90 entry daha
  • 1* türkiye'de günümüzdeki tüm krizlerin müsebbibi olan sistem. bir başkanlık sistemi değil, çünkü başkanlık sistemi bu değil. yıllar sonra buraları biri okursa eğer, şu ara ağustos 2021'lerde olduğumuzu ve bu zorlu günleri yaşadığımızı ifade etmek isterim. aklınıza hangi alan gelirse bilin ki o alanda kriz var bugünlerde; ekonomi, çevre, eğitim, göç, dış politika, iç politika, doğal afetlerle mücadele, şehircilik, uyuşturucu, kaçakçılık, mafya-devlet ilişkileri, tarikatların kadrolaşması, bürokrasi, üniversiteler, siyaset, sağlık, pandemi... ekonomik kriz hadisesini daha önce çok yazdım ama yine bu yazının devamı için kısaca değinmem gerekecek; oradan da türk tipi başkanlık sistemi üzerinden nasıl diğer alanlara bu krizin tıpkı bir kanser hücresi gibi yayıldığından bahsedeceğim, naçizane.

    2* aslında türkiye, türk lirası'nda hiçbir zaman "reform" yapamayan bir ülke olsa da, 2001 sonrası küresel koşulların da etkisiyle bir nevi yaklaşık bir 10 senelik sürdürülemez bir stabil dönem yaşamıştı. o ara enflasyonun düşürülebildiği en düşük değerler yüzde 6-7 olsa da ve babacan bugün bununla övünse de, aslında bu bile oldukça yetersizdi. çünkü türk parasında bir "para reformu" yapılamamış, sıcak paranın türkiye'ye yığılmasıyla dövizde yaşanan bolluk kuru sakin tutmuş, akp inşaat ekonomisiyle kalkınacağını falan zannetmişti. ancak enflasyon hiçbir zaman olması gereken 1,5-2 puanlara düşürülemediği için gerçekte bir düzelme falan yoktu, her şey geçiciydi. 2013 itibarıyla terse dönen para akımlarıyla birlikte türkiye her şekilde açıkta yakalandı, işsizlik yavaş yavaş arttı, yatırımlar düştü, kur yükselmeye başladı, türk lirası devalüe oldu, enflasyon çizgiden çıktı. türkiye hikayesini kaybetti. bu gidiş 2013'lerden itibaren daha yavaş gerçekleşse de, türk tipi başkanlık sistemiyle artık dozunu arttırarak ilerlemekte; ve bu sistem değiştirilene kadar da, benzer krizler yaşanmaya devam edecek.

    3* peki iş salt bir ekonomik kriz iken, ne oldu da sistemik bir krize dönüştü? cevab verelim. hatırlar mısınız bilmem ama cumhurbaşkanının genel oyla seçileceği ilk kez 2007 referandumuyla anayasa madde metnine eklenmişti*. sonrasında ise rte, cumhurbaşkanının ilk kez genel oyla seçildiği 10 ağustos 2014 seçimlerini kazanmış ve doğrudan halk tarafından seçilen ilk cumhurbaşkanı olmuştu. işin içinde doğrudan halk tarafından seçilme girince, o günlerde cumhurbaşkanlığı makamının siyasileşeceği de, ergun özbudun ve serap yazıcı gibiler haricinde kolayca tahmin edilebilmişti. böylece devletin (yürütmenin) işleyişi farklı bir boyuta evrilmişti. bir yanda başında başbakan olan bakanlar kurulu siyaseti yönetirken, yeni cumhurbaşkanı rte de "beni halk seçti" diyerek siyasete karışmaya başlamış, özellikle davutoğlu'nun başbakan olduğu dönemde "yönetimde iki başlılık" tartışmaları çıkmıştı. nitekim 2014 seçimlerinin ertesi senesinde rte "türkiye'nin yönetim sistemi bu anlamda değişmiştir. şimdi yapılması gereken, bu fiili durumun anayasal olarak kesinleştirilmesidir" diyecekti.

    4* ergun özbudun ile serap yazıcı, çok ilginç kişilikler; değinmeden geçemem. serap yazıcı'nın uzmanlık alanlarından biri başkanlık sistemi olduğu için, sırf daha fazla danışmanlık verebilmek adına istanbul bilgi üniversitesi'ndeki görevini bırakıp şehir üniversitesi'ne geçmişti. dedikodular, doğrudan "yukarıya" başkanlık üzerine bilgi birikimini aktaracağına yönelikti. aynı yıllarda, ne tesadüf ki, özbudun da şehir üniversitesi'nde ders vermeye başlamıştı. şehir üniversitesi o günlerde iktidarın göz bebeği bir üniversitesiydi. davutoğlu'nun akp'den istifa ederek gelecek partisi'ni kurmasından sonra topa tutulan şehir üniversitesi, 30 haziran 2020 tarihinde ise tek bir cumhurbaşkanı kararı ile kapatılacaktı...

    5* ergun özbudun ise bugünkü sistemin betonarme temelinde katkısı olmuş bir başka hukukçu. onun önerileri ve çalışma arkadaşlarıyla yaptığı taslaklar sonrası 2007 ve devamındaki başkanlık senaryolarının tohumları hukuken anayasaya dahil edilmiştir. 2014 yılında t24'teki röportajında rte'nin gizli ajandasında hep başkanlık olduğuna özbudun'un nasıl baktığı sorulduğunda, yanıtı: "böyle bir intiba bizde uyanmadı" olmuştur. tabi o zamanlar buna "başkanlık" denmiyordu; ancak cumhurbaşkanı'nın "genel oyla seçilmesi" metnini anayasaya işlemek, zaten başkanlık sisteminin tohumlarını atmak demekti. bugün her ikisi de mevcut sisteme karşı. hatta serap yazıcı gelecek partisi üyesi.

    6* genel perspektife dönecek olursak; 2018 öncesinde başında başbakan olan bakanlar kurulu meclisin içinden çıkıp güvenoyu alırken, günümüzde bakanlar kurulu'nun tüm yetki ve fonksiyonları cumhurbaşkanlığı altında toplanmıştır. o yüzden eskiden "bakanlar kurulu kararı" varken, bugün "cumhurbaşkanı kararı" var. nitekim bakanlar kurulu vb. hususların tamamı anayasa metninden çıkarıldı. o nedenle tüm bakanlar cumhurbaşkanı tarafından atanan birer bürokrat olduklarıyla kaldı. böylece vatandaşın seçtiği meclis üyeleri içerisinden çıkan seçilmiş bir bakanlar kurulu artık kalmadı. son başbakanın binali yıldırım olduğunu, kendi koltuğunun lağvedilmesi için nasıl canla başla kampanya yaptığını, atanmış bakan süleyman soylu'nun meclise gelerek seçilmişlere karşı nasıl bağırıp çağırdığını da unutmayalım. bugün bakanlar atanmış birer bürokrattır.

    7* burada sorulması gereken soru şu: bu başkanlık sistemine geçiş nasıl türkiye'yi her alanda krize giren bir hale getirdi? cevabı çok zor değil. önceki sistemde tek imza değil, çoğu zaman önemli kararlar için birden fazla imza gerekiyordu. örneğin üst düzey bürokratların atanması "üçlü kararname" denilen hadiseyle gerçekleşebiliyordu. bu üç kişi de ilgili bakan, başbakan ve cumhurbaşkanıydı. bakan konunun uzmanı, başbakan siyasetin başı, cumhurbaşkanı da son onay merciiydi. benzer şekilde bir bakanlar kurulu kararının çıkabilmesi için -bugünkü cb kararlarının aksine- tüm bakanların o metne imza atması gerekiyordu. vicdanlı bir bakan, gerçekten olmaması gereken bir şey için karara imza atmayabilir ve o işlemi durdurabilirdi. benzer şekilde bir kanunun yeniden görüşülmesi de cumhurbaşkanı yetkileri arasındaydı. aynı zamanda mecliste gensoru verilebiliyor ve kuvvetli bir şekilde yürütme denetlenebiliyordu. bunların hepsinin özünde tek seslilikten ziyade çok seslilik vardı.

    8* görüleceği üzere ortada tek kişilik bir sistemden ziyade, aynı partiden siyasetçiler de olsa bir uzlaşı zemininin aranması yatıyordu. devletin en önemli kararları tek bir imzaya değil, işin ilgili yöneticilerinden filtrelenerek neticeleniyordu. akp buna karşı "çok daha hızlı karar alacağız" argümanıyla gelerek türk tipi başkanlık sistemini savunmuştu. "verin yetkiyi, faizle şunla bunla nasıl uğraşılır görün" diyecekti. nitekim başkanlık sistemiyle işler çok daha kötü boyuta varacaktı. şu anda türkiye dünyanın en yüksek faiz veren ülkeleri arasındadır, kontrollü enflasyona rağmen.

    9* işin bir de tarihsel boyutu var. doğa, dünya, hayvan alemi, insanlar nasıl evriliyorsa, kavramlar da evrilerek olgunlaşıyor. bundan 500 sene öncesinin devlet anlayışı ile bugünkü bir değil. ve süreç içerisindeki hareket, 1215'ten beri iktidarın denetlenmesi ve kısıtlanması üzerine olmuş. aslına bakılırsa türk tipi başkanlık sistemi'ne geçişle türkiye'de devlet kavramının evrimi terse yürümüş dersek yanlış bir çıkarım yapmayız. bu tarihte de olmuş. jared diamond'un tüfek mikrop ve çelik isimli kitabında, kimi avcı-toplayıcı kabilelerin yerleşik hayata geçtikten sonra tekrar avcı-toplayıcı hayata geçerek evrimin kısa da olsa terse yürüyebileceği belirtiliyor. işi konumuza yoğuracak olursak devletlerin şekli şemali, diğer bir deyişle anayasal yapılanmaları tarihsel süreçlerle filtrelenerek süregeliyor. türkiye'nin osmanlı'dan gelen devlet gelenekleri de benzerdir. rte öncesi cumhurbaşkanlığı, padişahın yetkilerinin olağanüstü kısıtlanmış halidir. bu nedenle türkiye'nin anayasallaşma hareketi olarak 1808 sened-i ittifak gösterilir. bu tarihten itibaren sınırsız yetkiler ilk kez sınırlanmaya başlar. böylece yürütmenin denetlenebilirliği söz konusu olur. şu aşamada ise yetkilerin tek elde toplanması ve yetkilerin nispeten sınırının bilinmiyor oluşu, aslında devlet işleyişi ve anayasal tarih bakımından bir nevi "tersine evrim"dir. bunun neticesi de elbette krizler, yoksulluk ve ekonominin küçülmesinden başka bir şey olamaz. olması da mümkün değildir.

    10* burada başkanlık sistemini yerme gibi bir niyetim yok. ama türk tipi başkanlık sistemi, bir başkanlık sistemi değil. mevcut sistem ne idüğü belirsiz bir anayasal durum, hatta monarşinin güncel hukuka uyarlanması gibi bir şey. "ucube" denmesi bu yüzden. sırf 2017 referandumu geçsin diye kgf kredilerine gaz verilerek inanılmaz bir kredilendirme ivmesiyle yalancı bir ekonomik büyüme yaratılması ve kıl payı referandumun akp lehine çıkmasını da ayrıca düşünmeliyiz. brunson krizi sonrası trump tivitinin tetiklediği ağustos 2018 kur şoku ve bugünlere kadar gelen yüksek enflasyon-devalüasyon sarmalının temelinde de bu olay yatıyor.

    11* başkanlık sisteminin iyi çalıştığı ülkeler de elbette var. mesela bunlardan birisi abd. nitekim abd'de başkanlık sistemi denince akla hemen gelen diğer husus da "denge fren mekanizması" olarak türkçe'ye çevrilmiş "checks and balances" mekanizması. bu husus senatonun ya da meclisin, başkanı (yürütmeyi) kuvvetli bir şekilde denetlemesi olayıdır. türkiye'de böyle bir şey olmadığı gibi, aksine meclis son derece işlevsizleşmiş halde. hakimleri atayan kurul olan hsk'nın başında da adalet bakanı olunca, türkiye güçler ayrılığından ziyade, tıpkı bir parti devleti görüntüsüyle de facto güçler birliğini haiz bir yapıya dönüşüyor.

    12* tüm bunların akabinde, yukarıda ilk maddede saydığım envai türdeki krizin temel sebebinin, tüm işlerin tek bir yere bağlı olması sebebiyle karar alma mekanizmalarının tıkanması olduğunu söylemek yanlış olmaz. kurumların başına da işten anlamayan fakat "kendi adamı" olan kişiler koyulduğunda zaten bu da işin kaldıracı oluyor. şu an tüm atama ve görevden alma yetkileri, tek başına cumhurbaşkanında. dolayısıyla yarın bir gün kimin "kellesinin alınacağı" belli değil. bakanların bile yetkisi yok denecek kadar sınırlı ve cumhurbaşkanlığına bağımlıyken, onun altındaki bürokrat ve memurların kendi başlarına bir karar alarak olaylara müdahale etmeleri mümkün değil. o nedenle de türk bürokrasisi tıkanmış halde. oysa türk anayasal omurgası, tam olarak parlamenter demokrasi üzerine kurulmuş durumda. nitekim bu yüzden de türk tipi başkanlık sistemi mevcut anayasal tabanla bir türlü örtüşemiyor. örtüşemediği için de karar alınamıyor ve her alanda krizler çıkmaya devam ediyor. zira cumhurbaşkanlığına danışmadan karar alanın "kellesi gidiyor".

    13* 29 mart 2020'de yazdığım 2020 ekonomik krizi/#104352680 entarimi bitirdiğim paragrafın bir bölümünü tekrar buraya alıntılayarak bu entry'yi bitiriyorum:

    --- spoiler ---

    warren buffett'ın bir sözü vardır: sular çekildiğinde kimin çıplak yüzdüğü belli olur. türkiye, malesef çırılçıplak durumda. üzücü ki, bu kriz süreci türkiye'yi derinden etkileyecek. önce sağlık krizi, ardından ekonomik kriz, ardından siyasi kriz şeklinde ilerlemesi muhtemel bekir ağırdır'a göre. türkiye tarihteki en kuvvetli krize, bir de kendi içerisindeki envai çeşit krizle yakalandı. benim düşünceme göre cumhuriyet tarihinin en kuvvetli krizini yaşayacağız.

    --- spoiler ---

    *

    parlamenter sisteme dönene kadar bu "krizlerle mücadele" ortamı devam edecek.

    tekrar tekrar ve bıkmadan söyleyeceğim: "bir sorunu yaratan, o sorunu çözemez"

    *

    (bkz: 2023'ten önce erken seçim olma ihtimali/@dragonlady)

    (bkz: dolar bizim paramız ama sizin probleminiz/@dragonlady)

    (bkz: yargının siyasallaşması/@dragonlady)

    (bkz: tarih tekerrür/@dragonlady)

    (bkz: kontrollü enflasyon/@dragonlady)

    (bkz: kemal derviş'in ekonomik kriz öngörüsü/@dragonlady)
23 entry daha
hesabın var mı? giriş yap