• bir aynaya sarı bir ayva görüntüsünün düştüğünü varsayalım. sarı ayvayı görüp de "ayva sarıdır" diyen bir insanın karşısında duran şey-durumunu ortaya koyması ile, aynanın bu durumu yüzeyinde yansıtması bir ve aynı şey midir? bilinci kendi içine kapalı bir temsil mekanizması olarak gören; bir diğer deyişle, şeylerin algılanmalarını zihinsel resimler, imgeler, vs. üzerinden açıklayan teoriler, önermenin şey-durumu ile uyuşumunu ayna yüzeyindeki yansıma ile yansıtılan şey arasındaki tekabüliyetten ayıramayacaklardır. yansımanın yansıtılan ile uyuşup uyuşmadığına ilişkin kanıt ya da doğrulama, yansıma olayına dışsal bir meseledir ve yansıtmayı yapan haricinde üçüncü bir gözün ilave eylemine ihtiyaç duyar. temsil sistemine dayalı öğreti şunu savunur: karşına bakar ve "ayva sarıdır" dersin. "sonra" bu önermenin içeriği ile karşındaki şey-durumunu karşılaştırır, arada bir uyuşum olduğu sonucuna varırsan dile getirdiğin önermenin doğru olduğunu söylersin.

    şimdi sorulacak soru şudur: ben zaten "ayva sarıdır" derken bu tekabüliyeti kastediyor değil miydim? "sonra kıyaslarsın" denildiğinde, bana zaten yapmış olduğum bir şeyi tekrarlamam yönünde bir komut verilmiş olmuyor mu? aynadan farkım, bendeki yansıma ile şeyin kendisi arasındaki uyuşumu kastederek bu yansıtmayı yapıyor oluşum değil mi? bir başka deyişle "ayva sarıdır" derken, "ayva gerçekten* sarıdır" demiş olmuyor muyum? durum böyleyse ayna sadece yansıtıyor, ben ise yöneliyorum; yani yansıttığım şeyin doğruluğunu kastediyorum. ayna üzerindeki yansımanın aslına uygun olup olmadığına ilişkin karar, yansıtma olayına eklenecek ilave bir edimin devreye girmesini gerektiriyor. insan algısının en temel düzeyde bu tip bir mekanizma üzerinde iş gördüğünü iddia eden teoriler, doğruluk önermenin bir özelliğidir derken, önermenin ancak ve ancak tematize edilmesi, nesne haline getirilmesi durumunda doğru ya da yanlış değerini alabileceğini iddia etmiş oluyorlar. doğrulama, önermenin kendisini şeyin kendisi ile tekabüliyeti bakımından tematize eden ilave bir içebakış edimi* neticesinde sözkonusu olabiliyor.

    yukarıda anlatılanın tersine bilincin yönelimselliği öğretisi, önermenin, içebakışsal ilave edim devreye girmeden önce de doğru olabileceğini iddia ediyor. önermenin henüz bir önerme olarak farkına varmamış olduğumuz, onu doğruluğu veya yanlışlığı bakımından odağa alıp tematize etmemiş olduğumuz ilk durumda bile kendi doğruluğu önerme tarafından zaten kastediliyor. tematize edilen önermeye karşıt olarak buna yaşanan önerme dersek, yaşanan önerme doğruluk iddiası taşıyabilmek için ilave bir karşılaştırma edimine ihtiyaç bırakmıyor demiş oluyoruz.

    bu noktada şöyle bir itiraz gelebiliyor: ilave içebakışsal edimle doğru ya da yanlış olduğu tespit edilen önerme ile sizin yaşanan önerme dediğiniz önerme zaten farklı önermeler değil. ikisinin de içeriği anlam* ve bu anlam bilinç edimlerinden bağımsız olarak geçerli veya geçersiz. ama bu karşı çıkış da boş, zira doğruluktan bahsedebilmek için ilave edimi zorunlu* kılan temsile dayalı bilinç öğretisinin kendisi. sonra gelen edimin zorunluluğu bu anlamda doğruluğun* kavramına zorla iliştirilmiş oluyor. bu durumda da önermenin doğruluğunun zamansallıkla alakası olmadığını söylemenin bir anlamı kalmıyor. ama tanım sorunlu olmaya devam ediyor; çünkü doğruluğu tespit eden ilave edimle algıyı dolayımsız olarak dile getiren, tematize edilen edimi (yaşanan önermeyi) birbirinden ayırmak hususunda kifayetsiz. doğruluğu önerme ve şey-durumu arasındaki tekabüliyet olarak tanımlıyor. "bu tekabüliyet ne zaman sağlanır?" diye sorulduğunda ise "önerme doğru olduğunda" diye yanıtlıyor.

    aynanın üzerindeki görüntü mevcut*. temsil teorisine göre bilincin içinde yer alan imge de mevcut. bilincin yönelimsel olduğunu iddia eden fenomenolojik yaklaşıma göre ise temsil ne bilincin içinde, ne de mevcut. bunun yerine şu söyleniyor: bilinç dünyaya-doğru; bilincin kendisi bir atılım. atılımın da mevcudiyet terimleri ile anlaşılacak bir tarafı yok.*

    son olarak: "if consciousness does not start out with being intentional, it would never figure out how to become so"** meali: "bilincin yönelimsel olduğunu varsayarak başlamaz iseniz, onu hangi noktada yönelimsel hale getireceğinizi bilemezsiniz", gibi bir şey.
  • etkileşim (interaction) bir ilişkiye gereksinim duyan eylemdir '-arası' bir özelliktedir, yani en az iki nesneye ihtiyaç duyar. bu ilişki, zaten iletişimin olmazsa olmazıdır. ancak bilinçli ve farkında olma halinin sonucu da niyettir (intentilonalité). niyet olmadan iletişim, etkileşim mümkün değildir. insan çevresindeki nesnelerin bilincindedir. bu “bilinçli olma”; fenomenolojik bir bilinçtir. descartes'ın başını çektiği fenomenolojik görüşe göre dış dünya zihinde halihazırda vardır yani a priori söz konusudur. bu dış dünyaya ait fenomenler zihinde karşılığını bulur, fakat bu nesneler kendi fiziksel varlıklarıyla değil özsel (essential) nitelikleriyle zihinde mevcutturlar. descartes bu özle uğraşmakta, takipçisi husserl ve brentano da bu özle meşguldürler. birer bilinç fenomeni olarak, bilinçte ortaya çıkmış nesneler olarak işlenen nesneler, içinde bulundukları fizik kurallarının dışındadır. değişmez olan mutlak gerçekliğe ulaşmaya çalışan bu görüş dünya ve evrendeki kurallar değiştiğinde varolma biçimleri değişen bu nesnelerin özüne ideal evrenine varmak için çabalar, doğal tavrın (natural tendency) bir diğer deyişle somut olanın ötesine varmak ister.
    işte bu görüşle, matematiksel yaklaşımla brentano ve husserl “intentionality” niyetsellik kavramını üretmişlerdir. intentionality niyetsellik ve seçimli yönelimlilik olarak türkçe'ye çevrilir. seçimli yönelimlilik kavramı daha iyi açıklmaktadır çünkü kelimenin kökünde “tend” vardır bu da “meyil”e tekabül eder; bir şeye meyilli olmaktır kısaca, latince “intendere”den türemiştir.
    niyetsellik, farkında ve bilincinde olmak demektir; kendimizin, diğer insanların, nesnelerin, olayların vs. , -a, -e, -i, -ın ve ... hakkında (of,about) düşünme, arzulama, utanma, gurur duyma, sinirlenme gibi eylemlerin bütünüdür. bir balık görmek, balığı algılama eylemidir, 8+2=10 dediğimde sayıları ve sayıların birbirleriyle olan ilişkileri hakkında düşünüyorumdur. -in, -ın, ... hakkında bir şey yapma eylemi niyetselliktir.
    husserl “intentionality” kavramını hocası brentano'dan -brentano ise ortaçağ felsefesinden terimi almıştır. brentano bütün mental fenomenin niyetsel olduğunu ve yalnızca mental fenomenin niyetsel olduğunu söylemiştir. keskin hududlar çizmemek koşuluyla şu söylenebilir; husserl niyetselliğin bir nesnesi olması gerektiğini savunur. depresyon, acı, mutluluk gibi hislerin yönlendirilmiş bir nesnesi açık bir şekilde belli olmayabilme ihtimali husserl'ın bu savunmasına bir açıklama niteliğindedir.
    niyetsellikteki ikili ilişkide nesnenin gerçekten varolması gerekmez (existance-independence). rüya ve halüsinasyonlar gerçek bir nesneyle etkileşim içermese dahi yine de nesneye sahiptirler. üç başlı ejderha yoktur, hatta ejderha da yoktur, ancak hakkında fikrimiz vardır, mesela gûlyabaniye dair bir inanış vardır.
    oedipus'u niyetsellik açısından incelediğimizde: babasını babası olduğunu bilmeden öldürür; annesi olduğunu bilmeden annesine aşık olur... bu hikâyede oedipus'un amacı kraliçe jocasta'ya doğrudur. burada arzu aynı nesneye – hem anne hem kraliçe- farklı bir şekilde yöneltilmiştir; niyetselliğin, yönelimin burada kavram-bağımlı (conception-dependence) özelliği mevcuttur.
    içeriğin ait olduğu nesneden farklı olarak belirmesi de temsil ile mümkündür. alfabe kendi başına eğer kağıt üzerindeyse, mürekkeple çizilmiş geometrik şekillerden ibarettir. fotoğraf da kendi başına kimyasal tepkimeye girmiş belirli solüsyonlardan ve kağıttan ibarettir. fotoğraf ve harfler kendileri dışında temsil ettikleri şeylerle anlam bulurlar, işte bu sebepten ötürü niyetin yöneldiği nesne kendi gerçeklikleri değil oedipus örneğinde “anne yerine jocasta” olduğu gibi temsil ettikleridir. husserl, noesis ve noema ayrımını da bu temsil, anlamlandırma meselesinden yola çıkarak yapar. geçmiş deneyimleri de bir yere koyarak (horizon) emprisizme yaklaşır ve nesneye olan niyetin biçimini açıklar.
    niyetin aslında iletişimin temeli olduğunu bu kuramsal çerçeve içerisinde görebiliyoruz. niyetselliğin aslında etkileşim olduğu husserl'ın “act” tanımıyla gayet açıktır. us ve fenomenler arasındaki bağlantı ve bu bağlantının doğasını yukarıda belirttiğim davranış silsilesinin her birinde vardır. yazarken, okurken, eğlenirken, arzularken hep karşımızdaki nesnelerin özsel nitelikleriyle kurduğu ilişkinin şeklini yaşarız ve niyet olmadan hiç birisi gerçekleşemez.
    searle'nin yazdığına göre niyet ve eylem biraradadır, inanmak eylemiyle inanılan şeyin içeriği gerçekleşiyorsa, inancım tatmin ediliyorsa, içerik tarafından arzu edilenin içeriği gerçek oluyorsa arzu tatmin edilir. jones'a oy vereceğime inanıyorsam inancım jones'a oy vererek gerçek olacaktır. bira içmek arzumu tatmin ediyorsa bira içmeye niyet ederim. bu sebeple etkileşime tekrar dönersek arzu edilmeyen şey de bir niyetle sonuçlanacak ve eylem oradan uzaklaşmak olacaktır. bu sebeple iletişimsizliğin mümkün olabileceğini söyleyebiliriz bir açıdan. niyet eylemle sonuçlanacaktır fakat yine oedipus örneği burada niyetin sonucu asıl isteneni vermemiş olacaktır.

    kaynak: ben ( konu karmaşıktır, anlayabilmiş olmayı umud ediyorum)
  • husserly'nin brentano'dan, brentano'nun ise skolastik felsefeden devşirdiği 20. yy fenomenolojisinin temel dayanağı olan ve türkçe'ye yönelimsellik olarak çevrilen kelime. çağdaş dönemdeki nihai anlamına husserl sayesinde kavuşmuştur.

    husserl bu sözcükle bilinç yaşantılarının ya da bilinç edimlerinin ana yapısını ortaya koymaya çalışmıştır. husserl bu bu sözcüğü fenomenlerin yapıları gereği hep bir şeyin bilinci olmalarını, hep bir şeye gönderme yapmalarını anlatmak için kullanır. yine husserly'e göre, her bilinç yaşantısı bir nesneyi içerir, her bilinç yaşantısı bir şeyin bilincidir, bütün bilinç yönelimseldir.
  • (bkz: aboutness)
  • insan beyni, bir işi yaparken tecrübesi ile doğru orantılı olarak, o işle ilgili bilinç kaybına uğrar. ne yaptığının farkına bile varamaz. yeni olaylarda ise planlamadan çok doğaçlama vardır. ve bu doğaçlama pozitif sonuç getirirse, artçı tecrübelerde de aynısını uygulamaya çalışır. aksi takdirde, korku, heyecan oluşturur. korku, insan beynini sürekli çözüm arayışına soktuğu için ise "dasein", mağarasından çıkar.
    bu da şuna nedendir ki, tarih boyunca çoğu bilim ile uğraşan insan olmuştur, kimisi şu an bildiklerimiz ile o kadar çatışmıştır ki, sarı saçlı, mavi gözlü birine bile hitler'in dudak bükmesine sebep olabilir. biz ise sadece uyuşanları, tanrıya atfedilen sıfatlarla tanımlarız. oysa, yosemite sam'leri göz ardı etmemeliyiz. onlardır ki, isimleri bilinmese dahi, bilinçlerde ortalamanın daha aşağısını belirleyip, ortalama üstlerine sıfatlar atamayı sağlamışlardır.
  • shakespeare eserlerinin çok katmanlı yapısı bu kavrama iyi bir örnek teşkil eder.
  • latince kökenli, ok ve yayı bir hedefe doğrultmak anlamına gelen intendere arcum sözcüğünden gelir.
hesabın var mı? giriş yap