organik sivrsinek salgısını da sıcak bir kaşıkla ısı vererek bozabiliriz. böylece ortada bozunmuş bir kimyasal bileşen kalacaktır ve kaşıntı son bulacaktır.

    insanlığı kurtarmak için özel çalışmalarımdan birisini burada yayınlama gereği duydum. bundan sonra kampa falan gittiğinizde yanınıza bir çakmak ve bir çay kaşığı alın.

  • youtube'da videonun üstündeyken iki kez üst üste sağ klik yaparsak karşımıza farklı bir açılır menü çıkması. bu menüden "döngü" seçeneğini işaretlediğimizde video bittiği zaman kendiliğinden yeniden başlaması ve bu biz durdurana kadar devam etmesi. şahsen benim özellikle şarkı dinlerken aradığım bir özellikti.

    sadece chrome'da çalışan bir özellikmiş. firefox ve ie'de işe yaramıyor.

  • bu hikaye aslında bilinir fakat ne kadar önemli olduğunu tam da buralı biriyle konuşunca anladım.

    aslında hiç önem vermediğimiz bir yerdir nahçıvan. bilmeyenlere söyleyelim, azerbaycan'a bağlı özerk bir bölgedir fakat bu ülkeyle fiziki bağlantısı olmayıp türk devletleri arasında türkiye ile kara sınırı bulunan tek toprak parçasıdır. ama neden hala azerbaycan'a bağlı özerk bir bölgedir biliyor musunuz? tamamen atatürk sayesinde. şöyle ki;

    bu bölgeyle birbirimiz bağlayan sadece ve sadece 15km'lik bir sınır (bkz: dilucu sınır kapısı) vardır ve bu sınır bizzat atatürk'ün cebinden para ödeyerek satın aldığı topraktır! adam demiş ki, yukarıda ermeniler (o dönem sscb), aşağıda iran, bu bölgenin insanı burada yaşamalı, bizim burayla direk bir bağımız olmalı ki hem ermeniler hem de iran'la aramız bozulursa, türk devletleri ve orta asya'ya bir bağlantımız kalsın. hem bu sınır sayesinde bu bölgenin insanını da koruyabiliriz. iran'la görüşür, tabi ki ikna eder, parasını öder, toprağı alır.

    gel zaman git zaman, 80'lerde ermeni ve azeriler arasında gerilim tırmanır. zaten o dönemlerin sonunda sscb'nin dağılması gerçekleşir. fakat nahçıvan bölgesinin insanı fakir ve techizatsızdır. ermeni birlikleri ruslardan temin ettikleri donanımlı silahlarla nahçıvan'a saldırıken, bu adamlar yalnızca av tüfekleriyle falan kendilerini savunmaya çalışmaktadır. saldırıların yoğunlaştığını ve nahçıvan'ın düşme ihtimalini gören dönemin türk hükümeti, bu sınır kapısından silah, techizat, sağlık yardımı yapar, bölge insanı güçlenir ve topraklarını korur. en nihayetinde sovyet rusyanın dağılması sonrasında özerk bir bölge olarak bağımsızlığını ilan eder.

    işte bu hikayeyi bana anlatan kişi bu bölgede o zamanlar çocukmuş. çok kötü durumdaydık, hayatımızı atatürk'ün 60 sene önce aldığı toprağa borçluyuz diyor. bu adam boğaziçi üniversitesi işletme mezunu ve şuan türkiye'nin önemli bir kuruluşunda, önemli bir pozisyonda bu ülke için çalışıyor.

    stratejik derinlik böyle bir şey. bazı miki mouse'ların dediklerine inanmayın siz. zira var olan toprağı geri taşırlar maazalah.

    konuya ilişkin bir kaç link;

    http://naxcivan.cg.mfa.gov.tr/…owspeech.aspx?id=709
    https://www.google.com/…ld%c4%b1%c4%9f%c4%b1+toprak
    http://tr.wikipedia.org/wiki/dilucu_sınır_kapısı

  • buradaki herkes az çok bir sözlü sınava tabi tutulmuştur veya herhangi bir iş mülakatına girmiştir. iş mülakatından başarılı olarak çıkmak isteyenler buraya bakın hele. düşmanının taktiğini öğrenirsen karşı taktik geliştirerek rakibi alt edebilirsin.

    genel olarak o sözlü sınav/mülakat ortamında 2 cephe vardır ve bir savaş yaşanır adeta. içinden küfürler edersin, ben ne yaptım bu insanlara, niye bu kadar düşmanca saldırıyorlar dersin? bunun kanıtı olarak sözlükte ik’cılara sayfalarca döşenmiş küfürler gösterilebilir zannımca. aslında onlar düşman veya size garezi olan insanlar değil çünkü bu işin kuralı/prosedürü bu şekilde işliyor. böyle prosedür mü olur diyebilirsiniz ama maalesef ki var. buna (bkz: oral examination procedure) deniyor yani sözlü sınav prosedürü.

    1956 yılında (bkz: s.d. mason) (her yerde s.d. mason olarak geçiyor, adamın tam adını bulamadım) diye bir abimiz ortaya atıyor bunu. kısaca şunu diyor: test edilen kişileri sınav sonrası daha iyi eleyebilmek ve seviye farkını belirlemek için, test eden kişi olabildiğince karşı tarafa yönelik iğneleyici ve sert olarak adayları ezmeli ve yıkıma uğratmayı amaçlamalı. ve ekliyor: “eğer size sunduğum kuralları takip ederseniz, bu sizin işinizi kolaylaştırır.”

    işte o kurallar:

    1) sınava başlamadan önce, adaya tüm mesleki yaşamının kendi becerilerine bağlı olduğunu belirtin ve günün önemini vurgulayın. formalitelere dikkat edin ve daha sınavın başında adayı kendisi için uygun ortama yerleştirin.
    2) ilk soru olarak her zaman en zor sorunuzu sorun ki sonraki sorular ne kadar basit olursa olsun tereddüt içinde kalacaktır.
    3) adaya karşı soğuk ve acımasız olun ve bunu yaparken de meslektaşlarınıza daha yakın davranın. bunun en etkili yolu, meslektaşlarınıza aday hakkında, aday odada yokmuş gibi, alaycı yorumlarda bulunmaktır.
    4) adaya sadece belli kesimin bileceği sorular sorun, ona baskı yapın ve kendi istediğiniz şekilde cevaplamasını isteyin. basit bir problemi sınırlar ve koşullar koyarak zorlaştırın.
    5) saçma sapan hatalar yapmaya zorlayın ve yanlışının üzerinde düşünmesine izin verin, tam yanlışını fark ettiği sırada ve ona yanlışını düzeltme fırsat vermeden küçümseyici bir tavırla hatasını suratına vurun. bu, ancak birçok tekrarla ortaya çıkabilecek bir sezgi ve zamanlamayı gerektirir.
    6) kendisini derin çıkmaza soktuğunu hissettiğinde çıkmasına izin vermeyin, bunun yerine iç geçirin ve yeni konuya geçin.
    7) ona “yoksa bunu x dersinde öğrenmedin mi?” gibi iğneleyici sorular sorun.
    8) asla sizden soruyu açıklamanızı istetmeyin ve sorduğunuz soruları tekrarlayıp açıklamayın. ona sesli düşünmemesini, istediğinizin sadece cevap olduğunu belirtin.
    9) kısa aralıklarla ona gergin olup olmadığını sorun.
    10) siz ve meslektaşlarınız odaya öyle bir yerleşin ki aday bir kerede hepinizle birden yüz yüze gelmesin. bu, adayı çapraz ateşe almanızı sağlar. yüzü başka tarafa dönükken kısa ve kesin sorularla bir sağa, bir sola dönmesini sağlayın. bir nevi adayı kendi çevresinde tur attırarak afallatın.
    11) yüz ifadenizin okunmamasını dikkat edin, mesela güneş gözlüğü takın.
    12) sınavı, “sen bizi arama biz seni ararız.” diyerek bitirin.

    adam üşenmemiş, resmen şerefsizliğin kurallarını sıralamış. artık öğrendiniz, mülakatlarda içinizden sinsi sinsi, "ulan bu gözlere baksana sen bi, ben yer miyim bunları eheheh" diyerek sakin kalın ve işi/mevkiiyi/notu kapın.

    kaynak - proceedings of the ire, 1956

  • acun'un programlarıyla yetişen boş beleş gençlik yavaş yavaş mahsüllerini vermeye başlamış, hayırlı olsun.

    bunlara derhal üç posta aacayipsin-medcezir albümlerini dinletip üzerine de üç beş bölüm süper baba izleteceksin. 90'ların ruhundan biraz nasiplensinler de adam olsunlar.

  • recep tayyip erdoğan.

    edit: insanlar ne kadar korkmuş arkadaş anlamak mümkün değil.
    isveçtemisin diyenler,silivriden yer bak diyenler,kanada vatandaşımısın diyenler, cimere bildirdik diyenler bir sürüü..

    millet adamın ismini yazmaktan korkuyor yazıklar olsun..

    cumhura da yazıklar olsunki nasıl bir politika benimsemiş ise vatandaşları bile ismini telafuz edemiyor.