• genellikle salon türk filmlerinde şahit olunan bir kurgu hadisesi/oyunu idi malum:
    zamanın geçişini saatli maarif takviminin yapraklarının ardarda hışırdanarak (ben duyar idim) kopmasıyla ilintili olarak belirtmek..

    bende, hep o yapraklar bir gün haşır huşur karışsa da, zaman lynchvari bir dilemmaya dönüşse istemi uyandırmış idi hep bu plan.. -o zamanlar sadece karışma kısmıyla tebelleştik tabii ki-

    keza saatlerin geçişi de yuvarlak bir duvar saatiyle verilir idi; lakin halen daha aynı yöntem uygulanabilir, zira saatin ikame olunacağı daha teknolojik bir aygıta gerek görülmemiştir bugüne değin.. (burada bakılsa iyi olur: lüzumsuz adam)

    ama tabii ki saatli maarifin pabucu çoktan damdaki kemancıyla halvet olmuştur ve yerine pirelli takvimini kullanayazmıştır beşeriyat.. bu sebepledir ki artık, zaman kendine kendine geçer filmlerde -e haliyle pirelli takvimini göstererek başka geçişlere imkan vermenin bir alemi yoktur..

    (bkz: geçişsiz fiil)
  • sırası geldiğinde üste çıkan fakat daha sonra çöpün dibini boylayan bir kağıt parçasıdır.. (bkz: hobaaaaaaaa)
  • turk filmleri biz zavalli korpe zihinleri gercekten de zamanin akisiyla, saatli maarif takvimi ile bağlantısına inandırmıştır. ben deniz küçükken o yaprak oradan koparılmazsa gün bitmez sanırdım. ve tabiki bu takvimler saygı duyulasi objelerdi oyle ele alinip arkasindaki fikralar okunmazdi.
    zamanin gecisi turk filmlerinde saatli maarif takvimi ile anlatilirken ecnebiler bu is icin takvimleri olmadigindan hizli hizli mevsimlerin gecis goruntulerini vererek cozerler.
    planin basinda adam sokagin basindadir hava yazdir yurur bir seyler olur yagmur baslar insanlar kabanlarla dolasiyordur artik arkada agaclar sararmistir bir sey daha olur kar baslar arka planda insanlar kar topu oynar sonra cicekler acar ilkbahar gelir falan, kesinlikle bizim yontem kadar basarili degildir ve bazi denyolar anlamazlar zamanin gectigini.
  • tükendikçe gün gün koparmayıp, sonra tomarıyla çöpe yolladığımız cinsten bir zamandır. misal daha geçen gün, bir çuval eski gazeteyle birlikte geri dönüşüme yolladım üç haftamı.
  • sabah evden çıktım. işe doğru, her zamanki motor hareketlerle yürümekteydim. büfeden sigaramı aldım. paketi açıp, o dakikadan itibaren paket ifadesine yararlı bir katkısı olmayacak jelatin parçasını ve tepedeki alüminyum folyoyu buruşturup, bana çevreyi korumam gerektiğini söyleyen çöp kutusuna attım. bir sigara yaktım ve bütün bunları yaparken temposunu bozmadığım yürüyüşüme devam ettim.

    gece yatmadan okuduğum kitaptan, aklımda kalan cümleleri dinledim yeniden iç sesimle. salak bir gurur içine girdim. herkesin mal, kendiminse özellikli olduğunu düşündüm. sigaramı içerken keyfim daha da bir yerine geldi.

    köşedeki pastaneden, güzel bir kadın poğaça alıyordu. kimsenin farketmediğine inançla ve hayranlıkla izledim onu kısa bir süre, yürümeye devam ederek.

    birden durdum... bugün onun doğum günü... yoksa yarın mı?.. tarihinden eminim, ancak ayın kaçı bugün?.. 16 mı, 17 mi?..

    parmak hesabı yaptırabilecek ipucu hiç mi olmaz?.. geçen perşembe sevimsiz bir devlet dairesinde, aynı sevimsizlikte bir form doldurmuştum. tarihe ayın 11'i diye yazdım, eminim... demek ki bugün; 12, 13... bir saniye, cuma mıydı yoksa?

    keyif yerini huzursuzluğa bırakırken, birden onu gördüm. küçük, kendi halindeki bir dükkanın, henüz açılmamış kepengine katlanarak iliştirilmiş bir zaman gazetesi.

    civarda didaktik mesajlı çöp tenekesi olmadığından, elimdeki izmariti pis sokağa attım ve dükkana ilerledim. gazeteyi elimle doğrultup, logonun altındaki tarihi okudum.

    keyifle yeni bir sigara yaktım ve yarın için uygun hediyeyi düşünerek yürümeye devam ettim.
hesabın var mı? giriş yap