• "türkiye cumhuriyeti'nde akademik eğitim" denildiği vakit yakından takip edenlerin gözlerini kamaştıran, tıpkı vergilius'ta ve evvelinde okuduğumuz mitolojik altın çağ gibi anlatıla anlatıla bitirilemeyen bir altın çağ, bir harikulade dönem akla gelmelidir. bu akademik altın çağ, almanya'dan kaçıp buraya gelen yahudi & alman profesörlerin idealist tutumlarıyla gerçekleşmişti. georg rohde de bunlardan biriydi. insan her durumda yararcı hayvan; burada da "iyi ki naziler varmış" da en azından ülkemizde "bu kadar bile" bir gelişim gösterilebilmiş almanya'dan kaçan profesörler sayesinde, diye düşünmüyor değiliz dilimizi ısırarak. şakası bile trajik; neresinden tutarsanız elinizde kalır; o yüzden fazla durmuyorum üzerinde, hemen georg rohde'ye geçiyorum.

    arnold reisman'ın turkey's modernization: refugees from nazism and atatürk's vision adlı eserinde (p.70, new academia publishing, llc, 2006) anlattığına göre 1930'ların ilk döneminde georg rohde ve dönemin meşhur milli eğitim bakanı hasan ali yücel beraber planladıkları, klasiklerin türkçe çevrilmesi projesiyle devrim niteliğinde bir işe imzalarını attılar. bu hareket elbette müthiş bir atılımı gösteriyor; batılının yiyip bitirdiği klasik dünyaya bu kadar yabancı olan bu toprağın insanlarına her şeyi en başından anlatmaya başlama kararının kendisi bile büyük bir atılım; buradan hareketle hesaplayın batı dünyasına uzaklığımızı. hatta suat sinanoğlu hocanın türk hümanizmi adlı eserinde de (türk hümanizmi ii, sf.15, cumhuriyet gazetesi yay. 1999) dile getirdiği gibi ankara'daki dil ve tarih-coğrafya fakültesi'nde klasik evrenin dil ve edebiyatının öğretimi bile salt anadolu tarihinin araştırılmasına yardımcı olma amacıyla kurulduğu düşünülürse ilk başta amaçlanan şey ile daha sonradan ortaya çıkan sonuçların örtüşmediği daha iyi anlaşılır; ancak ne olursa olsun sonuç olarak türkiye'de hümanist ruhun uyanmasının ilk belirtileri klasik çağ araştırmalarında kendini göstermiştir (s. sinanoğlu, a.g.e., sf.14) ve bu önemli atılımlarda kendilerine şükran borcumuzun en fazla olduğu kişiler de georg rohde gibi idealist yahudi & alman hocalardır (bu idealistliğe vurguyu değişik bir bakış açısıyla celal şengör yapmıştı; katılmış olduğu bir tv programında [ http://video.fatihaltayli.com.tr/tt081130.flv ] ülkemize "eğitim verme/canını kurtarma" amaçlı gelen bu profesörlerin yetiştirmiş olduğu çok ama çok iyi türk öğrencilerin maalesef kendileri gibi öğrenciler yetiştiremediği ve yanlarına çanta taşıyacak, kahve yapacak asistanlar aldıklarını söylemişti. istisnalar çıkarılırsa, doğru bir tespittir.).

    tekrar georg rohde'ye döneyim; türkiye'de latince ve yunanca üzerine araştırmaların başlangıç noktasında onun adını görüyoruz. arnold reisman, aynı eserde diyor ki "rohde geldi ve türkiye'de latince, yunanca öğrenimini başlattı. " (p.70) peki kimdi bu mihenk taşı niteliğindeki bay rohde? 1899 yılında berlin'de doğmuş, 1931'de marburg university'de (universität marburg) privat dozent olmuş, daha sonra, 1935'te yahudi eşiyle birlikte türkiye'ye gelerek ankara üniversitesi'nde antik diller, filoloji bölümünde profesör olmuş. arnold reisman'ın da aktardığı gibi ekrem akurgal gibi gelmiş geçmiş en mühim arkeologlarımızdan birini yetiştirmiştir (p.70-71). hemen burada bir noktanın altını çizmekte fayda var; mustafa kemal devrimlerinin ehemmiyeti de kendini burada gösteriyor; onun ve idealize ettiği eğitim sisteminin teşvikiyle ekrem akurgal'ın arkeolojiye, meşhur dahimiz oktay sinanoğlu'nun ağabeyleri suat sinanoğlu ve samim sinanoğlu da dil çalışmalarına yönlenmiştir ve daha nice örnekleri düşününüz. burada müthiş bir sistemlilik görürsünüz; bana kalırsa burada bahsetmiş olduğum alman ekolü en az bir 50 sene daha devlet üniversitelerinde etkinliğini sürdürebilmiş olsaydı ve biz hiç gocunmadan, eksikliklerimizin bilincinde olarak bu almanlara "gelin eğitim sistemimizi beraber ayağa kaldıralım" diyebilmiş olsaydık dahası yetiştirilen türk öğrencilerin yanında temeli sağlami bir kısım alman öğrenciler de akademide boy gösterseydi, celal şengör hoca'nın dile getirdiği gibi yanına araştırma görevlisi almakta bile zorlanacağı bir şahıs yök başkanı seçilmez, bugün başta türban meselesi olmak üzere hiçbir saçma gündem maddesi üniversite kapısından içeri girmezdi. bu da, başta bahsettiğim altın çağ mitosunun bu entiriye ne güzel de nüfuz edebildiğinin kanıtıdır.

    akademik eğitimde o kadar açız ki o altın çağ'a; başta acı ve katı alman idealizmine, disiplinine şiddetle ihtiyaç duyuyoruz; çanta taşıyıcılarının akademisyen olmadığı o altın çağ'ın özlemi geleceğe değil de (rohde'nin nezdinde) geçmişe dönük olduğundan umudun da baştan kırık olduğu düşünülebilir; asla! suçu hep kendisi dışındaki her şeye atmanın rahatlığı tembelliği, beceriksizliği, kolaycılığıyla entirimi kapatmıyorum, aksine geçmişten geleceğe pay çıkartıp, akademiyi idealize etmeye çalışıyorum. insan ancak, kendisini ait hissettiği yeri idealize edebilir. kimin yanına gitse onun düdüğünü çalanlar elbette gerekli dersi çıkaramayacaktır bu entiriden.

    rohde'nin nezdinde dönemin diğer saygın bilimadamlarından bir kısmını hatırlayalım:

    ronald syme
    oliver davies
    george ewart bean
    walther kranz
    fazıl nazmi rükün
    hamit dereli
    suat sinanoğlu - samim sinanoğlu
    faruk zeki perek
    ...
hesabın var mı? giriş yap