• yılmaz erdoğan ın ibrahim tatlıses ten esinlenerek oluşturduğu eserdir

    i love you, i love you
    do you love me, yes i do
    if you love me tell me, tell me
    if you love me kiss me, kiss me

    (bkz: sözlerini de yazayım tam olsun)
    (bkz: vito negeveze)
  • --- spoiler ---

    soğuk ve şehirlerarası otobüslerde vazgeçtim çocuk olmaktan
    ve beslenme çantamda otlu peynir kokusuydu babam...
    ben seninle bir gün veyselkarani'de haşlama yeme ihtimalini sevdim.
    ilkokulun silgi kokan, tebeşir lekeli yıllarında
    ankara'da karbonmonoksit sonbaharlar yaşanırdı o zaman
    özlemeye başladım herkesi...
    ve bu hasret öyle uzun sürdü ki, adam gibi hasretleri özlemeye başladım sonra..
    bizim kemalettin tuğcu'larımız vardı...
    bir de camların buğusuna yazı yazma imkanı...
    yumurta kokan arkadaşlarla paylaşılan kahverengi sıralarda,
    solculuk oynamaya başladık..
    ben doktor oluyordum sen hemşire, geri kalanlar kontrgerilla...
    kırmızı boyalarla umut ikliminde harfler yazılıyordu pütürlü duvarlara ve
    türk dil kurumu'na inat bir türkçeyle...
    ağbilerimizden öğrendik, s harfinden orak çekiç figürleri türetmeyi..
    ankara'ya usul usul karbonmonoksit yağıyordu.
    ve kapalı mekanlarda sevişmeyi öneriyordu haber bültenleri.
    oysa ankara'da hiç sevişmedim ben.
    disiplin kurulunda tartışılan aşkım olmadı benim..
    sınıfça gidilen pikniklerde kıçımıza batan platonik dikenleri saymazsak..
    ankara'ya usul usul kurşun yağıyordu..
    ve belli bir saatten sonra sokağa çıkmamayı öneriyordu haber bültenleri.
    oysa hiç kurşun yaram olmadı benim
    ve hiç bir mahkeme tutanağında geçmedi adım
    çatışmaların ortasında sevimli bir çocuk yüzüydüm sadece
    sana şiirler biriktiriyordum fen bilgisi defterimde, ama sen yoktun
    ben, senin beni sevebilme ihtimalini seviyordum, suni teneffüs saatlerinde
    okul servisi seni hep zamansız, amansızca bir lojman griliğine götürüyordu
    ben, senin benimle tunalı hilmi caddesi'ne gelebilme ihtimalini seviyordum.

    ben, senin beni sevebilme ihtimalini seviyordum.

    yaz sıcağı toprağa çekiyor da tenimin çatlamaya hazır gevrekliğini
    sonra otobüs oluyordum, kırık yarık yolların çare bilmez sürgünü
    ne yana baksam dağ ve deniz sanıyordum
    muş ovasının yalancı maviliğini
    otobüs oluyordum bir süre
    yanımızdan geçen kara trenlerle yarışıyordum, yanağım otobüs camının garantisinde
    otobüs oluyordum
    bir ülkeden bir iç ülkeye
    çocukluğuma yaklaştıkça büyüyordum.
    zap suyunun sesini başına koyuyordum şarkılarımın listesinin
    korkuyordum
    sonra iniyordum otobüsten
    çarşıdan bizim eve giden, ömrümün en uzun,
    ömrümün en kısa, ömrümün en çocuk,
    ömrümün en ihtiyar yolunu koşuyordum.
    çünkü sonunda annem oluyordum, babam kokuyordum sonunda..
    soğuk ve şehirlerarası otobüslerde vazgeçtim çocuk olmaktan
    ve beslenme çantamda otlu peynir kokusuydu babam
    ben seninle bir gün van'daki bir kahvaltı salonunda
    ben seninle sadece bilmek zorunda kalanların bildiği
    bir yol üstü lokantasında
    ben seninle, ağrı dağına mistik ve demli bir çay kıvamında bakan
    doğubeyazıt'ın herhangi bir toprak damında
    ben seninle herhangi bir insan elinin
    terli coğrafyasında olma ihtimalini sevdim

    ben senin, beni sevebilme ihtimalini sevdim!

    --- spoiler ---
  • doğanın kanunu gereği sevilebilme ihtimali'inden yüksektir.
  • gece gece aklıma girdi; açtım dinledim. şu an için sevdiceğimle ağrı dağına mistik ve demli bir çay kıvamında bakan doğubeyazıt'ın herhangi bir toprak damında olabilme ihtimalimi sevdim.
  • ne için yaşıyoruz? okulu bitirmek? ev almak? var olan arabayı daha lüksüyle değiştirmek?

    neden kötü şeyler iyi insanların başına gelir? yok mu lan bunu açıklayacak babayiğit?

    yaklaşık 8 yıl önce hayatıma girdi bu adam. hayatın tokadını küçük yaşta babasını kaybetmesiyle başlamış ve bir türlü peşini bırakmamıştı. çok duygusaldı. utangaçtı. utanınca sözleri karıştırır, kekeler, kızarırdı. abi denecek yaştaydı ama ne tipiyle ne de hali ve tavrıyla abi değil bir kardeşti. daha çocukken annesinin ve küçük kız kardeşinin sorumluluğu üstüne binmişti. nasıl da fakirlerdi. kaldıkları ev bile almanya'da yaşayan teyzesine aitti. annesi dünya iyisi, kardeşi dünya tatlısıydı. yaz tatillerinde akşam hep aynı saatte evimizin önünden geçer, yavşak gibi adımızı bağırarak çağırmazdı bizi. o derece utangaçtı. sadece balkona bakarak yoldan geçerdi. belki de müsait değilizdir diye rahatsız etmek istemezdi ben ve kardeşimi. o derece utangaçtı. çok okurdu. şiiri çok severdi. şiir okumayı da severdi. şair ruhlu denen türden kızların sevmediği türden naif bir adamdı. insan kıramazdı. bağırıp çağıramazdı. elini masaya vuramazdı. iyi kötü bir üniversite bitirdi. çok bekledi iş bulmak için. çok acılar çekti. hep içine attı. o kadar dosttuk, hiç ağladığını görmedim. yüzü hep gülerdi. meğer içinden ağlarmış bu adam. daha küçük yaşta anti depresan, sakinleştirici kullanırdı. hatta bu adama kadar bu ilacı kullananları psikopat zannederdim.

    bir yaz aşık oldu bu adam oturduğumuz muhitte elit tabakadan bir kıza. deliler gibi seviyordu. her gördüğünde eli ayağı birbirine giriyordu. ama o kadar utangaçtı ki gidip asla konuşamazdı. konuşurum, konuşmazsın, konuşmalısın muhabbetleri içinde 2 ay geçti. muhabbet ettiğimiz her zaman bir şekilde konuyu bu kıza otomatik olarak getiriyordu. yaz bitecekti daha bizim beyefendi bir adım atamamıştı. hatta bir keresinde kafede oturuyorduk. aşık olduğu kız ile arkadaşları da hemen yan masadaydılar. kız da anlamıştı zaten manzarayı bu kadar zaman içinde. kız da bakıyordu buna. bu adama 'oğlum, ya şimdi ya hiç!' demiştim. kızardı bozardı, 'tamam şimdi gidicem' diyordu ama bir yandan da eli ayağı titriyordu. 'aaah yapamicam galiba' demesiyle hepimiz 'hadi lan, yaparsın lan' diyerek gaza getirmeye çalışıyorduk. şimdiki aklım olsa kesinlikle gaza getirmezdim. eli ayağı titreyen adamı nereye gönderiyorsun? adam gitmedi de gitmedi, konuşmadı da konuşmadı. biz de buna mesafe koyduk. bir daha da ağlama bize aşığım diye dedik.

    kafaya koymuştum. aralarını bir şekilde yapıcaktık. bir akşam bunun kızı arkadaşlarıyla voleybol oynarken gruptan hiç kimseyi tanımamama rağmen araya girip oynamak istediğimizi söyledim. kızlar bu isteğimle bana mars'tan gelmişim gibi baktılarsa da kabul ettiler. ilk defa aynı ortamda bulunuyorlardı. görev tamamlanmıştı. zaten temiz yüzlü bir çocuktu. gerisi de geldi zaten. bayağı samimi oldular. arkadaşlarken bir martıyla bir insanın aşkıyla ilgili bir hikaye (adını hatırlamıyorum) anlatmıştı kıza. kız da bayağı etkilendi bundan. derken çıkmaya başladılar. ama uzun sürmedi bu. birinci ay bitmeden bizim kezban bunun romantik, şair ruhlu, fakir, utangaç halini beğenmemiş ayrılmıştı. aynı ortamdaydılar sürekli birbirlerine laf sokuyorlardı. ben, kardeşim ve kendisi başbaşa kaldığımızda ne kadar anlattıksa da anlamadı. hep içine attı. bir türlü unutamıyordu kızı.

    bir akşam tüm grup deniz kenarına indik. çocuk zaten aldığı anti depresanlarla leyla gibi dolaşıyordu. milletin gazıyla bir şiir okumasını istedik ve başladı bu:

    'soğuk ve şehirlerarası otobüslerde vazgeçtim çocuk olmaktan
    ve beslenme çantamda otlu peynir kokusuydu babam...
    ben seninle bir gün veyselkarani'de haşlama yeme ihtimalini sevdim. '

    şiir türünü bir türlü sevemedim. şiir okuyanı dinlemek fikri bile beni ifrit ederdi. ama bu herif farklıydı. gruptan ve gruptan olmayan herkes pür dikkat dinledi bu adamı. çok güzel okumuştu. o şiirde hem rahmetli babası vardı, hem hayat karşısındaki çaresizliği, hem hayalleri, hem aşkı.

    'ömrümün en uzun,
    ömrümün en kısa, ömrümün en çocuk,
    ömrümün en ihtiyar yolunu koşuyordum.'

    burası şiirin en çarpıcı yeri değildi ama sesi o kadar yükselmişti ki içindeki tutkuyu ve aşkı adeta tüm dünyaya haykırmıştı. öyle bir çocuktu..
    ---------
    aradan geçen yıllar içinde bir iki kez görüşebildik. istanbul'da bir bankada iş bulmuştu. taşrada yaşayan annesine para gönderecek bir işi olmuş kız kardeşini de okutmuştu. işleri yolunda gibiydi. ta ki bir gün kol uyuşması sebebiyle hastaneye gidene kadar. insanın kanını donduracak cinten bir hastalık olan multipl skleroz'dan şüpheleniyorlardı.

    zaten ruhsal açıdan sorunluydu. hayatı tam da düzene girmişti. annesine ve kardeşine aylarca bir şey söylemedi. hastanede yatarken bile annesi msn'ye çağırdığında 'şimdi olmaz modem bozuk, internet yavaş' türünden yalanlarla bir süre yırttı. allah'tan çalıştığı bankanın sağladığı özel sağlık sigortası sayesinde masraftan bir nebze kurtulmuştu. iki yıldır bayramlarda bile gelemiyordu memleketine. soramadım niye ama biliyordum. parası yoktu gelecek. teklif etsen de kabul etmezdi zaten. gel dedim. 'gelemem' dedi. bu bayram da gelemiyordu. kararımı verdim. ben yanına gidecektim.

    şimdi nasılsın diye sorduğumda bazı geceler yatırmadığını ağrıdan buz torbalarıyla birazcık ağrıyı dindirdiğini söyledi bana. hatta geçen bayramda gelemediği için azmıştı hastalığı. bu hastalık böyledir. kafaya takmayacaksın hiç ama hiç bir şeyi. parola bu. ama nerdee. hastalık olur da sana olmaz, olmaması lazım. senin bakacağın bir annen ve kız kardeşin var. amına koyim böyle şansın! telefonda konuşurken boğazımı düğümledin lan. geliyorum yanına en kısa zamanda kardeşim.

    şimdi hayatınızdaki en büyük sorunu bir kez daha düşünün!
  • hayatınızı siken ihtimal. sevdiğiniz kişinin sizi sevebilme ihtimali olduğunuzu düşünmeniz hayatınızda kendinize yapabileceğiniz en büyük kötülüktür. yazın amk bunu bir kenara. seviyorsa zaten seviyordur, düşünmezsin "seviyor mu?" diye. sevmiyorsa da umudun yoktur, çok umursamazsın. ama eğer o seni sevmiyor da sen sevme ihtimali olduğunu düşünüyorsan (ki bu da seninle ıynuyor ve egosunu tatmin ediyor demektir) o zaman yarrağı yedin. ne demişler: "umut kötülüklerin en büyüğüdür. çünkü işkenceyi uzatır."
  • gerçekleşme yüzdesi, karşı tarafa duyulan hissiyat ile ters orantılı.
    istatistiğe vurursak, çoğunlukla bu ihtimal yüzde bazında sıfıra yakınsar.

    size karşı 'bir şeyler' hissettiğini söyleyen birinin duyguları ve samimiyeti karşısında hiç kendinizi çaresiz hissettiniz mi? "keşke bunu seni kırmadan açıklamanın bir yolu olsaydı ama bu söylediklerinin bende karşılığı yok" dediniz mi?

    işte bunlardan dolayı, kendinizde veya karşınızdakinde bu tür bir ihtimalin varlığını sorgulama aşamasına geldiyseniz buna neden olan düşünce dünyasını bir titretip kendine getirme vakti gelmiş olabilir.

    (bkz: bir ihtimal daha var o da olasılık mı dersin?)
hesabın var mı? giriş yap