• "ey iman edenler! samimi bir tevbe ile allah'a dönün. umulur ki rabbiniz sizin kötülüklerinizi örter. peygamberi ve onunla birlikte iman edenleri utandırmayacağı günde allah sizi, altlarından ırmaklar akan cennetlere sokar. onların önlerinden ve sağlarından (amellerinin) nurları aydınlatıp gider de, "ey rabbimiz! nurumuzu bizim için tamamla, bizi bağışla; çünkü sen her şeye kadirsin" derler."** âyeti kerîmesinde tûbû ilallâhi tevbeten-nasûhâ emri ile geçen, allâh'a dönüş eylemidir.

    http://quran.al-islam.com/…&ntype=1&nsora=66&naya=8

    tevbe i nasuh ile allâh'a dönüş yapmış kişi, günahlarından utanır, günahı ile ilgili bilgilerini saklar, o günâhı hiç işlememiş gibi yapar. meselâ harama bakmaya tevbe i nasuh ile tevbe etmiş birisi herhangi bir mankenin fiziksel özellikleri ile ilgili mevzu açıldığında hemen atlayıp "evet yaa süper, bir numara !" dememeli, "o da kim ?, aaa çok ayıp" gibi geçiştirici cümleler kurmalıdır. bir insanın tevbe ettikten sonra "ya ben zamanında ne çamlar devirdim beeaaa !", "bakma sen şimdi beş vakit namazımda olduğuma ulan ben eski kumarbazım" demesi tevbe i nasuh'a son derece aykırıdır. tevbede, bilhassa tevbe i nasuh'ta günahlarla övünmek değil, günahlardan utanmak ve pişmanlık esastır.
  • en guzel ornegi hz. ali tarafindan yapilmi$tir. bir sabah namazina kalkamayinca, gunlerce, haftalarca aglayip tevbe etmi$tir. en sonunda hz. ali'nin sabah namazina kalkmasinin kendisi icin daha acisiz olacagini anlayan $eytan, ondan sonraki butun sabah namazlarina kendisini tam vaktinde uyandirmi$tir.
  • tevbe i nasuh ile ilgili olarak bu başlıkta açılışı yapan kalenderind entrysi kaybolduğundan beri bu boşluğu doldurmak için niyetlenir dururum...

    tevbe-i nasuh'a, nasuh tevbesi de denir. nasuh nasihat kökenli bir kelimedir. tevbe-i nasuh'un özelliği, sahibine nasihat ederek onu haramdan uzak tutmasıdır.
  • bundan önce nasuh adlı bir adam vardı. tellaklık eder, bu suretle kadınları avlardı. yüzü, kadın yüzüne benzerdi. tüyü tüsü yoktu. erkekliğini daima gizlerdi. kadınların hamamında tellaklık ederdi. kötülükte, hilede pek çevikti.

    yıllarca tellaklık etti, kimse onun halinden, sırrından bir koku bile almadı. çünkü sesi de kadın sesine benziyordu, yüzü de kadın yüzüne. fakat şehvette pek yüceydi, pek uyanıktı. çarşaf giyer, başını örter, peçe takardı. fakat şehvetli ve azgın bir gençti. bu suretle padişahların kızlarını bile güzelce keseler, ovar, yıkardı. tövbe etmekte, ayak diremeye çalışmaktaydı. fakat kafir nefis, tövbesini bozdurup dururdu.

    0 kötü işli herif bir arifin yanına gidip “beni duada an “ diye yalvardı. o hür er onun sırrını anladı ama tanrı hilmi gibi o da açığa vurmadı. dudağı kilitliydi ama gönlünde sırlar vardı. dudağını yummuştu ama gönlü sırlarla doluydu. tanrı şarabını içen arifler, sırları bilirler ama örterler.

    işin sırlarını kime öğretirlerse ağzını mühürlerler, dikerlerdi. arif, tuhaf tuhaf güldü de dedi ki: a içi kötü adam, bildiğin, gönlünde tuttuğun şeyden tanrı seni kurtarsın.

    o dua, yedi göğü de geçti, kabul edildi. o yoksulun işi, nihayet iyileşti, düzene girdi. çünkü şeyhin o duası, her duaya benzemez. şeyh, tanrıda yok olmuştur, onun sözü hak sözüdür. tanrı, kendisinden bir şey isterse kendi isteğini nasıl ret eder. ululuk ıssı tanrı, onu bu lanetleme işten, bu vebalden kurtarmak için bir sebep halk etti.

    nasuh hamamda tası doldururken padişahın kızının bir incisi kayboldu ve bütün kadınlar, o inciyi araştırmaya koyuldular. önce herkesin eşyasını araştırmak üzere hamamın kapısını iyice kapattılar. herkesin eşyası arandı, inci bulunmadığı gibi inciyi çalan da rezil olmadı. bunun üzerine bu üstün körü işi bırakıp herkesin ağzını, kulağını vücudundaki bütün delilleri adamakıllı aramaya koyuldular.

    o sedefi güzel inciyi altta, üstte her yanda araştırmaya başladılar. hepiniz soyunun, ihtiyar genç herkes anadan doğma soyunsun diye bağırıldı. sultanın hizmetçileri, o değerli inciyi bulmak için bir bir herkesi aramaya başladılar. nasuh korkusundan tehna bir yere çekildi. yüzü,korkusundan sapsarı olmuştu, dudakları gövermişti. ölümünü gözünün önünde görüyor, gazel yaprağı gibi tirtir titriyordu.

    dedi ki: yarabbi, nice defalar tövbeler ettim; ahdlar ettim, sonra onları bozdum. ben, bana layık olanları yaptım. sonunda da işte bu kara sel, gelip çattı. arama nöbeti bana gelirse eyvah bana! kim bilir neler çekecek, ne güçlüklere düşeceğim?

    ciğerime yüzlerce kor düştü. münacatımdaki ciğer kokusuna bak. böyle bir keder, böyle bir gam, kafirde bile olmasın. rahmet eteğine sarıldım medet,medet! keşke anam beni doğurmasaydı, yahut da beni bir aslan paralasaydı. tanrım sana düşeni yap. beni, her delikten bir yılan sokmada. ne de taş gibi bir canım, ne de demir gibi bir yüreğim varmış. yoksa bu dertle çoktan erir, kan kesilirdim.

    vaktim daraldı, bir an içinde feryadıma yetiş, padişahlık et. beni bu sefer de korur suçumu örtersen ne olur? her türlü yapılmayacak işlerden tövbe ettim. bu sefer de tövbemi kabul et de tövbende durmak için yüzlerce kemer bağlanayım. bu sefer de kusur da bulunursam artık duamı ve sözümü dinleme.

    hem böyle söylenip titremede, hem katra katra gözyaşları dökmede, hem de cellatların, hain kişilerin ellerine düştüm diye feryat etmekteydi. hiçbir frenk bu hale düşmesin. hiçbir mülhit bu feryada uğramasın diyor. kendine ağlayıp duruyor. azrail’i gözünün önünde görüyordu. yarabbi, yarabbi diye o kadar söylendi ki kapı ve duvar da onunla beraber yarabbi demeye başladı.

    o yarabbi derken birden, inciyi arayanların sesi duyuldu. herkesi aradık, ey nasuh, sen gel. bu sesi duyar duymaz, nasuh kendisinden geçti, adeta bedeninden ruhu uçtu. harap duvar gibi çöküverdi. aklı fikri gitti, cansız bir hal aldı. bedeninden amansız bir halde aklı gidince sırrı, derhal tanrıya ulaştı. bomboş bir hale geldi, varlığı kalmadı. tanrı, bir doğan kuşuna benzeyen canını huzuruna çağırdı. muratsız gemisi kırılınca rahmet denizinin kıyısına düştü. akılsız fikirsiz bir hale gelince canı, hakk’a ulaştı. işte o zaman rahmet denizi coştu.

    canı, beden ayıbından kurtulunca sevine, sevine aslına gitti. can, doğan kuşuna benzer, ten ona tuzaktır. o, beden tuzağına ayağı bağlı, kanadı kırık bir halde düşüp kalmıştır.

    fakat aklı, fikri gidince ayağı açıldı. artık o doğan kuşu, keykubad’a uçar gider. rahmet denizleri, coşunca taşlar bile abıhayatı içer. zayıf zerre değerlenir, büyür. topraktan meydana gelen şu döşeme, atlas haline gelir, değerli bir kumaş olur.

    yüz yıllık ölü mezarından çıkar. melun şeytan güzelleşir, huriler bile ona haset ederler. bütün bu yeryüzü yeşerir, kuru sopa meyve verir, tazeleşir. kurt kuzuyla eş olur. ümitsizlerin damarları hoş bir hale gelir, izleri kutlu olur.

    canı helak eden o korkudan sonra “kaybolan inci, işte şuracıkta” diye müjdeler geldi. ansızın ses geldi: korku gitti, o değeri bulunmaz eşsiz inci bulundu. inci bulundu, biz de neşelere daldık. müjde verin, inci bulundu.

    hamam, halkın bağrışmasıyla, hüzün gitti feryadı ile, el çırpmasıyla doldu. kendinden geçen nasuh, tekrar kendine geldi. gözü, yüzlerce aydın gün gördü. herkes ondan helallık istemekte, herkes elini öpüp durmaktaydı.

    senden şüphe ettik, hakkını helal et. dedikoduda bulunduk, adeta etini yedik diyorlardı. çünkü o, yakınlıkta herkesten ön olduğu için herkes daha ziyade ondan şüphe etmişti.

    nasuh, has tellaktı, mahremdi. hatta sultanla ruhları birdi bedenleri ayrı. sultana ondan yakın bir kadın yok. inciyi aşırdıysa o aşırmıştır.

    önce onu aramalı demişlerdi ama yine de hürmet ettiklerinden sona bırakmışlar; aldıysa biraz mühlet vermiş olalım da bir yere atsın bari, fikrine düşmüşlerdi. onun için ondan helallık diliyorlardı, mazeret getirip duruyorlardı.

    nasuh, “bu bana tanrının lütfu, ihsanı. yoksa dediğinizden beterim ben. benden helallık dilemeye hacet yok. çünkü ben, zamane halkının en suçlusuyum. bana söylediğiniz kötülükler, bendeki kötülüğün yüzde biridir. bunda şüphe eden olabilir, fakat bence apaçık bu. kim benden birazcık kötülük biliyorsa muhakkak o bildiği şey, binlerce kötü suçumdan, binlerce pis işimden biridir. suçlarımı ve kötü hareketlerimi bir ben bilirim, bir de onları örten tanrım. önce iblis bana hocalık etti ama sonradan o bile gözümde bir yelden ibaret oldu. yaptıklarımın hepsini tanrı gördü de göstermedi, bu suretle de kötülükle yüzümü sarartmadı. sonra da yine tanrı rahmeti, kürkümü dikti, canıma can gibi tatlı tövbeyi nasip etti.

    ne yaptıysam yapmadım saydı, bulunmadığım ibadetleri yapmışım farz etti. beni selvi ve süsen gibi azat etti, bahtım, devletim gibi gönlüm de açıldı.

    adımı temizler defterine yazdı. cehennemliktim, bana cenneti bağışladı. ah ettim, ahım bir ipe döndü, düştüğüm kuyuya sarktı. o ipe sarıldım, dışarı çıktım. neşelendim, ferahladım, semirdim benzim kırmızılaştı. kuyunun dibinde zebun bir haldeydim, şimdi bütün aleme sığmıyorum. şükürler olsu sana yarabbi. beni ansızın gamdan kurtardın. tenimin her kılında bir dil olsa da hepsiyle sana şükretmeye kalkışsam şükründen acizim.

    şu bahçede, şu ırmaklarım kıyısında halka “keşke kavmim bilseydi, tanrı beni ne yüzden mağfiret etti” diye nara atmaktayım dedi. ondan sonra birisi gelip nasuh’a iltifat ederek dedi ki: padişahımızın kızı seni çağırıyor. ey temiz kişi, padişahın kızı seni istemede, gel de başını yıka. gönlü, senden başka bir tellak istemiyor. onu ovmak kille yıkamak senin işin.

    nasuh yürü yürü dedi, elim işten kurtuldu benim. senin nasuh’un hastalandı şimdi. yürü, koş acele bir başkasını bul. tanrı hakkı için benim elim, işe varmıyor artık.

    kendi kendisine de suç, hadden aştı. gönlümden o korku, o elem nasıl gider? ben bir kere öldüm de tekrar dünyaya geldim. ben, ölüm ve yokluk acısını tattım.

    tanrıya sağlam tövbe ettim. canım, bedenimden ayrılmadıkça bu tövbeyi bozmam. o mihneti gördükten sonra ancak eşek olanın ayağı, tehlikenin bulunduğu tarafa gider diyordu.
    (mesnevi'den)
  • nasuh kelimesinin kökeni halis, saf olmağa uzanıyor. mesh kelimesinin fiili kökeni ise eski ibraniceye kadar gidiyor. mesh, yağlamak, kutsamak anlamında bir musevi geleneği. bu yüzden museviler tarihleri boyunca kutsanmış birini (mesih) bekliyorlar. yakub peygamberle meleğin güreşinde mesela, hz. yakub'un meleğe "beni mesh etmeden seni bırakmam!" dediğini biliyoruz. nitekim, bu vakıadan sonra hz. yakup israil adını alıyor ve tüm kutsal zatlar bir şekilde mesh ediliyorlar. vaftizci yahya'nın hz. isa'yı vaftiz etmesi de mesh geleneğinin isevilikteki görünümüdür. keza mecdelli meryem'in hz. isa'nın ayaklarını mesh ettiği de malum.

    musevilik ve isevilikte kutsama başkasının eliyle oluyor. kemâlinde, yani muhammedilikte ise insan artık başkasından (ikilikten) uzaklaşmaya ve kendi kendisini mesh etmeye başlıyor. o yüzden günde ortalama beş defa başımızı suyla mesh ediyoruz. yağın suya dönüşümü de manidardır muhakkak. onun da tarım, zeytin, kudüs, hz. isa, ürdün ırmağı ve arap yarımadası, çöl, hz. hacer, su gibi toplumsal ve bireysel birçok sembol okuması yapılabilir.

    hamiş: böylece nasuh tövbeyi de, arınmak (tasfiye), aklanmak (tezkiye) ve nihayetinde kutsanmak olarak düşünebiliriz.
  • nasuh= nasihatçi, öğütçü, hâlis, temiz.

    müslümanlar arasında genel bilgidir: bir kimse nasuh tövbesi ederse, günahları sevaba çevrilir. siz tövbe edenin günahları silinir diye biliyordunuz değil mi? işte nasuh tövbede öyle olmuyor. günahlar tümüyle sevaba çevriliyor.

    eski din bilginleri, içinde yaşadıkları dönem gereği, dini tıpkı hukuk kuralları gibi ele almışlar ve işlemişlerdir. ancak dini, hukuk mevzuatı gibi ele almak, kimi muhataplarını düz mantık yoluyla sayısız bozuk ve bâtıl kıyaslara yapmaya götürmekte ve saptırmaktadır. belirtilen yöntemin başlıca sakıncası budur kanaatimce.

    ben dini hukuk gibi değil, fizik ilmi gibi ele almak görüşünü savunmaktayım. niçin mi? çünkü din dediğimiz gerçeklik, zaten sünnetullah bilgisidir. yani evrende işleyen düzenin kurallarıdır. yerçekimi kanunu bile sünnetullaha dahildir. gerisini siz tahayyül edin...

    mesela eski ekolden giderek, "insanın sağ omzundaki melek sevapları, sol omzundaki melek ise günahları yazar" diyebilirsiniz...veya günahlar ruha yüklenmiş negatif kayıtlardır; sevaplarsa ruha yüklenmiş pozitif kayıtlardır da diyebilirsiniz. ruhun bölgesi zaten tümüyle melekût alemidir. yani orada her şey melek yapısındadır ve "sol" her zaman aşağı ve negatif yönü; "sağ" ise yukarı ve pozitif yönü simgeler mana dilinde.

    evrendeki düzen gereği, kişinin yaptığı tüm işlerin bir melekût karşılığı vardır. mesela yalan söylerseniz ruhunuz kararır; ruhunuza günah/zulmet/karanlık yüklemiş olursunuz. bir başka deyimle, azap meleklerini kendi ellerinizle üretmiş olursunuz. namaz kılarsanız ruha sevap veya nur yüklemesi yapılır. bunlar da melektir elbette.

    nasuh tövbe karmaşık bir şey değildir. hep verdiğim örneği yine vereyim: ben eskiden pc oyunlarını çok oynardım ve bundan büyük zevk alırdım. şimdi oyun açsam bile hiç keyif alamayıp geri kapatıyorum. demek ki, ben pc oyunlarına tövbe etmişim veya bilincim daha yüksek meselelerle uğraşacak ve onlardan zevk alacak noktalara ulaşmış durumda.(dikkat! hiç oyun oynamayalım diye almayın bunu. yeri gelir oyun da oynanır)

    sonuç: bir yanlışın yanlış olduğunu idrak ettiğimizde, artık o yanlış, yanlış değildir. niçin? çünkü o yanlış bizim şuurumuzun yükselişi için basamak olmuştur. insanın günah işleyen bir varlık olarak yaratılmasının temel sebebi budur. günahlarımız olmasaydı, gelişemezdik. şuurumuz yükselemezdi ve hakka ulaşamazdık.

    ancak bu hikmet günahlara saplanmamak ve geçip gitmek kaydıyla geçerlidir. günaha saplanıp kalan için ortada hikmet falan kalmamış durumdadır. ayrıca günahlardan dönmek hiç de kolay bir iş değildir. şeytan yani şuurumuzun antitez ve karanlık yönü, o noktada karşımıza dikilir ve "sen öldün, bittin, sen artık iflah olmazsın" türünden düşüncelerin binbir türlüsünü ilka eder. şeytanın bu vesvese taarruzundan paçasını kurtaracak babayiğit azdır. zaten günahın kendinden çok, şeytana kapı açması tehlikelidir. o yüzden günahlardan gücümüz yettiğince kaçınalım ve her gün istiğfar edelim(100-500 arası estağfirullah çekelim) ki, günahlarımız silinsin. şuur sıçraması yapıp nasuh tövbesi edebilirsek eğer bir gün, o zaman da geçmişteki tüm günahlarımız tamamıyla sevaba çevrilecektir.
  • nietzsche üstinsan olmakla ilgili bize ne söyler:
    insan asla ilk insan değildir: birikmiş bir geçmişin yüksekliğinden başlar var olmaya. işte insanın tek hazinesi, ayrıcalığı ve belirtici özelliği budur. ve geçmişin isabetli, korunmaya değer sayılan kısmı o hazinenin en değerli yanı değildir; asıl önemli olan yanılgıların anısıdır, çünkü aynı hatalara düşmemizi engeller. insanın gerçek hazinesi yanılgıların hazinesidir, binlerce yıl süresince damla damla damıtılmış hayat deneyimidir. o nedenle nietzsche üst insanı ''belleği en uzun olan'' varlık diye tanımlar.

    yani insanı insan yapan, zeka gelişimiyle birlikte yanılgılarından ders ala ala, kendisini var etmesidir.

    şimdi bokunda boncuk bulmuş gibi nietzsche ve öncesinde onlarca filozofun insan doğası için söylediklerini, araya birkaç arabi/farsi terim katarak, gaybın - dogmanın yüceltmesine bir türlü anlam veremiyorum.

    geri kalmış güzel ülkemde bu zırvalara şakşakçı bulmanız belki sizi motive ediyor olabilir ama üniversitelerde tevbe-i nasuh değil nietzsche anlatılıyor.
  • bir laf sokma çabasına ne günahlar işleniyor ya rab!
    putperest dediğiniz zerdüşt'ü de sahiplendiniz ya helal olsun :)
    aman tayyip ağabeyiniz duymasın.
    gerçi keşke müslüman değil de zerdüştçü olsaydınız da, bu ülke biraz daha yaşanır olsaydı.
    ayrıca konuyu saptırmanın anlamı yok, tanrıyı öldüren nietzsche için zerdüş anlatımındaki kurguda bir figür, daha çok metafordur.
    zerdüşt'e gönderme yaparak modern dünya için üstinsan'i tanımlamıştır.
    yani tosuncuk, evet dinlerde de yağmurdan bahsediliyor ama onu melekler indirdi diye anlatılıyor. bilim adamlarının dine göre daha yakın bir tarihte, bu yağmurun meleklerin değil doğanın bir kanunu olduğunu söylemesi onları dünkü çocuk yapmaz...
  • gerçek dünyadan uzak, gayb'da gezerken tek sığınağı sözcüklerin arkası olan sizler için, evet laf yetiştirme de sizin kadar yetenekli olamam tosuncuk, o konuda haklısın.
    sözcükler benim için sadece iletişim aracı ama sizin için hayatta kalma mücadelesi. (bak burada bir laf sokma yok, durum tespiti var, sakin!)
    merak etme zerdüşt iyi bilirim o yüzden "keşke zerdüştçü olsaydınız" diye yazdım.

    evet iyi laf sokabilirsin ama önce beni sinirlendirebiliyor olmanız lazım, burada uzun uzun anlattım : #97969803
  • açıkçası cambazlık demek haksızlık olur, samimiyetinizi inkar etmemek lazım.
    lakin kelimetullah'ın sünnetullah'a evrilmesinde sizlerin tanrıdan rol çalıp, birer peygamber, evliya hatta bu başlıktaki bazıları gibi tanrı ve tanrıçaya dönüştüğünüzün farkında değilsiniz. (genel olarak )
    keramet 1400 yıl önce yazılmış yarım yamalak sözlerde değil, onlara niyetinden fazla anlamlar yükleyen sizlerde dostum.

    yemeği ve içmeyi hafide alma.
    yemek ama paylaşarak yemek, içmek ama dost meclisinde ahbaplar ile muhabbet edip, türkü söyleyerek içmek, ölmek ama arından çocukların için adil, yaşanır bir dünya bırakarak ölmek
    ve evet sevişmek ama onsuz geçen bir saniyenin, bir seneye dönüştüğü biri ile sevişmek...
    tüm bunlara keşfetmeyi ama bu dünya'yı, evreni, uzak diyarları görmeyi de eklersen, yıldız tozundan tesadüfen bir organizma dönüşmüş bizler için gayet anlamalı ve erdemli bir hayat çıkıyor ortaya. yani durumumuz o kadar da kötü değil...
hesabın var mı? giriş yap