• 68-el-kalem

    mekke'de nâzil olmuştur, 52 (elliiki) âyettir. "nûn" sûresi diye de anılır. adını ilk âyetindeki "kalem" kelimesinden alır.

    rahmân ve rahîm (olan) allah'ın adıyla.

    1. nûn. kaleme ve (kalem tutanların) yazdıklarına andolsun ki,

    2. sen -rabbinin nimeti sayesinde- mecnun değilsin.

    3. hiç şüphesiz senin için bitip tükenmeyen bir mükâfat vardır.

    4. ve sen elbette yüce bir ahlâk üzeresin.

    5. (sen de) göreceksin, onlar da görecekler,

    6. hanginizde delilik olduğunu yakında .

    7. doğrusu rabbin, kendi yolundan sapan kişiyi en iyi bilendir, hidayete erenleri de en iyi bilen o'dur

    8. o halde, (hakikati) yalan sayanlara boyun eğme!

    9. onlar isterler ki, sen yumuşak davranasın da onlar da sana yumuşak davransınlar.

    10. şunların hiçbirine itâat etme :yemin edip duran,aşağılık,

    11. (herkesi) kötüleğen,söz götürüp getiren,

    12. hayra engel olan, mütecâviz ve saldırgan günahkar,

    13. kaba ve kötülükle damgalı,

    14. mal ve oğullar sahibi olmuş diye (böyle yolunu şaşırmış)

    15. ona âyetlerimiz okunduğu zaman o, "öncekilerin masalları!" der.

    16. biz yakında onun burnuna damga vuracağız (kibirini kırıp rezil edeceğiz).

    17. biz, vaktiyle "bahçe sahipleri" ne belâ verdiğimiz gibi, onlara da belâ verdik. hani onlar (bahçe sahipleri), sabah olurken (kimse görmeden) onu (mahsullerini) devşireceklerine yemin etmişlerdi.

    18. onlar istisna da etmiyorlardı.

    19. fakat onlar daha uykudayken rabbinin katından (gönderilen) kuşatıcı bir âfet (ateş) bahçeyi sarıverdi de,

    20. bahçe kapkara kesildi.

    21. sabah olurken birbirlerine seslendiler.

    22. "madem devşireceksiniz, hadi erkenden mahsülünüzün başına gidin!" diye.

    23. derken yürüyorlardı; fısıldaşıyorlardı.

    24. "sakın bugün hiçbir yoksul bahçeye girip yanınıza sokulmasın"diye.

    25. (evet yoksullara yardıma) güçleri yettiği halde, onları yardımdan mahrum etmek niyet ve azmi ile erkenden yola düştüler.

    26. fakat bahçeyi gördüklerinde: mutlaka yolumuzu şaşırmış olmalıyız! dediler.

    27. yok yok, doğrusu biz mahrum bırakılmışız!

    28. içlerinden en makul olanı şöyle dedi: ben size "rabbinizi tesbih etsenize" dememiş miydim?

    29. rabbimizi tesbih ederiz; doğrusu biz (kendi kendimize) yazık etmişiz, dediler.

    30. ardından, kabahati birbirlerine yüklemeye başladılar.

    31. (nihayet) şöyle dediler: yazıklar olsun bize! gerçekten biz azgın kişilermişiz.

    32. belki rabbimiz bize bunun yerine daha iyisini verir. çünkü biz (artık) rabbimizi(o'nun hoşnutluğunu) arzuluyoruz.

    33. işte azap böyledir. ahiret azabı ise elbette daha büyüktür. keşke bilselerdi!

    34. şu da muhakkak ki, takvâ sahipleri için rableri katında nimetleri bol cennetler vardır.

    35. öyle ya, (allah'a) teslimiyet gösterenleri, (o) günahkârlar gibi tutar mıyız hiç?

    36. size ne oluyor? ne biçim hüküm veriyorsunuz?

    37. yoksa size ait bir kitap var da, (bu bâtıl inanışları) onda mı okuyorsunuz?

    38. onda, beğendiğiniz her şey sizin için mutlaka vardır (diye mi yazılı)?

    39. yoksa, "ne hükmederseniz mutlaka sizindir" diye sizin lehinize olarak tarafımızdan verilmiş, kıyamet gününe kadar geçerli kesin sözler mi var?

    40. sor onlara: bu iddiayı onların hangisi savunacak?

    41. yoksa ortakları mı var onların? sözlerinde doğru iseler, hadi getirsinler ortaklarını!

    42. o gün incikten açılır ve secdeye davet edilirler; fakat güç getiremezler.

    43. gözleri horluktan aşağı düşmüş bir halde kendilerini zillet bürür. halbuki onlar, sapasağlam iken de secdeye davet ediliyorlardı (fakat yine secde etmiyorlardı).

    44. (resûlüm!) sen bu sözü (kur'an'ı) yalan sayanı bana bırak (kendini üzme). biz onları, bilmedikleri bir yönden yavaş yavaş azaba yaklaştırıyoruz.

    45. onlara mühlet veriyorum. doğrusu benim fendim çok sağlamdır!

    46. yoksa sen onlardan bir ücret istiyorsun da bu yüzden onlar ağır bir borç altında mı kalıyorlar?

    47. yahut gaybın bilgisi onların nezdinde de, onlar mı (istedikleri gibi) yazıyorlar?

    48. sen rabbinin hükmünü sabırla bekle. balık sahibi (yunus) gibi olma. hani o, dertli dertli rabbine niyaz etmişti.

    49. şayet rabbinden ona bir nimet yetişmemiş olsaydı o, mutlaka, kınanacak bir halde ıssız bir diyara atılacaktı.

    50. fakat ardından, rabbi onu seçti (vahiy verdi) ve onu sâlihlerden kıldı.

    51. o inkâr edenler zikr'i (kur'an'ı) işittikleri zaman, neredeyse seni gözleriyle devirivereceklerdi. hâla da (kin ve hasetlerinden:) "hiç şüphe yok o bir delidir" derler.

    52. oysa o (kur'an), âlemler için ancak bir öğüttür.
  • (bkz: kalem)
  • göz değmesine karşı son iki ayeti, şerden kurtulmak ve her murada nail olmak için 71 (kimine göre 10 ) kere, zihin açıklığı için ilk 5 ayeti okunur. ösym, emeği emanet almadan evvel kalemlere okunurdu başarılı olmak için.
  • hitap olarak insanı düşüncelere sevkeden sure saad al ghamidi'den mutlaka dinlenmelidir ki kıraati de insanın içine nakış nakış işlenir.

    peygamberliğin ilk dönemi inen surelerdendir. peygamberi motivasyon amaçlı sözlerle başlar ve kurandaki ilk kıssa yine bu surededir ve içeriği müthiş dersler verici düşündürücü bir kıssadır.

    esed meali şöyledir:

    1. nûn. düşün kalemi; ve [onunla] yazdıklarını!

    2. sen bir deli değilsin, rabbinin nimeti sayesinde!

    3. ve senin için kesintisiz bir ödül vardır;

    4. çünkü sen, üstün bir hayat tarzına sahipsin;

    5. ve [bir gün] sen de göreceksin, onlar, [şimdi seni küçümseyenler] de görecekler,

    6. hanginiz(in) akıldan yoksun olduğunu.

    7. gerçek şu ki, yalnız senin rabbin, kimin kendi yolundan saptığını bilir ve yalnız o'dur, kimin doğru yolda olduğunu bilen.

    8. o halde, hakikati yalanlayanlar[ın arzu ve özlemlerin]e uyma:

    9. onlar senin [kendilerine] yumuşak davranmanı isterler ki kendileri de [sana] yumuşak davransınlar.

    10. ayrıca, yemin edip duran alçağa uyma,

    11. [yahut] iğrenç dedikodular yapan iftiracıya,

    12. [yahut] iyiliğe mani olana, [yahut] günahkar zorbaya,

    13. [yahut] ihtiraslarına esir olmuş zalime, ve bütün bunların ötesinde [hemcinslerine] hiçbir faydası dokunmayana.

    14. onun mal-mülk ve çocuk sahibi olmasından mıdır

    15. ki ne zaman mesajlarımız böyle birine iletildiyse, “bunlar eski zaman hikayeleri!” demişti?

    16. [bunun için] biz onu, yakasını kurtaramayacağı bir zillet ile damgalayacağız!

    17. ve biz o [günahkar]ları [sadece] sınayacağız, tıpkı ağaçtaki meyveleri ertesi gün kesinlikle toplayacağına yemin eden bazı bahçe sahiplerini sınadığımız gibi;

    18. ve onlar [allah'ın iradesi ile ilgili] hiçbir istisnaî kayıt da koymamışlardı:

    19. bunun üzerine, onlar uykudayken rabbinden (gelen) bir salgın o [bahçeyi] sarmıştı,

    20. ve ertesi gün (bütün bitkiler) sararıp kurumuştu.

    21. sabah erken kalktıklarında birbirlerine seslendiler:

    22. “meyve toplamak istiyorsanız erkenden tarlanıza gidin!”

    23. derken yola koyuldular, giderken fısıldaşıyorlardı:

    24. “bugün hiçbir yoksul, bahçeye girip [siz habersizken] yanınıza [sokulmayacak]!”

    25. ve amaçlarına ulaşmaya kararlı bir şekilde erkenden kalkıp gittiler.

    26. ama bahçeye bakıp onu [tanınmaz halde] görünce: “herhalde yolumuzu şaşırmış olacağız!” diye bağırdılar;

    27. [ve sonra da] “hayır, galiba elimizden çıkmış!” (dediler).

    28. aralarındaki en akl-ı selim sahibi olanı, “ben size, allah'ın sınırsız şanını yüceltmelisiniz demedim mi?” diye sordu.

    29. onlar: “rabbimizin şanı yücedir! doğrusu biz zulüm işliyorduk!” diye cevap verdiler;

    30. ve sonra dönüp birbirlerini suçlamaya başladılar.

    31. [sonunda] “yazıklar olsun bize!” dediler, “gerçekten biz küstahça davranmıştık!

    32. [ama] belki rabbimiz yerine daha iyisini bize bağışlayacak: biz de ümitle o'na yöneleceğiz!”

    33. işte [bazı insanları bu dünyada denemek için verdiğimiz] azap böyledir; ama öteki dünyada [günahkarların uğrayacağı] azap daha şiddetli olacak; keşke bunu bilselerdi!

    34. çünkü, [yalnız] allah'a karşı sorumluluklarının bilincinde olanları rableri katında mutluluk bahçeleri beklemektedir:

    35. yoksa, bize teslim olanlara suçlular ile aynı şekilde mi davranalım?

    36. sizin neyiniz var? [haklı ile haksız arasındaki] yargınızı neye dayandırıyorsunuz?

    37. yoksa dönüp baktığınız [özel] bir kitabınız mı var,

    38. içinde istediğiniz her şeyi bulabileceğiniz (bir kitap)?

    39. yoksa vereceğiniz her hükmün sizin [meşru hakkınız] olacağına dair kıyamet günü'ne kadar bizi bağlayan sağlam bir vaad mi aldınız?

    40. onlara sor hangisi bunu yüklenecek!

    41. yoksa görüşlerini destekleyen bilge kişiler mi var? peki, iddialarında samimî iseler kendilerini destekleyenleri göstersinler,

    42. insan bedeninin bir kemik yığınından ibaret hale getirileceği gün ve onların, [şimdi hakikati inkar edenlerin, allah'ın huzurunda] secde etmeye çağrılacakları ama onu yapmaya güçlerinin yetmeyeceği gün:

    43. (işte o gün) gözleri zilletin ağırlığıyla ürkekleşip durgunlaşacaktır; çünkü hayatta iken [allah'ın huzurunda] secde etmeye çağrılmaları [boşa gitmişti].

    44. o halde bu haberi yalanlayanları bana bırak. onları, ne olup bittiğini fark etmeyecekleri şekilde, yavaş yavaş alçaltacağız:

    45. çünkü onlara bir süre belli bir üstünlük versem de benim ince planım son derece sağlamdır!

    46. yoksa, [ey peygamber,] onlardan bir karşılık isteyeceğinden ve böylece [seni dinledikleri için] borç yükü altında kalacaklar[ından mı korkuyorlar]?

    47. yoksa, [bütün varoluşun] gizli gerçekliği[nin] kendi kavrayış alanları içinde [olduğunu], böylece [zamanla] onu yazabilecekler[ini] mi [zannediyorlar]?

    48. öyleyse, rabbinin hükmüne sabırla katlan ve öfkeye kapılıp da sonra [ızdırap içinde] haykıran büyük balık sahibi gibi olma.

    49. [ve hatırla:] o'na rabbinin rahmeti ulaşmamış olsaydı mutlaka aşağılanmış bir şekilde ıssız bir sahile atılmış olurdu:

    50. ama [bilindiği gibi,] rabbi o'nu alıp dürüst ve erdemliler arasına koydu.

    51. bu nedenle, hakikati inkara şartlanmış olanlar bu uyarı ve öğüdü her duyduklarında gözleriyle seni öldürecek gibi olsalar ve “[muhammed mi?] o kesinlikle bir delidir!” deseler bile, [sabırlı ol.]

    52. [sabırlı ol:] çünkü bu, [allah'tan] bütün insanlığa yönelik bir öğüt ve uyarıdan başka bir şey değildir.
  • 36-39 ayetleri tam bir insan hizaya getirme manifestosu.

    "neye güveniyorsun ulan, nerden alıyorsunuz meşruiyetinizi" diyor. inanın inanmayın. tam insana göre bir ayar.
  • 12 gündür üzerinde çalışarak, kendisinden önce inen alak suresi ile alakalandırarak, nihayet bir sonuca varıp, kendimce çıkarımlar yaptığım sure. entry epey uzun olacak, şimdiden belirteyim.

    bilindiği üzere kalem suresi, nun harfi ile başlamaktadır. mukattaa harfi olan nun, ne manaya gelmektedir, alimler bunun üzerinde uzun uzun düşünmüşlerdir. şahsi fikrime göre, surelerin başında yer alan bu mukattaa harfleri, vahye, yahut surede adı geçecek peygamber'e bir atıf, bir sembol olabilir. örneğin ta, sin, mim var, '' tur-i sina, musa'' isimlerini neden çağrıştırmasın? musa, musa peygamber, tur-i sina, vahiy aldığı yer. neden olmasın? içinde de bu geçer zaten. bunun gibi.

    nun, burada peygamberimiz için de kullanılmış olabilir, ya da hokka anlamına da geldiğinden, ayetin devamında kalem ve satır satır yazılanlar anlamına gelen yesturune kelimesi, nun hitabının bu bağlamda kullanıldığı izlenimini doğurmaktadır. zira alak suresi ile bağlantı kuracak olursak, 4.ayette geçen, ellezi allame bil kalem ifadesi ile, nun. vel kalemi ve ma yesturune ifadesi aynı anlam ve amaca hizmet eder görünmektedir.

    buradaki, '' kalem ile öğretti'' ifadesi ve '' kalem, hokka, satır satır yazılıp işlenenler'' ifadeleri, elbette sembolik bir anlam ihtiva etmektedir. buradaki anlam, allah'ın vahyidir. allah insana, öğrenme melekesi, vahyini ve vahiy sistemini böyle ifade etmiş denebilir. satır satır yazılanlar, allah'ın o zamana kadar yolladığı ayetler, bu ayetlerin tefekkür ve tedebbüründen doğan argümanlar, allah'ın sistemi söz konusu edilmiş diyebilmekteyiz.

    2.ayet ise, artık konuya girişin başlangıç evresidir. '' rabbinin nimeti sayesinde, sen cinlenmiş( akli melekelerinden uzak, deli) değilsin''. peygamber a.s.'a mecnun, deli, aklını kaybetmiş gibi iftiralar, inanmayanlar tarafından atılmıştır. onların, abdullah'ın oğlu muhammed ile bir sorunları yoktu. onların sorunu, peygamber muhammed (s.a.v.) ileydi ve kendisine bu iftiraları, sadece ve sadece allah'ın ayetlerini okuduğu için atıyorlardı. dolayısıyla, asıl düşmanlıkları peygamberimizden çok, allah'a idi. allah, bunu peygamberine bildiriyor, böylece o'nu motive ediyor ve sahipleniyordu. yesturune ifadesi, allah'ın burada tüm tevhid ilkelerine sahip çıkışını da anlatabilir. zira peygamber'de bu tevhid halkasının önemli bir noktasıdır. kendisi olmasa, ayetleri halka, topluma açıklayacak kim olabilirdi? satır satır yazılıp işlenenlerden birisi de, vahiy ile büyüyen peygamberimiz olsa gerektir.

    peki, rabbin nimeti nedir? nimet, elbette burada, temiz, saf, pak bir kalbin, allah'a yönelişi, ve bu yönelişi onaylayan allah'ın, bu temiz yüreği, ayetleri ile buluşturmasıdır. peygamberimiz bu duruş ve duyarlılığı göstermiş, allah'da tescil edip, o'nu nimeti ile buluşturmuştur. zira, alak suresi 3.ayet gereği, '' rabbimiz kerem sahibidir'' ve kendisinden samimiyetle istendiğinde, daima verendir. bu hususta şunu söyleyebilir miyiz ; '' sen elbette bir mecnun değilsin, çünkü kalbini vahye açtın. onlar mecnundurlar, çünkü kalplerini vahye açmadılar''? elbette söyleyebiliriz. alak suresi 4,5,6 ve 7.ayetler bize, allah'ın kerem sahibi oluşu karşısında, müstağni olan, yani kendi kendine yeterli olacağını düşünen insan tipini ortaya koymaktadır. gönüllerini vahye açmadıklarından, vahiyle buluşmadıklarından, müstağni kimseler, esasen mecnun olan kimselerdir. allah bunlara nimet etmez, çünkü bunu kendileri istemezler. peygamber'in örneğinde görüldüğü gibi, önce kalbi allah'a açmak gerekir ki, allah şanına yakışan yaratmayı irade etsin.

    3- allah, özelde peygamber'e, genelde tüm müslümanlara seslendiğinden, bu 3.ayeti, öncelikle kul eksenli anlamakta yarar görüyorum. allah buyuruyor ki ; '' muhakkak ki senin için, kesintisiz bir mükafat vardır''. bunu kendimizden yola çıkarsak, kalbimizi vahye açtığımız, mecnun olmadığımız, ayetlere ve vahye düşmanlık etmediğimiz için,bize kesintisiz nimetler vardır. bunlar dünyada da olabilir, ahirette de olabilir. zira biz hayra şer, şere hayır diyebilen varlıklarız. gerçeği allah bilir. biz bir nimeti şer sayarken, belki de o hayırdır. ardını görmüyoruz. bize bu kadar nimet varken, peygamberlik gibi çok ağır bir misyonu 23 sene sırtında taşıyan, eziyet gören, kovulan, taşlanan peygamberimizin, nimetlerinde kesinti olacağı düşünülebilir bir şey midir?

    4- '' ve muhakkak ki sen, büyük bir ahlak üzeresin''. bu konuyu temelde 2 yaklaşım ile şumullendirmek gerekir. 1) huluk kelimesi, doğuştan getirilen, yaratılış özellikleri ile insanda var olan ruh özellikleri, mizaç gibi anlamlara kapı aralar. bu nedenle peygamberimiz ve genelde mü'minler, yüksek bir ahlak üzeredirler. 2) bu, çok daha isabetli görünen bir yorumdur, zira allah, vahyine ''ahlak'' adını vermiş olabilir. bu yorum, hem peygamberin, hem müslümanların, kur'an gibi bir ahlak üzerinde olduklarını, bunun yüce bir ahlak olduğunu, zaten doğuştan getirilen fıtrat özelliklerinin yanında, kur'an olduğu vakit, yüce bir ahlakı tamamladıkları da, anlaşılabilmektedir. zira peygamber a.s.'ın hadisleri, bunu doğrular niteliktedir.

    5-6- fe se tubsiru ve yubsirune. bi eyyikumul meftun '' yakında sen de göreceksin, onlar da''. kimin delirmiş olduğunu. buradan hemen anlaşılan ilk şey, vahyin devam edeceği olgusudur. ilk olarak akla bu gelir. ikinci ihtimal ise, peygamberimizin ve müslümanların, yeniden motive edilmeleri, sahipsiz hissetmemeleri duygusudur. bir üçüncü ihtimal, ahiret hayatına gönderme olabilir. '' hesapların görüleceği gün, sen de görürsün onlar da ( kim mecnun) şeklinde ifade edilebilir. olası anlamlardan birisi de budur.

    7- bu ayet gereği, bize evrensel bir kural vahyedilmiş olmaktadır. allah, kimin hidayet üzere olduğunu, kimin dalalette kaldığını, tek bilenin kendisi olduğunu'' bu ayet ile ifade etmektedir. öyleyse, birisini, '' cinlenmiş, mecnun, deli, akılsız, büyülenmiş'' sıfatları ile yaftalarken iki kez düşünmeliyiz. zira, belki de birisinden hazzetmediğimiz için atacağımız bu iftiralar, bizi, kalem suresi 7.ayetin muhattabı yapabilir. allah, elbette zor şartlarda peygamberlik yapan, ve peygamber ile birlikte zor zamanlar geçiren dönemin müslümanlarını, bir kez daha motive etmektedir bu ayet ile. tabi bugünkü müslümanlar olan, bizleri de.

    8- allah, peygamberine ve müslümanlara, bir gerçeği, bir duruşu daha vahyetmektedir ; '' öyleyse yalanlayanlara itaat etme/ boyun eğme''. çevremizde, ayetleri ve allah'ı yalanlayan milyonlar var. bunlara karşı bize verilen ev ödevi, kalem suresi 8.ayettir. allah, bunlara karşı bizi dirayetli, bilgili, boyun eğmeyen, mücadele eden müslümanlar olarak görmek istemektedir.

    9- allah, inanmayan inkarcıların, peygamber'den nasıl iltimaslar istediklerini ortaya koymaktadır. '' isterler ki, sen onlara yağ çekesin, onlar da sana yağ çeksin''. inanmayanlar, peygamber'den, allah'ın vahyine mugayir davranmasını, adeta kendilerini küstürmemek için, allah'ı darıltmalarını istiyorlardı. oysa allah, onların bu davranışına karşılık, bir üstteki ayetteki ölümsüz hükmünü devreye sokmakta, '' boyun eğme, dirayetli ol, vahye mugayir davranma'' buyurmakta, müslüman'ın, olması gereken duruşunu göz önüne sermektedir.

    10- onuncu ve on dördüncü ayetlerde, kimlere boyun eğilmemesi, kimlere itaat edilmemesi, kimlerle mücadele edilmesi gerektiği ifade edilmektedir. bunun ilk evresi ; '' lüzumsuz yere, boşu boşuna, basitçe, kıymetsizce yemin edip duranlar''. allah bunların yeminlerini dikkate almamaktadır, çünkü bu adamlar, sözlerinin doğruluğuna kendileri de inanmazlar. o kadar inanmazlar ki, bunun getirdiği psikoloji ile, hiç durmadan yemin ederler. bunu yaparken tek amaçları vardır ; inanılmak. sözüne itibar gösterilmesini istemek. allah, bu adamlara boyun eğilmemesi gerektiğini bildiriyor.

    11- '' devamlı kusur arayan ve laf taşıyanlar''. bu adamlar, insanlarda devamlı kusur ararlar. kendilerini büyük ve yetkin görürler, laf taşırlar, ara bozarlar. hatta belki de, 10.ayet ile ilişkilendirirsek, bu özelliklerinden dolayı lafına güvenilmez kimselerdir ve bu nedenle çok yemin eder dururlar. bu adamlar da boyun eğilmemesi gereken güruhtandırlar ve 9.ayet gereği, bunlar yüzünden allah darıltılamaz. bunlara müsamaha gösterilmemelidir.

    12- '' hayrı devamlı engelleyenlere, haddi tecavüz eden günahkarlara''. hayır işlenmesini istemeyen, hatta hayrı engellemeyi hayat felsefesi eden, sınırlarını aşıp, maddi ve manevi gücünü, hayır işlenmesini engellemek adına kullanan, belki fiili mukavemet gösteren, günah işlemek üzerine bir hayat programlayan kimselere karşı da allah boyun eğmememizi, dik durmamızı ve mücadele etmemizi emretmektedir.

    13- ''kötülük eden zorbalara, haram yiyen günahkarlara''. kötülüğe meyyal, adeta kötülük etmek için yaşayan, kelimenin bir diğer anlamı gereği, zenginliğini sadece kendisi için kullanan ( kalem/12), o toplumdan olmadığı halde, o topluma sonradan gelip yerleşen, bu kötü huyları ile adeta damgalanmış, bu fena huyları ile tanınan kişilere de boyun eğilmemeli ve mücadele edilmelidir.

    14- peki bu adamlar bu eylemleri niçin gerçekleştirmektedirler? neye güvenirler? cevap bu ayette ; ''mallara ve oğullara sahip olmaları nedeniyle''. allah peygamberine ve müslümanlara, '' mal ve oğulları var diye, nüfuzlu diye, sırtları güçlü bir yere dayalı diye, adamları ve arkası vardır diye, her türlü maddi ve manevi saldırıda bulunabilirler diye boyun eğmeyin, dik durun, mücadele edin'' buyrulmaktadır. müslümanın duruşu bu şekilde olmalıdır.

    15- bu tip adamlar, yani ; kendisine inanılsın diye yok yere yemin edip duran, dedikodu eden, çekiştiren, laf taşıyan, gammaz, hayrı engellemek için ne gücü varsa kullanan, şiddet, zorbalık, kabalık gibi olgulara yönelmekten çekinmeyen, zenginliklerini, yalnızca kendi menfaati için kullanan, bu kötü ünler ile tanınan, arkasına, maddi manevi gücüne güvenen adamların, kur'an hakkındaki ilk saptaması ; '' esatirul evvelin''.

    '' eskilerin masalları, eskilerin efsaneleri'' şeklinde olacaktır. peki, eskilerin masalları ne demektir? ayette dikkat edin, esatirul kelimesi geçer. satırlar manasındadır. demek ki adamlar, hz.muhammed (s.a.v.)'den önceki ayetlerden de haberdarlar. demek ki diğer peygamberlerden haberdarlar. fakat aynı tevhid ilkeleri, bugün kendi toplumlarına gelince, bu ayetlere '' eskilerin masalları'' demekten geri duramamaktadırlar. bugün çok mu değişik? bugün de ; '' kur'an insan eseridir. kur'an bir yerden bakılarak yazılmıştır'' yollu hezeyanlar dinliyoruz. bunların ortak özellikleri, 10- 14.ayetler arasında sıralanmıştır. şimdi, bu adamlara nasıl boyun eğilir ki? nasıl mücadele edilmez?

    16- allah, bu adamların kur'an'a nasıl bir tavır takındıklarını ifade ettikten sonra, şimdi onlara ne yapılacağını, çarpıcı bir ifade ile beyan buyurmaktadır ; '' biz yakında onun burnu üzerine damga basacağız''. alimler bunu iki yönde değerlendirmişlerdir. 1) bu sayılıp dökülen, o çok güvenilen servetin ve adamların zelil edilmesi, gücünün kırılması. 2) süleyman ateş tefsirine göre ; bu adamların burnunu üzerine damga vurulacak, işaretlenecek, bu işaretlenenler cehennem'lik olacak''. cehennem ehli insanlar getirildiklerinde, burunlarının üzeri damgalı halde olacaktır.

    17- 18- allah, bu adamlara, yani inanmayanlara bir bela verdiğini ifade etmekte, tıpkı bahçe sahiplerine verdiği gibi buyurarak, daha önceki bir olayı, peygamber'e misal getiremektedir. buna göre, ekinlerini, sabah vakti, içlerinde fesat taşıyarak, mallarını muhtaçlarla, fakirlerle paylaşmamak için, hemen devşirmeye söz veren kardeşlerin kıssası anlatılır. rivayete göre bir adam, bağından, bahçesinden, bostanından, her yıl hasat zamanı fakirlere pay verirmiş. bu kişi vefat ettiği zaman, mirası oğullarına geçiş ve oğulları, fakirlere pay vermek istememişler. bu nedenle, hasat zamanı, fakirlere duyurmadan, mallarını bölüşmemek için, sabah erkenden bahçeyi devşirmeye, birbirlerine söz vermişlerdi. istisna da yapmıyor, '' şu kadarını ayırırız inşallah'' demiyorlardı.

    bu adamlar, hem içlerinde fesat taşıyor, hem de allah'ın iradesini yok sayıyorlardı. işte, bu adamlar da tıpkı bahçe sahipleri gibi sınanmaktaydılar.

    19-20 fakat bu kimseler, allah'ın her an hayata müdahil olduğunu unuttuklarından, allah, bahçelerinin üzerine, bir tayfun, bir afet dolandırarak, daha bu adamlar uykularında iken, kendisini hatırlatmış bulunmakta idi. böylece fena niyetlerinden ötürü, allah'ın yolladığı bir afet, o çok güvendikleri bostanlarını, işe yaramaz, ekin vermez, kupkuru bir hale dönüştürüyordu. ekinle dolu bahçe, kurak, çorak bir yere dönüşüyordu.

    21-22 sabah olduğu vakit, birbirlerine seslendiler ; '' devşiriciler iseniz, tarlanıza erkenden gidin''. bunu söyleyen, muhtemel ki ailelerinden birisidir ve maaile aynı fikirdedirler. yoksullara pay vermeme gafleti, kendilerini sarmış, hayrı engelleyen kişiler olup çıkmışlardı. ( kalem 12, 13, 14 .

    23-24 evden ayrılırken( ayrıldıklarında) aralarında fısıldaşmaya başladılar. dikkat edin, evde iken bağıra çağıra konuşan bu adamlar, şimdi sokaktadırlar ve fısıldaşmaktadırlar. ortaya koydukları psikoloji budur. gizlice dediler ki ; '' bugün sakın yanımıza bir yoksul girmesin''. çünkü babaları, yoksullar ekinden pay alsınlar diye, seslene seslene tarlasına gider, herkese payını verirmiş. çocuklar, hasat zamanı bu fakirler çevrededirler diye, fısıldaşma yoluna gitmişlerdir.

    25- kendilerini o güçte görüyorlardı ki, yoksulların payını gasp etmek, onları bu paydan en ve mahrum etmek kastıyla evden çıkıp gittiler.

    26-27 bahçeye varıp, kupkuru tarlayı görünce ; '' biz yanlış geldik herhalde'' deme cür'etini gösterdiler. öyle ya, daha dün gece yemyeşil olan bostan, şimdi kapkara idi. yanlış tarlaya geldiklerini zannettikleri anlamı çıkacağı gibi, '' eyvah, biz ne yaptık, doğru yoldan saptık'' manası da burada anlaşılabilmektedir. zira ardılı ayetler, bu ihtimali de güçlü tutmaktadır. '' biz mahrum edildik'' demeleri bunun bir tezahürüdür.

    28- onlar böyle pişmanlık içinde iken, içlerinde olan, fakat anlaşıldığına göre, daha orta halli birisi çıkıp ; allah'ı aklınızdan çıkarttınız. allah'ı hatırınıza getirmediniz, o'nun varlığını ve emirlerini unuttunuz, allah'ı keşke hatrınızdan çıkarmasaydınız, bu böyle olmazdı!'' dediğini görmekteyiz. bu kişi, bir duruş ortaya koymuştur. anlaşıldığına göre, fenalık düşünen diğerlerine allah'ı hatırlatmış, ama sözünü dinletememişti.

    29- bunun üzerine birden allah'ı anıp, hatırladılar. allah'ı her şeyden münezzeh saymışlar, mutlak güç sahibi olduğunu hatırlamışlar, kendi kendilerine zulmettiklerini, fakirlerin payını gasp etme düşünceleri yüzünden, kendilerine zalim demişlerdir.

    30- suçluluk psikolojisi gereği, birbirlerini de kınamaya başladılar. birbirleriyle laf dalaşına girdiler.

    31- kendilerini kınamaları, kendilerine veyl etmeleri ile devam etmiş, doğru yoldan saptıklarını itiraf ederek, kendileri hakkında bir saptamaya gitmişlerdir ; haddi aşan, azgın, yoldan çıkmış .

    32- artık tövbe ve yöneliş ile, '' allah her ne verirse, ona rağbet edeceğiz, bundan başka bir şey ummuyoruz'' demişler, bahçenin yerine daha iyi ve nimet ile nimetlendirileceklerini ummuşlardır. alimler, cennet kelimesini bağ, bahçe, bostan şeklinde de kullanılmasından ötürü, belki de bu adamların, allah'tan cennet beklediklerini ifade etmişlerdir.

    şimdi bu kıssasa verilen dersler ; 1) malını allah yolunda harcamaktan korkma, 2) eğer böyle davranırsan, bu durum yıkıma ve felakete neden olur (al-i imran/126), 3) allah'ı anmayı bize, her fırsatta hatırlatan bir evsatımız olmalı, yahut bu evsat biz olmalıyız.

    33- allah bu kıssadan sonra, tekrar lafı inkarcı kimselere getirir ve ; '' işte azap böyledir, ahiret azabı ise daha büyüktür, keşke bilselerdi'' buyurmaktadır. azap denince akla, hemen ahiret ve cehennem gelmektedir. oysa allah, bu hadiseyi azap olarak nitelemektedir. bunu bu pencereden de görmek zorundayız. nasıl ki bahçe sahipleri allah'ı hesap etmeyip, fakirin hakkını gasp etmek isteyince yıkıma uğramışlarsa, allah'ı unutmak, tesbih etmemek, hesap etmemek, yok saymak, ahirette çok büyük yıkımlara neden olacaktır. allah '' keşke bilselerdi'' diyereki zamanın muhataplarını sakınmaya davet etmektedir.

    34- allah bu olumsuz örnekleri saydıktan sonra, nihayet, kur'an'ın mesani oluşu gereği, iyilere getirmektedir. muttaki kimselerden bahsedilen bu ayette, kalem suresi'nin özelinde, şu tanımı yapabiliriz ; vahye kucak açan, kur'an ahlakı ile ahlaklanan , yalanlamaktan, bolca yemin etmekten kaçınan , kusur aramayan, laf taşımayan , hayrı engellemeyen , hayır işleyen , günah ile anılmayan, servet ve nüfuzuna güvenmeyen , zorba olmayan, kur'an'a masal yakıştırması yapmayan, allah'ı unutmayan, paylaşabilen insan muttakidir. cennet, dediğimiz gibi bolluk, bereket bahçesi anlamında da geldiğinden, allah bunları, '' naim'', yani nimet yurdu dediği, cennet ile mükafatlandıracaktır.

    35- müşrikler, allahsız kitapsız kimseler değillerdi. içlerinde, allah'a inananlar çoğunlukta idi. fakat, müşriktiler. allah'tan başka tanrılar da edinmişlerdi ve müslümanlara ; biz bu dünyada güçlü olduğumuzdan, ahirette de güçlü olacağız'' deyip, eziyet ediyorlardı. işte, allah, adeta sert bir tokat mesabesinde, 35.ayeti indiriyordu ; '' biz müslümanları, mücrimler gibi mi kılarız''?! allah adeta, '' inanan ile yalanlayan bir midir''sorusunu sormaktadır.

    36- ikinci bir kontra soru, muhataplara yöneltilmektedir ; '' size ne oluyor? nasıl hüküm veriyorsunuz?''. allah, müslümanları elbette üstün tutmuş, kararın sadece kendisine ait olduğunu belirtmiş ve, '' size ne?'' yahut da '' bu nasıl hüküm, nasıl söz''? sorusunu sorar şekilde ayetini indirmiştir. '' siz kur'an'ı yalanlıyorsunuzi öyleyse size ne''? şeklinde bir soru da gündeme gelebilmektedir.

    37- baştan söyleyeyim, 37- 38- 39 ve 40. ayetler, bir kişinin din adına konuşuyorsa, muhakkak kur'an referanslı olması gerektiğini bildirir. zira hemen 37.ayette sorulan soru, bunun göstergesidir ; '' yoksa sizin bir kitabınız var da, oradan mı okuyorsunuz''? allah bu adamları, adeta şirk ile nitelemektedir. öyle ya! dinleri ve ayetleri belirleyip yollayan, yalnızca allah'tır. onlar, adeta kendi hükümlerini verip, ilahlık taslamaktaydılar.

    38- allah, sorusunu yeniden şekillendirmekte ve bu kez de, '' bahsi geçen kitap, siz ne beğenip seçerseniz sizindir, mutlaka sizindir'' mi şeklinde sormakta, bu benmerkezci adamların durumlarını ortaya koymaktadır. müslüman, başına hoşlanmadığı bir iş gelse bile, allah'tan olduğunu bilir. oysa bu adamlar, bu sorunun muhatabı olmuşlardır.

    39- allah bu kez de soruyu, kendi üzerinden sormakta ve diğer 3 ayet ile ilişkilendirip ; '' ben size kıyamete kadar, ne hüküm verirseniz verin, o mutlaka sizindir diye yemin mi verdim''? buyurmata, '' hiç sıkıntı çekmeden, inanmadan, maddi manevi darlık görmeden, denenip sınanmadan, kıyamete kadar sizi ayrıcalıklı mı tuttum?'' demekte, neye güvenerek bu ilahlığı tasladıklarını kendilerine sormaktadır.

    40- allah, o gün peygamberimize, bugün bize, bu tip insanlar karşısında, şu soruyu sormamızı öğütleyip, emretmektedir ; '' kıyamete kadar neyi ister, neye hüküm verirseniz verin, allah sizin lehinize olmak üzere yemin mi indirmiştir? bu ağır sorumluluğu kim üzerine alır? bunun garantisini verebilecek olan var mıdır''? bugün karşılaşmıyor muyuz? allah ile konuştuğunu, peygamber ile istişare ettiğini sallayıp duranları? allah, onlara bu soruyu sorun buyuruyor. cevap veremeyeceklerine emin olun.

    41- allah bu kez soruyu bambaşka bir yere getirip, can alıcı soruyu sormaktadır ; size bu garantiyi veren destekçiniz, şerikiniz, ortağınız mı var? madem ki bunu söylüyorsunuz, hadi getirsinler şeriklerini''!

    allah adeta bu tip adamlara meydan okumakta ve müslümanların bu duruşu göstermelerini istemektedir. bir kimse, devamlı kendi ve kendi takımı lehine şeyler yapıyor, söylüyor ise, bunu da batıl şeylerle destekliyor ise, söylememiz gereken ; '' ortaklarını getir'' olmalıdır.

    42- bu ayette ise, artık konu ahirettir. bütün gerçekliklerin, hiç bir giz kalmayacak şekilde ortaya çıkarıldığı hesap günü, yukarıda sayılıp dökülen günahkarlar secdeye, yani, kusurlarını sayıp dökmeye, allah'ın emirleri dışına çıktıkları için, korkudan zillet dolu bakışlardan ötürü, allah'a hiç bir şekilde konuşamayacakları, allah'ın büyüklüğünü takdir edemeyecekleri, davet edilmelerine rağmen gerçekleştiremeyeceklerini, allah bildirmektedir.

    43- allah bu tip insanların öncelikli olarak, bakışları ürkek, bu ürkekliğin zilletten doğmuş kimseler olacaklarını, tıpkı ahirette olacağı gibi, henüz iş işten geçmemişken, salimler ve fırsatları var iken secdeye, yani allah'ı anmaya, namaza, allah'ın emirlerinin dışına çıkmamaya, yaratılış amacına uygun davranmaya, vahiy ve peygamberler aracılığıyla davet edildiklerini, fakat buna yanaşmadıklarını allah, bu ayetinde belirtmektedir.

    44- kur'an'a karşı kezzab, yani yalancı kişileri, yavaş yava, derece derece, tedricen azaba yaklaştırdığını ( ya da azabın onlara yaklaştırıldığını) azaba yaklaşanların ise, bunun bilincinde ve farkında olmadıklarını, bu tip kişilerle allah'ın arasında hiç kimse olmadığını ve işlerinin allah'a kaldığını, esas düşmanlığın kur'an'a, dolayısıyla allah'a olduğunu belirtmektedir.

    45- fakat allah, yine de bu tiplere mühlet verdiğini beyan etmektedir. allah, her günah işleyeni hemen helak etmediğini, günahlarından belki dönerler ümidiryle mühlet verdiğini bildirmiştir. fakat 44.ayet ile ilişkilendirildiğinde, bu kimselere azabın tedricen geldiği, bu inkarcıların ise, azaptan habersiz, yalanlama içinde, tövbe etmeksizin günlerini geçirdiklerini, allah'ın verdiği mühleti böyle çarçur ederek, adeta azabı hak ettiklerini, fakat bilmeleri gereken şeyin, allah'ın azabının çok kuvvetli olduğu gerçeğini ortaya koymuş bulunmaktadır.

    46- allah, bu inkarcıların niçin yalanlama yolunu tuttuğunu öğrenmek, hem de muhataplara öğretmek için, peygamberimize '' yoksa sen onlardan bir ücret mi talep ediyorsun? bu borcun altında ezilip kalmaktan mı korkuyorlar'' sorusunu sormaktadır. elbette peygamberimiz bunlardan tek kuruş istememiştir. allah'ın bu soruyu sormasındaki amaç, '' kendilerinden bir ücret istenmediği, bir borç yükünün altına sokulmadıkları halde, niçin yalanlayıp, azaba tedricen yaklaşanlar oluyorlar? halbuki kendilerinden bu davet için, zora sokucu tek kuruş bedel istenmiyor'' yorumunu anlatabilmektir.

    47- allah bu kez soruyu, maddi sorumluluk alanından, manevi bir boyuta çekip '' her türlü bilinmezlik, görünmezlik, gayb bilgisi yanlarında da, artık onu onlar mı yazıyor'' ? sorusunu sorarak, gaybı yalnızca kendisinin bileceğine rağmen, bu adamların, adeta ilahmış gibi davranmasını eleştirmektedir. inanmama sebepleri ; güya senin onlardan bir ücret talep etmen mi? bu borcun altında ezilmekten mi korkuyorlar? yahut, gayb bunların yanında da, geleceği ve bilinmezi bildiklerinden ötürü mü bu kadar emin ve rahatlar? tedricen azaba gitmeyeceklerini mi sanıyorlar? anlamına getirmektedir.

    48- allah, peygamberimizi motive edip kuvvetlendirerek, '' sen rabbinin vereceği hüküm için sabret'' buyurmaktadır. bu tip kimselerin inkarı, hem peygamberimizi üzmekte, hem de darlamakta idi. allah, elbet bunlar için bir hüküm vereceğini, bu hüküm gelene kadar sabırlı olmasını, peygamberimize ve bizlere öğretmektedir.

    burada dikkat çeken husus, '' yalancı ve inkarcı kimselerin akıbeti için, allah'ın hükmünün beklenmesi emridir. ne cismani, ne manevi baskı anlamında bir eylem ve yaptırımdan söz edilmemektedir. allah'ın hükmünün beklenmesi, açıkça vurgulanmaktadır.

    '' balık/ balina ile dost/arkadaş olan gibi olma'' diyerek, yunus peygamberin kıssası hatırlatılmakta, o'nun dertli, kederli, hüzün dolu bir şekilde allah'a seslendiğini, dua ettiğini hatırlatmaktadır. peygamberimizin de, tıpkı hz.yunus gibi dertli, hüzünlü olarak allah'a dua ettiğini anlayabileceğimiz gibi, hz.yunus nasıl sabır ile hüküm beklemiş ise, peygamberimizin de bu sıkıntılı hal karşısında hüküm beklemesi gerektiği bildirilmiştir.

    49- '' eğer allah'ın hükmünü, sabır ve gönülden gelen o nidası, dua ve seslenişleri ile beklememiş olsa,, allah'tan kendisine bir nimet, bir kurtuluş gelmez, kendisi de kınanmış bir halde, çorak, bomboş, ıssız, çıplak bir yere atılırdı'' denmiş ve sabır, dua, gamlı bir yüreğin allah ile buluşmasının, nimet, kurtuluş getirisi olduğunu, yunus peygamber örneği ile anlatılmıştır.

    50- yunus peygamber, sabır ile hükmü beklemiş, hükmü beklerken gamlı bir gönül ile allah'a nida etmiş, bunların sonucunda allah'ın hükmü gelmiş veo, salihler zümresinden, yani, allah'a karşı duyarlı, dine itikatlı, allah'a haşyet duyan birisi oluvermişti. peygamberimizden, dolayısıyla bizden istenen şey, salihlerden olmamızdır.

    bunun için izlememiz gereken adımlar ; 1) allah'ın hükmünü sabırla beklemek, 2) rabbin hükmünü beklerken, allah'a yönelmiş bir kalp ile dua ve yakarışta bulunmak.

    51- allah, kur'an karşısında inkarcı tutum takınan kafirlerin, kur'an'ı işittikleri vakit, nasıl iki tepki verdiklerini açıklamıştır. 1) seni gözleriyle devireceklerdi; haset ve düşmanlıkları o seviyedeydi ki, kur'an'ı işittikleri vakit, peygamberimize hırs ve öfkeyle bakmışlar, düşmanlıkları yüzlerine vurmuştu.

    2) şüphesiz o cinlidir derler ; ilk ayette olduğu gibi, tutumları yine değişmemiş, peygamber'e, haşa, cinli, deli, aklı yerinde olmayan diyerek, ikinci tepkilerini vermiştiler.

    52- '' halbuki kur'an, iyiyi, güzeli, doğruyu hatırlatıcı bir öğütten, kendisi ile yaşanıldıkça, hakk yoluna götüren bir doğrudan başka bir şey değildir'' buyrularak, kur'an'ın zikir oluşu vurgulanmış, zikrin ne olduğu konusunda misaller verilmiştir.

    sadakallahülaziym.
  • bu surede geçen ashab-ı cennet kıssası [17-34. ayetler] ile allah'ın hayata müdahil olduğu gerçeğine karşın gaflete düşmenin ne ağır sonuçlar doğurduğu, üzerine halef kılınılan mal ve mülkteki allah’ın hakkına riayetsizliğin ise büyük bir zulüm olduğu tüm açıklığı ile ortaya koyulmaktadır.

    bahçe sahipleri kıssası, varsıllığı kendini yoldan çıkartarak müstağnileşen insanı; "esatirul evveliyn” noktasına getiren, inkar serüvenini anlamada ipuçları vermektedir. evvelkilerin sınandığı gibi, bahçe (cennet) sahipleride sınanmıştır. ve nihayetinde, "dünya cenneti”nde tüm insanların denendiği gibi; kaybedenler cehenneme gönderilecek, kazananlar daha güzel ebedi cennet bahçelerinde ağırlanacaktır. cennet arapçada; bakımlı, verimli, sulak bahçelere verilen bir isimdir. her bahçe için kullanılmaz. dünya hayatında iyi tutum sergileyenler her zaman sonucunu bu dünyada göremeyebilirler. ahirette karşılığını görecekleri ise muhakkaktır. sonucu bu dünyada görmede ısrarlı olanların inanç noktasında problemli olduğu da muhakkaktır. böylelerinin kolayca nifaka sürüklenecek bir pozisyonda oldukları, hallerinden, duruşlarından ve düşüncelerinden bellidir.

    [17] ve biz o günahkarları sınamıştık tıpkı bahçe sahiplerini (ashabul cenneh) sınadığımız gibi: hani onlar ertesi sabah hasatı devşireceklerine yemin edip sözleşmişlerdi. [18] bir istisna da getirmemişlerdi.

    dünyada cennet sahibi olan kıssadaki bir gurup insan, sahip olmanın verdiği anafor içinde dediler ki; "yarın erkenden gidip hasatı devşirelim!”. allah’ın bir iradesi olduğunu, o’nun izni olmadan hiçbir şeyin olmayacağını, içinde bulundukları nimet düşkünlüğü onlara unutturdu ve hiçbir istisna getirmeden “yarın erkenden gidip hasatı devşirelim!” dediler. bu onların ilk taşkınlığı idi. ilk tecavüz. haddi aşmak yani! oysa bilmelilerdi ki, allah yegane hakimdir, işleri takdir edendir, kadiri mutlaktır. allah’ın sayesinde cuzi bir eylem gücüne sahip olunduğunu ve o’nun dilemesi ve izni ile her işin olduğunu unutmuşlardı.

    [19 bunun üzerine, onlar uykudayken rabbinden (gelen) bir bela o [bahçeyi] sarmıştı, [20] ve ertesi gün bütün hasat ve bahçe kapkara kesilmişti.

    uykudalarken, rablerinden gelen bir musibet, üzerlerinde dönmeye başladı. cenneti ellerinden alıverdi. farkında değillerdi. o cennetleri hasatı ile birlikte kapkara kesiliverdi. onlar uykudaydılar ama rableri hay ve kayyum idi. o cenneti onlara verdiği gibi ellerinden aldı.

    [21] sabah erken kalktıklarında birbirlerine seslendiler: [22] "meyve toplamak istiyorsanız erkenden tarlanıza gidin!”

    buradaki insanoğlunun ne denli bir acziyet içinde olduğuna dair etkili bir fotoğraf vardır. hala farkında değillerdi. bahçenin sahibinin kendileri olduğu zannı ile sabah erkenden kalktılar. ”hasadı toplamak istiyorsanız erkenden bahçeye gidin!” dediler ve yola koyuldular. bahçe ellerinden gitmiş, üzerinde hesaplar yapılan hasat kapkara kesilmiştir. onlarsa hala hesap yapmakla meşguldüler:

    [23] derken yola koyuldular, giderken fısıldaşıyorlardı: [24] “bugün hiçbir yoksul, bahçeye girip [siz habersizken] yanınıza [sokulmasın]!” [25] ve amaçlarına ulaşmaya kararlı bir şekilde erkenden kalkıp gittiler.

    şeytan onları bir daha ayarttı ve birbirlerine fısıldadılar: "bugün bir yoksul bahçeye girmeden yada yanaşmadan işi bitirelim” dediler. burada ikinci zulmü işlediler: 'yoksulun hakkını vermemek.'

    [26] ama bahçeye bakıp onu [tanınmaz halde] görünce: “herhalde yolumuzu şaşırmış olacağız!” diye bağırdılar; [27] [ve sonra da] “hayır, galiba elimizden çıkmış!” (dediler). [28] aralarındaki en akl-ı selim sahibi olanı, “ben size, allah'ın sınırsız şanını yüceltmelisiniz demedim mi?”diye sordu.

    sonra birbirlerine şaşkınca; “başka bir yere geldik" dediler. ne zaman sonra ayıldılar, kendilerine geldiler: "biz gerçekten zulmettik!” diyerek yaptıklarını anlamaya başladılar. “ben size, şanı yüce allah'ı tespih etmeliyiz demedim mi?” diyerek hayıflandılar. allah'ı tespih o’nun şanını yüceltmek ve öğmektir. bunun da sadece lafla değil eylemle, itaatle olacağı açıktır. oysa; “allah izin verirse yarın erken kalkalım ve bahçemize hasada gidelim. miskinlerinde hakkını unutmayalım. mülkün sahibi olan allah böyle istemektedir” demeliydiler. ancak böylesi bir tavır, allah’ı tesbih etmek olacaktı. onlar bunu unutarak ne allah’ın şanını akıllarına getirdiler ne de allah’ın kendilerini üzerine halef kıldığı cennet üzerinde miskinlerinde bir payı olduğunu aklettiler. zenginin, üzerine halef kılındığı nimette yoksul ve yoksunlara allah’ın ayırdığı payı infak etmesi, allah’ın hukukuna riayettir. mü’minler infakı ahlak edinmişlerdir. istizaf edenler ise, vermek bir yana allahın halkını istismar ederek insanları mahrum bırakma pahasına tekasürü ahlak edinmişlerdir.

    [29] onlar: “rabbimizin şanı yücedir! doğrusu biz zulüm işliyorduk!” diye cevap verdiler; [30] ve sonra dönüp birbirlerini suçlamaya başladılar. [31] [sonunda] “yazıklar olsun bize!” dediler, “gerçekten biz küstahça davranmıştık! [32] [ama] belki rabbimiz yerine daha iyisini bize bağışlayacak: biz de ümitle o'na yöneleceğiz!” [33] işte [bazı insanları bu dünyada denemek için verdiğimiz] azap böyledir; ama ahiret yurdundaki [günahkarların uğrayacağı]azap veren mahrumiyet daha şiddetli olacak; keşke bunu bilselerdi! [34] şüphesiz, muttaki olanlar için rabb'leri katında nimetlerle donatılmış bahçeler vardır.
  • birkaç lavuk müşreğe fena takmış, mustafa öztürk'ün deyişiyle. adam istifa etmek zorunda kalmış.haber ve video
  • mutlaka üniversite sınavına hazırlananların anneleri bir bardak suya kalem suresini okusun içirsinler çocuklarına. kalem gibi aksın enerjileri kalem gibi aksın gitsin sorular inşallah

    ilk beş ayet.
  • kaleme ve yazdıklarına yemin ettiğine göre, kalemle yazılan devirlere ait olmalı. konu bizimle pek alakalı değil gibi.

    https://kuranadair.blogspot.com/…-kalem-suresi.html
hesabın var mı? giriş yap