• halit refiğ ustanın adı üstünde türk sineması üzerine yazdığı kitabı.
    refiğ bu kitapta türk kültürünün kaynaklarını, iki yüz yıllık batılılaşma maceramızıve türk sinemasının meselelerini ele almaktadır.
    hareket yayınları-1971.
  • muhteşem tespitlerle! dolu bir kitaptır, her bir sayfasında birbiri ile çelişen binbir tez! barındırır, kitabı oluşturan yazılar 65-71 arasında kalem alınmıştır ki bu yazıların hepsi türkiye'de sosyal sınıfların oluşmadığı tezi üzerine bina edilmiş, bunu "halk sineması", "ulusal sinema" gibi kendinden menkul kuramlar takip etmiştir,
    sinemaya sol-kemalist bir eleştirmen olarak başlayıp fethullah gülen'e yağ ve film çekmiş bir yönetmen olarak dünya sahnesinden ayrılan halit refiğ'den ibretlik bir vesikadır.
  • 65-71 yılları arası yazılmasına rağmen günümüzde de paralellik gösterir anlatılanlar.
  • halit refiğ'in 1965-1971 yılları arasında yazdığı yazılardan oluşan, o dönem türk sinemasına dair önemli tartışmaları içeren kitap.

    yaklaşık kırk yılın ardından 2009'da halit refiğ'in ölümünden sonra tekrar yayımlanan kitaptaki yazılar, olaylar henüz sıcak yaşanırken yazıldığı için belli bir tarihsel değere sahip. yazılarda yerli sinemanın gelişimini ve öne çıkan yapı taşlarının izini sürebilirken aynı zamanda arka planda kopan fırtınalara ve yapılan şiddetli kavgaya da şahitlik ediyoruz.

    dışarıdan ve uzaktan baktığımızdan bizim için tatlı ve hoş bir nostaljik anlama sahip olan yeşilçam sineması'nın dehlizlerinde ne büyük fırıldaklar dönmüş, ne kumpaslar, itibar suikastları, ideolojik savaşlar yaşanmış meğer.

    öncelikle türk sinemasının o dönemleri hakkında kabaca bilgi verelim ki neyin kavgasının verildiği netleşebilsin.

    türk sineması 1920'lerden 1950'ye kadar olan süreçte sinema dilinin ve tekniğinin henüz gelişmediği bir vasatta muhsin ertuğrul'un tiyatro mantığı ağır basan ve daha çok batılı eserlerin uyarlaması olan filmleriyle gelmiş. 1950'lerin başından itibaren sinema tiyatronun etkilerinden arındırılmaya çalışılmış.
    sinema dilinin oluşmasına ilk katkıları sunan lütfi akad ile atıf yılmaz, osman seden gibi yönetmenlerin çalışmaları ve karanlıkta el yordamıyla bir şeyler üretmeye çabalayan amatör sinemacıların katkılarıyla belli bir aşama kaydedilmiş ve yeşilçam sineması şekillenmiş.
    sermaye sinemasından çok emek sineması olarak şekillenen yeşilçam'da bir yerden sonra sanat iddiası taşımayan, ticari amaçlarla yılda 250 film çekilmeye başlanmış. herhangi bir stüdyonun, altyapının ve profesyonelliğin olmadığı şartlarda filmler gişeden gelecek para teminat gösterilerek alınan bonolarla çekiliyormuş. bu yönüyle bakıldığında yeşilçam’ın 1958-70 arası bu döneminin kelimenin gerçek anlamıyla halk sineması olduğu söylenebilir.

    devlete de özel sermayeye de dayanmayan filmlerin finansmanını halkın karşılıyor olması; halkın sevdiği hikayelerin sevdiği yıldızlar tarafından dönemin moda müzikleri kullanılarak çekilmesini beraberinde getirmiş ve ortalığı birbirine benzer filmler kaplamış. benzer hikayeler ve belli başlı yıldız oyuncuların kalıplaşmış karakterleri ile yüzlerce film üretilmiş. mesela yeşilçam yıldızlarından türkan şoray’ın şu sözleri dönemin yıldız anlayışını ortaya koyar: "aynı rolleri oynaya oynaya kamera önünde nasıl davranacağımı adeta ezberlemiştim. bu bir oyuncu için tehlike demekti ama seyircim beni hangi rollerde görmek istiyorsa buna uymalıydım. onları hayal kırıklığına uğratmaktan hep korktum."

    60'lı yıllarda yerli sinema altın çağını yaşamış ancak tam anlamıyla sektör olamamış. başıboş bir endüstri olarak bonolara ve tefecilere dayalı bir ekonomik yapı içinde sıkışılmış. star sistemine yaslanan ve tamamen seyircinin zevkine uygun yapıldığı için kendini sürekli tekrar eden filmler üretilmiş. fakat bilhassa 1960-65 arasında bugün iyi ki yapılmış dediğimiz, türk sinemasının yüz akı filmler de çekilmiş. metin erksan'dan susuz yaz, yılanların öcü, gecelerin ötesi, sevmek zamanı, kuyu, acı hayat, halit refiğ'den gurbet kuşları, haremde dört kadın, şehirdeki yabancı, duygu sağıroğlu'ndan bitmeyen yol, ertem göreç'ten kızgın delikanlı, karanlıkta uyananlar, lütfi akad'dan hudutların kanunu, vesikalı yarim, atıf yılmaz'dan yarın bizimdir ve ahh.. güzel istanbul gibi yapımları o dönemin başyapıtları olarak sayabiliriz.

    bu filmlerin hemen hemen tamamı gişede batarken sevmek zamanı gösterilecek sinema bile bulamaz. haremde dört kadın antalya film festivalinde yuhalanır ve gösterimi yarıda kesilir. bitmeyen yol ve hudutların kanunu sansürle mücadele eder, yapımcılarını bir daha film yapamaz hale sokar. kuyu filmi metin erksan'ın evine haciz getirir, ocağını yıkar. susuz yaz berlin'den altın ayı ile dönünce aydınlar tarafından resmen linçe tabi tutulur. bu tarihten sonra metin erksan da halit refiğ de iki yıl iş bulamaz, açlığa terk edilirler. özgün film yapma çabaları bir şekilde akamete uğratılan bu rejisörler bir yerden sonra ekmek parası için ticari film yapmaya mecbur kalırlar.

    şimdi aydınlar ve sinemacılar arasındaki mücadeleye dönecek olursak, kavganın iki ana aks üzerinden yürüdüğünü söyleyebiliriz:

    bir tarafta toplumsal gerçekçi sinema yapmaya çalışan ve yerli sinemanın özgün yapımlarını ortaya koyan metin erksan, halit refiğ, duygu sağıroğlu, çok etliye sütlüye karışmamaya çalışsalar da ömer lütfi akad, atıf yılmaz ve aynı klasmanda yer tutmasalar da isimleri bu ekiple anılan osman seden ve memduh ün yer alır. bunlara dışarıdan da kemal tahir'in büyük desteği söz konusudur.

    ulusal sinema adlı bir dergi ve büyük oranda metin erksan'ın çabalarıyla kurulan türk film arşivi bu cenahla anılır ve ulusal sinema teorisi bu mecralarda kurulur. ayrıca 1966'da erksan, refiğ, akad, sağıroğlu ve ertem göreç tarafından türkiye sinema işçileri sendikasının (sine-iş) kurulduğunu belirtelim. gerçi bu girişim de o dönemin yıldız oyuncularının yapımcıların su yoluna gitmeleri ve yönetmenleri yarı yolda ayazda bırakmaları nedeniyle sonuçsuz kalır.

    diğer tarafta ise 1965'te şakir eczacıbaşı tarafından kurulan türk sinematek derneği ve onun yayın organı olan yeni sinema dergisi etrafında bir araya gelen, halit refiğ'in batı çığırtkanı olmakla suçladığı sinema yazarı-eleştirmen-aydın çevresi vardır. onat kutlar, semih tuğrul, attila tokatlı, tuncan okan, sabahattin eyüboğlu, cevat çapan, macit gökberk, nijat özön ve muhsin ertuğrul gibi isimlerinden oluşmuştur.

    ulusal sinema kavramı ticari "halk sineması" ve batı sineması hayranlığına yönelik bir tepkiden doğmuş. geleneksel türk sanatlarına, türk tarihine, kültürüne ve türk halkının gerçeklerine yaslanan bir sinema dili geliştirmeyi arzulamışlar. ulusalcı sinemacılar, batıcı entelijansiyanın türkiye'yi avrupa'nın bir taşra eyaleti haline getirmek istediğini düşünmüşler.

    türk sinemasının öncü yönetmenlerinden akad üzerinden örnekleyeyim:
    "batı özentisi filmler yapıyor, kendimizi beğeniyorduk. batıcılık yarışında sinema yazarları suç ortağımızdı." cümlesinin sahibi lütfi akad, ilk filminin, meslek hayatının on yedinci yılında çektiği hudutların kanunu olduğunu söylemiş ve daha önce çektiği onlarca filmi bir anlamda reddi miras etmiş. sonraki yıllarda göç olgusunu merkeze alarak çektiği gelin-düğün-diyet üçlemesi ile sosyal gerçekçi türk sinemasının en değerleri eserlerine örnekler vermiş. lütfi akad çok politize olmak istemediği ve biraz kıyıda kalmayı yeğlediği için eleştirmen-aydın çevrelerin zehirli oklarına maruz kalmaktan, refiğ ve erksan gibi çok sert şekilde cezalandırılmaktan kurtulabilmiş.

    bir de sinematek çevresinde toplanan aydın çevrenin düşünce yapısına bakalım:

    yeni sinema dergisinin başyazısında geçen şu ifadeler, toplumsal gerçekçi akıma karşı daha bireyci, kişisel ve haliyle batıcı olan sinematekçilerin felsefesini ortaya koyar: "türk sineması bir sanat olarak da öbür ülkelerin sanatından soyutlanmış bir biçimde düşünülemez. yeni sinema türkiye ölçülerine değil evrensel sinema sanatı değerlerine önem vermektedir. bu yüzden sanat düzeyinde gelişen ulusal bir türk sineması bu evrensel çabaya katılıncaya kadar yeni sinema öncü dergilerin sürdürdüğü savaşı izleyecek, daha da ileri götürecektir."

    taraflar yazdıkları yazılarda birbirlerine karşı oldukça sert, saldırgan ve rakibi ısırıp koparan bir üslup kullanırlar. bu ısırgan dile birer örnek verelim:

    onat kutlar papirüs dergisiinin kasım 1968 sayısında erksan ve refiğ'i hedefe koyarak şunları yazmış:

    "sömürücü, uyutucu ve kapkaççı yeşilçam düzeninin kapı köpekliğini bu iki satılmış ve hasta soytarı yapmaya başlamıştır. şimdiye kadar kendilerine bataklık içinde küçük birer umut, düzeni kendi çaplarında da olsa zorlayan birer ilerici olarak bakılan bu iki abdurrahman çelebinin maskesi düşmüştür. altından çıkan gerçek yüz mussolini müsveddelerinin faşist çizgilerinden, gerçek bir sanatçı olamamaktan gelen kokuşmuş karmaşaların izlerinden ve en önemlisi 'para'nın kirli destelerinden örülüdür."

    işsiz kaldıkları için refiğ’in arabasını, evinin eşyalarını ve elbiselerini sattığı, erksan'ın ev kirasını ödeyemediği, eşyalarına haciz konduğu hatta evinden atıldığı için üçer beşer gün arkadaşlarının evinde kaldığı bir süreçte böyle bir yazı çok ağır olmuş gerçekten.

    bir örnek de sinemacıların üslubuna örnek verelim:

    halit refiğ'in 1971 yılında bu cenaha karşı yazdığı bir yazıdan her iki tarafın da üslubunun benzer kıyıcılıkta olduğunu görüyoruz:

    "bildirisinde 'yeryüzündeki bütün yeşilçamlara kesinlikle karşı' olduğunu belirten genç sinema dergisi haytalarının türk sinemacılarına havlamaları normal bir davranış iken bu haytalar az zamanda dönüp eczacıbaşı sinematek'ini ve onat kutlar, atilla dorsay, nijat özön gibi kendi yetiştiricilerini ısırmaya başladılar."

    bugünden geriye dönüp yapılan bu tartışmaları o dönemde ortaya konulan ürünler açısından değerlendirdiğimde, keşke bu kadar kıyıcı ve yıkıcı olmasalarmış diyorum. ideolojik tulumlarını giyip hunharca saldırarak, işsiz bırakarak, itibarsızlaştırarak birbirlerini yıpratmak yerine her biri bugün de değerini koruyan ve türk sinemasının yapı taşları olan filmlerden daha fazla üretilseymiş, belki bugün türk sineması dünyanın imrenilen sinemalarından biri haline gelebilirmiş.
    yazık etmişler.
  • (bkz: ulusal sinema)
hesabın var mı? giriş yap