• sonunda beklenildiği gibi deniz feneri derneği hadisesine müdahil oldu pek sayın cumhurbaşkanımız.

    727. ertuğrul gazi’yi anma ve söğüt şenlikleri’nde yaptığı konuşmada, "deniz feneri" davası nedeniyle iktidar ve muhalefet arasında yaşanan gerileme üstü kapalı dikkat çekti. gül, “osmanlı beyliğinin en büyük özellliği hep dışa karşı mücadele etmesi. bu önemli bir sinerji doğurmuş. kalpleri ve gönülleri fethederek işe başlamış. kendi içinde hiç silah kaldırmamıştır. bu gerçek bugünde geçerlidir. ne kadar enerjimizi kendi içimizde harcarsak o kadar yıpranırız. bu asırda birlik ve beraberlik asırdır. kendi içimizde birbirimize düşmek asla bize yakışmaz. farklılıklar her zaman bizim zenginliğimiz olacaktır. birbirimize saygı göstermeliyiz” dedi. halbuki kendini kendi dünya görüşünü paylaşan paylaşmayan her yurttaşın cumhurbaşkanı olarak hissetseydi, "vatandaşın din ve vicdan gibi değerlerini suistimal ederek çıkar elde edenler adalete teslim edilmeli" derdi. fakat bir zamanlar kayıp trilyon davası'nın sanıklarından biri olan cumhurbaşkanımız, konuya cürüm olarak değil de "tartışma" olarak bakıyor. ne acı..

    “aramızda tartışmaların ve anlaşmazlıkların olması tabiidir. önemli olan bunları karşılıklı saygı içerisinde çözmektir. bunları da meşru sınırlar içerisinde çözmek gerekir. bütün insanlığı aynı kültür içerisinde birleştirmeye çalışırken, birbirimize düşmek bize yakışmaz. bu asır birlik ve beraberlik asırdır." diyerek devam ediyor gül. peki her üniversitede tartışmalar yaratan, bir dönem akp için efor sarfeden kişileri rektör olarak atarken, bu birlik beraberlik nerdeydi? "bu asır, birlik ve beraberlik asrıdır".. çevir kazı yanmasın.

    ortada bir suç var. davacı ve davalı var. "birbirimize düşmek bize yakışmaz.." 'ın meali: davacı davasından vazgeçsin.
  • "bakın; ahmet necdet sezer bizim cumhurbaşkanımızdır; ona riayet etmeli ve saygı göstermeliyiz. devletin lideri odur, temsili odur, en tepedeki summum, ultimum 'da bulunan o'dur." demiştim bir entiride (#11154588). doğal olarak abdullah gül için de aynı sözleri sarf etmezsem, büyük bir haksızlık yapmış olurum. yapmayacağım. ancak bazı hususların altını çizmeden de duramam; 17 mayıs 1999'da abdullah gül'ün akit gazetesinde (aslında star'a verdiği demeçtir) yayınlanan sözleri insanı biraz düşündürüyor. refahyol hükümeti ve 28 şubatiyi analiz edilmeden akp ve tayyip + gül hareketi anlaşılamaz. bunun için de piyasada bir dünya kitap var, dergi var; önerdiklerimden ikisi şunlar: a. cüneyt arcayürek, uzakta kalan tarih (bilgi yayınevi); b. birikim dergisi, s. 91, kasım 1996. (bkz: refah partisi/@jimi the kewl)

    yeniden 17 mayıs 1999 tarihinde akit gazetesinde yayınlanan abdullah gül sözlerine döneyim; abdullah gül refahyol hükümetini anlatıyor (verdiğim kaynaklardan birincisinden, sf.140-141'den alıntılıyorum):

    - evet yanlış adımlar attık libya seyahati de bunlardan biridir. biz karşı çıktık. hoca ısrar etti. uyardık hocayı ama, "ne var, çiller gitti, baykal gitti, ben niye gitmeyeyim" dedi.

    - devleti tanımadığımız o kadar barizdi ki... mesela askerlerle ilk gerilimimiz milli savunma bakanlığı bütçesi konusu oldu. msb'de ihaleler genellikle acil olur. yani ihale olmaz, istenilen şey istenilen yerden alınır. hoca 'yerli sanayii geliştirmek için 60 trilyonluk bir ar-ger kuralım' dedi. kuruldu. ama bunu msb'nin genel bütçesinin içinden alıp, başbakanlık strateji yatırım takip merkezine bağlamaya, yani paranın acil alımlarla erimemesi için başbakanlık ile bakanlığın ortak imzasına tabi kılmaya kalkınca, kıyamet koptu. ilk gerginlik orada başladı.

    - geçen dönem başımıza gelenler, türkiye'nin gerçeklerini tam tanımadığımız için oldu. hatalarımız çatışmanın yükselmesine, üzerimize gelinmesine fırsat verdi. en büyük eksikliğimiz devleti tam tanımamaktı. hatalar yaptık. bazı yaptıklarımız gayet tabii idi. ama bu ülkenin farklı hassasiyetleri olduğunu iyi bilmemiz gerekirdi. devletin kurallarını da bilmiyorduk. vehbi dinçerler, 'bir kırmızı kitap vardır, sizin ne yapabileceğiniz, neleri yapamayacağınız orada yazılıdır' dedi bir gün. 28 şubatın ertesinde bu tür belgeleri erbakan, başbakan olarak makamına getirtti. biz de odasına toplandık, birlikte okuduk. belgelerde hoca'nın adı, milli görüş teşkilatı'nın adı, adresi, tarihçesi, bazı ülkücüler, soldan bildik isimler vardı. 'bunlar kabul edilemez, bizim varlığımız tehlike olarak işaret ediliyor, bunları değiştirmek gerek' dedik. üstelik o günlerde bu belgeleri yenileme zamanı da geliyordu. ama hoca tuttu bir grup toplantısında bu konuda konuştu. üstü kapalı konuştu, ama yine de konuştu. kanaatim o ki, 28 şubatın netice alma operasyonları bundan sonra hızlandı."

    - hoca aslında bunları bilir. zamanında bir mgk toplantısında demirel başbakan, hoca başbakan yardımcısı iken bir mit raporu gelmiş önlerine. bakmışlar bazı sayfalar demirel'de başka, hoca'da başka. konuşup "bunlar bizi aldatıyor, bu işe el atalım" demişler. yani hoca bilir devletin nasıl işlediğini.

    şu vakit itibariyle bu sözlerin sahibi abdullah gül cumhurbaşkanı, dönemin en tartışmalı isimlerinden recep tayyip erdoğan ise dikta rejimlerinin komutanlarını anımsatır bir biçimde başbakan ise o halde bunlar devlet işini 28 şubat'ta pek güzel öğrenmişler demektir! peki burada "bunlar"dan kastım ne? isterseniz bunu da 28 şubat'ta cumhurbaşkanı kimliğiyle belki de darbeyi önleyen en önemli faktör olan (#14008796 : ayrıca ertuğrul özkök, arkadaşlarıyla birlikte köşkte cumhurbaşkanıyla gündeme ilişkin konuşurken şöyle demiş: "zaten biz sizin tarihi bir görev yaptığınıza içten inanıyoruz. bunu yayınlarımızda da ortaya koyuyoruz. yani size, türkiye'nin şu anda -gelirken de konuştuk- çok ihtiyacı var. siz de bana sorarsanız, müthiş bir siyasi dehayla götürüyorsunuz bu işi." 22 şubat 1997) süleyman demirel'den dinleyelim (demirel bu sözleri, 28 şubat döneminde söylemiştir yani cumhurbaşkanlıktan ayrıldıktan sonra değil; bizzat görevinin başındayken, mevcut refahyol hükümetini tasvip etmediğini dile getirmezken aksine demokrasiye atıfta bulunurken):

    "bakın devletin nizamına karşı çıkmış bir parti (refah partisi'ni kastediyor) milli nizam diye çıkmış, kapatmışlar. sonra milli selamet partisi'ne dönüşmüş. diğer parti gibi kapatılmış, mahkemeye gitmiş. ap ile chp de kapatılmış, ama bunlarınki mahkeme kararı ile (demirle burada, ap ile chp'yi kapatanın askerler olduğunu ima ediyor, ki doğrudur). mahkeme bunlara ceza vermiş, gelgelelim askeri yargıtay bunları beraat ettirmiş. bugünkü sıkıntı hep öyle bir partiden, türkiye cumhuriyeti'nin genel istikametine, genel çerçevesine karşı olan bir partiden. bunlar anayasanın 2. maddesine karşı. peki, bu tc'nin genel istikametine karşı olan bir parti türkiye'de nasıl oluyor da hükümet oluyor? yanlış bu işte. neden bu yanlış? bunlar aslında illegaldir. ama defakto varlardır. işte bu terslikten dolayı... bunların biraraya gelişi (refah ve dyp'nin refahyol hükümeti) bence susurluk'tan da kötüdür." (kaynak: c. arcayürek, a.g.e., sf.189)

    burada tabi bir şeyin altını çizmemiz gerekiyor: süleyman demirel'in türk siyasetinde çizmiş olduğu genel profili incelerseniz; tek bir duruş görmezsiniz, dönem dönem değiştiği açıktır. muhafazakarlığının değişken olduğu kimi zaman batıcılığının kimi zaman köylülüğünün ağır bastığını görebilirsiniz. cumhurbaşkanlığı ile başbakanlığı arasındaki fark öyle barizdir ki, refahyolu asıl bitirenin demirel olduğu bile söylenir. hatta abdullah gül'ün kendisi bunu söylemişti yukarıda yaptığım alıntının dahil olduğu konuşmasında. bütün bu süreci başlatan demirel'dir ona göre. cumhurbaşkanlığı ile başbakanlığı arasındaki farka binaen şunu söyleyebilirim refahyol'un başbakanı süleyman demirel olsaydı, çevikbir paşa'nın amerika'da demokrasiye "balans ayarı yaptık" açıklamasını (ki aslında atlanan bir diğer husus da aynı paşanın aynı konuşmasında geçen bir diğer önemli husustur, doğal olarak bu hep atlanır, tahran'ı rejim ihracı, pkk'ya destek ve kitle imha silahları konusunda suçlayarak şöyle demişti: "iran'ın teröristliği tescil edilmiştir." 21 şubat 1997 cuma. tuhaf olan bir husus da dönemin bm genel sekreteri kofi annan'ın tsk'yı öven şu açıklamasıdır: "tsk türkiye'de demokrasiyi çok iyi dengelemektedir." ne kadar ilginç değil mi!) seçim sebebi sayar, meydanlarda da bunu kullanırdı. ama o cumhurbaşkanı olarak, askerlerden yana tavır aldı.

    tuhaf olan hususlardan biri de yine bir cumhurbaşkanı üleyman demirel - cüneyt arcayürek diyaloğunda refahyol'un seslerinden hayri kozakçıoğlu'nun "darbe olursa 360'la geliriz" ifadesinin değerlendirmeye alınmasıdır:

    ca:.. kafa tutar gibiler askerlere.

    sd: işte ondan korkulur. bunlar daha fazla gelir mi diye.

    ca: onu kullanıyor.

    sd: onu kaşıyor. 30 sene meydanı boş buldunuz. ancak yüzde 21 oyla gelebildiniz yüzde 40 olmanız için daha 30 sene lazım. (c. arcayürek, a.g.e., sf.174)

    dönemin cumhurbaşkanı geleceği iyi tahlil etmiş sayılabilir mi, sayılamaz mı bilemiyorum. zira 28 şubat sürecinden sonra ecevit'in azınlık hükümeti (anasol-d) ve sonra dsp-mhp ve anap hükümeti, ahmet necdet sezer'le yaşanan gerilim, kemal derviş * ismail cem * hüsamettin özkan troykası derken akp tek başına iktidar, recep tayyip erdoğan başbakan ve en nihayetinde abdullah gül de cumhurbaşkanı oluverdi. hem de hükümet, meclis başkanlığı, yök, cumhurbaşkanı tarafından rektörü atanan üniversiteler, yargı, medya derken her yerde şüphenin ve gerilimin hakim olduğu bir ülke ve adımlarını refahyol'unkinden çok daha dikkatli atan bir egemen güç. hem de bu sefer ne cumhurbaşkanı demirel, ne de ortaklardan biri çiller. abdullah gül'ün refahyol'dan çıkartmış olduğu dersler kendi adına işe yaramışa benziyor, öyle ya cumhurbaşkanlığından daha öte bir makam var mı şu ülkede?
  • şu an yan binada olan adam.
  • fethullah'ın bizzat katılmaya zahmet etmediği, fethullah cemaati'nin amerika'da verdiği iftara türkiye'den kalkıp gitmekte beis görmemiş, bu iftarda savaş ve soykırım suçlusu bir devlet başkanıyla aynı masaya oturmakta beis görmemiş, iftar esnasında bill clinton ve hillary clinton'un barkovizyondan yayınlanan mesajlarını ayakta dinlemekte ise hiç beis görmemiş türkiye cumhuriyeti cumhurbaşkanı sıfatını taşıyan kişi.
  • adı kontrgerilla'ya atfedilen saldırı ve katliamlar ile anılan ve diğer anılan örgütlenmeler ile organik bağları ve omuzdaşlıkları olan milli türk talebe birliği'nin icra kurulu üyesi ve çeşitli mevkilerinin sahibi. kendi deyişi ile "çok aktif olduğu" mttb'de iken; mttb'nin de dahil olduğu kontrgerilla|süper-nato saldırı ve kitlesel katliamları gerçekleşmekte, emperyalizm güdümlü faşist terör katlanarak süregitmekteydi. gül'ün bulunduğu örgütsel kademe dolayısı ile mttb'nin etkinliklerindeki rolü pek tartışılmaz elbet. keza abdullah gül de mttb'yi tamamı ile sahiplenmekte zaten.

    mttb'nin yeniden kuruluş töreninde mttb ve kendisinin mttb günleri için söylediği övgü ve "duygu" dolu sözler ile birlikte, törende el öpmeleri ila mttb plaketleri ile gene sahiplenme göstergesini ortaya koyduğu gibi; cumhurbaşkanlığına yükselişi ile mttb'yi köşkte ağırlanmaya yükselterek içinden geldiği örgütüne vefasını tekrarlamıştır gül.

    altıncı filo koruculuğunun zılgıtları eşliğinde londra civarlarından bir halay gelsin girimi sonlandırıken.

    (bkz: kontralar kontralar)
  • eskişehir'deki şehit cenazesinde, cenaze namazının bitimiyle birlikte hızla alandan uzaklaşan ancak bu arada dönüp de şehit yakınlarına bi başınız sağolsun'u diyemeyen kişi.
hesabın var mı? giriş yap