ekşi sözlük kullanıcılarıyla mesajlaşmak ve yazdıkları entry'leri
takip etmek için giriş yapmalısın.
hesabın var mı? giriş yap
lehistan sefiri
-
1790'lı yıllarda polonya( lehistan ) parçalanıp rusya, prusya ve avusturya tarafından pay edilir.
bu durumu ise o zaman dünya üzerinde bulunan devletlerden sadece osmanlı imparatorluğu kabul etmez.
lâkin tabii ki bu üç devletle savaşıp polonya'yı kurtarabilecek gücü de yoktur. fakat osmanlı imparatorluğu sağlam bir tavır sergileyerek o tarihten sonra tam 120 yıl boyunca polonya'nın dağılışını protesto eder ve bu yok edilişi tanımadığını ilan eder.
bunu da şu şekilde gerçekleştirmektedir:
osmanlı padişahları senede bir gün ülkesine gelen tüm yabancı sefirleri aynı anda ağırlamakta, merasim düzenlenmektedir. işte her sene bu merasimlerde sanki polonya hâlâ varmışçasına sıra bu devletin sefirini anmaya geldiğinde " lehistan sefiriiii! " diye bağırılır ve bir osmanlı askeri " lehistan sefiri yoldadır! " şeklinde bağırarak cevap verir.
bu, osmanlı imparatorluğu'nun oradaki tüm yabancı sefirlere " biz hâlâ polonya'nın işgalini tanımıyoruz! " şeklinde bir notasıdır aslında.
bu durum polonya'nın tekrar bağımsızlığını kazanmasına kadar devam etmiştir.
hatta yıllar önce avrupa birliği'ne üye ve üye olmaya çalışan ülkelerin topkapı sarayı'nda düzenlenen toplantısında polonya cumhurbaşkanı kürsüye çıkar çıkmaz ilk sözü " polonya elçisi geldi! " olmuştur.
pek tabii bizim devlet erkânından kimse bu sözün ne anlama geldiğini anlamamıştır.
lafa gelince hepsi osmanlı torunu...
selçuk inan
-
halı sahadaki ben. top bana gelmesin, top bir an önce benden çıksın, benden huzurlusu yok.
beni nerede izledi bilmiyorum ama yanlış adamı rol model aldığı kesin.
monica bellucci vs angelina jolie
-
zevkler ve renkler bir de monica bellucci tartışılmaz.
babanın söylediği unutulmayan sözler
-
benim babam bana kızar ve bir şeyi beceremediğimde bana "çöçe" derdi.
ağzını çok şapırdatırdı. ama bizden ufacık bir ses duysa çok sert tepki verirdi.
çok sertti babam çok sert.
salak bir devlet hastanesinde, salak bir asistan bizi başından kovmak için hastanenin kantinine gönderdi. sonra orada beklerken bir kaç kız ile geldi. hemen yanına gittim. babamın filmleri ne oldu diye. canı sıkıldı kızların yanında ona yaklaşmama. birazdan yanıma gel diye bana emir verdi.
tostunu çayını bitirip kızlarla muhabbetini bitirmesini bekledim ve iki adım arkasından merdivenle yukarı çıkıyoruz. annemle babam orada kantinde sırada oturuyorlar.
yukarı çıkarken salak doktorun, salak asistanı, babamın beyninde kocaman bir ur olduğunu 3 ay bile yaşamayacağını, maç skoru söyler gibi söyledi. biraz biliyordum durumu ama böyle de söylenmezdi ki.
neyse filmleri aldım. annemle babamın yanına gittim. hiç çaktırmadım onlara.
babam durumu anladı ve
"size ben doyamadım ki" dedi sadece.
ameliyatlar kötü günler ve ben "çöçe" ellerimle ona biraz da olsa yemek yedirebildiğimde "şapırdatmasından hoşlanırdım". sadece biraz yemek yedi diye. sadece 3 ay sürebildi zaten.
yani dediği tüm kötü sözleri kızmaları değil de "bize doyamadığını" söylemesini unutmamam.
budur.
----
edit: doktorlar kızmasın ama salak olan kişi salaktır. salak olmayan salak değildir. doktorluk teferruattır.
9 ekim 2023 israil'in topyekün savaşı
-
(bkz: yiyin birbirinizi ete para vermeyin)
yüzyıllar boyunca sırf kutsal toprak diye osmanlı imparatorluğu vergi almasın, padişah cihad çağrısı yapsın ama sallamayın.. türk’ü sırtından hançerleyin. sonra da ağlayın.. arap hayranlarının da allah belasını versin!
oyumu lambalıya verdim ak parti'ye vermedim
-
"hayatımız kimlerin oylarıyla s*kiliyor" sorusunun cevabı olan teyze.
çal keke çal
-
(bkz: play it again keke)
ulysses s. grant
-
general grant.
asker kökenli ender amerikan başkanlarından biridir.
asıl adı ulyses s. grant değil hiram ulysses grant'dir. mustafa kemal'in aslında kemal ismini sonradan alıp isminin değişmesi gibi kendi ismi de değişikliğe uğramıştır. 17 yaşında west point askeri akademisine girmesi için kendisine referans* olan bir kongre üyesinin kart hamili yakinimdir yazıp ismini yanlışlıkla gerçek ismi yerine ulysses s. grant olarak yazması sonucu adı ulysses s. grant oluvermiştir. kaderin bir cilvesi işte; "s" hiç bir anlama gelmese de, ulysses'in "u" ile yan yana gelince us, united states, uncle sam gibi çıkarımlar yapılmıştır. west point'ten mezun olduktan askeri yaşam tarzının kendisi için hiç bir cazibesi olmadığı fikrinden hareketle dört yıllık zorunlu hizmet sonrası istifa etmeyi düşünmüştür. ama edememiştir. amerikan başkanlığına giden yolda kader ağlarını örmüştür bir kere.
abraham lincoln başkanlığındaki union'ın amerikan iç savaşı sırasında başkumandanlığını yapmıştır. daha sonra da amerikan başkanı seçilmiştir. sakallı makallı karizmatik bir duruşu vardır. lincoln filmin de de sık sık görülür zaten. general grant national memorial adlı kuzey amerikanın en büyük dünyanında sayılı büyük mozolelerinden birinde medfundur.
ayrıca türkiye'ye gelen ilk amerikan başkanıdır kendisi. 1878 yılının mart ayında istanbul'a gelerek ikinci abdülhamit`ile görüşmüştür. tabi o zamanlar başkan değildi. başkanlık sonrası dünya turu hayalini gerçekleştirdiği esnada izmir ve istanbul'a uğradı. neyse ki o zamanlar yöneticilerin kültür seviyesi bu kadar kötü değildi de; pr çalışması adı altında rakı şiş kebap çok güzel yine gelecek ben tarzı beyanda bulunup şaklabanlık yapmak durumunda kalmadı adam.
gulyabani
-
kaynak tarih lugati
“süt kardeşler filmine ilham kaynağı olan hüseyin rahmi'nin gulyabani adlı romanıdır.
arapça "canavar, dev" anlamındaki "gûl" ile farsça "çöl, sahra" manasındaki "beyâbân" birleşmiş ve ortaya "gûl-i beyâbân" çıkmış.
gûl-i beyâbân da değişerek gulyabani olmuş. gulyabani karanlıkta ve tenha yerlerde görüldüğüne inanılan hayalet, hortlak.
az da olsa yazma eserlerde ilginç gulyabani tasvirlerine rastlanmaktadır.
-bunlardan biri british library'de kayıtlı bulunan acâibü'l-mahlûkât nüshasında kendine devekuşunu binek yapan gulyabani minyatürü.
-xvııı. asra ait bir tarih metninde eski kullanımıyla gûl-i beyâbân.
istanbul kadim tarihinde bir dönem harap kalınca içerisinde gulyabanilerin cirit attığı söyleniyor.
"dahi gûl-i beyâbân hâdis olmuşdu derûnunda."
-surname-i vehbî'de acem kılıklı ve gulyabani görünümlü iki dev.
-şehnâme'de rüstem'in dev'i kementle yakalaması.”
şok market'in çalışanlarını dilenci yapması
-
kelimeleri düzgün seçelim arkadaşlar.
bir gün uçaktayım, yiyecekler ücretli. hostesin birisi 'bir şey arzu eder misiniz ?' diye yüksek sesle mutlu şekilde tek tek her yolcuya sorarak bizim koltuklara doğru geliyor. yanımdaki kelli felli orta yaşlı göbekli görmemiş herifin biri kızcağazı durdurdu, kızda bir şey istedi diye sevindi hafiften. yüksek sesle kıza; 'siz bu yemek satışından prim alıyorsunuz galiba' diye sordu. kız kem küm etti çok az miktar ekleniyor filan dedi sessizce. adam herkesin duyacağı şekilde; 'belli belli millete bu kadar yalvardığına göre...' dedi. adam aklınca hava yolu şirketine sövmenin gururunu yaşadı, ama şirketin satış politikasını uygulamak durumunda olan bir çalışanı incittiğinin farkında bile değildi. kızcağız çok bozuldu, işi gereği toparlamak zorunda olduğu için ses çıkaramadı.
o nedenle satışta ısrar olayı vardır. ısrar deyin, müşteriyle fazla diyalog halindeler deyin, bir şeyler satmak zorunda hissediyorlar deyin, ürünü tanıtmak zorunda hissettiriyorlar deyin. binlerce olumlu cümle varken;
'dilenci' ne demektir ya ? nasıl bir gönül kırmaktır bu. bu nasıl düşüncesizliktir !
kendinin sıradan biri olduğunu fark etmek
-
bir aydınlanma halidir ve bu hal başta kısa süreli bir yıkım getirse de sonradan yerini ‘’olsun lan, ben böyle iyiyim’’ demeye bırakıyor. en azından benim hayatımda böyle tezahür etti.
bir arkadaşımla konuşuyoruz, diyor ki ‘’hatırlıyor musun hani erdal vardı, o da seninle aynı dönem mezun oldu. işte o sonra mimarlığın üstüne antropoloji okudu şu anda meksikada’da zapatistalarla ilgili araştırma yapıyor’’ mideme bir yumruk iniyor ama hala nefes alıyorum.
başka gün okuldan birine rastlıyorum, ne var ne yok rutininden sonra, nerde çalışıyorsun soruları başlıyor. ben nihayet mesai saatleri insani, maaşı iyi bir işe girmişim, yıllarımı nasıl beş paraya ziyan ettiğimi anlatıyorum, o ‘’evet haklısın, ben de sonunda kendime geldim ve gelecek ay kanada’da sinema okumak için yola çıkıyorum’’diyor. ben buldumcuk olmuşken o bıkmış bile. yolunu çizmiş, hedefe nişan almış. ben hala aybaşına kaç gün kaldığını hesaplıyorum. o an sırtıma bir bıçak saplandı. zar zor çektim, yaşamaya devam ettim.
en son da bir arkadaşın amerika’da bir üniversitede ders vermeye başladığını öğrendim. benden iki yaş küçük bu adam şu an orda ben de burada onun yazdığı makaleyi okuyorum. bir an kendimden geçmişim.
ilk şoku atlattıktan sonra, durdum düşündüm. ne ki bu şimdi? tamam, onlar özel ama ben de harika punch yaparım mesela. içen cennete gider gelir. birkaç kişiyi gülmekten işetmişliğim vardır, hep anlatırlar. ne işe elimi atsam öyle veya böyle tamamlamışımdır. belki çok sıradan şeyler bunlar, belki benim gibi milyonlar var ama huzurluyum olduğum yerde.(sanırım hala prozacların etkisindeyim) canım istese ben de giderim*ama ben burada olmayı seçtim. sıradan insanlar ordusunun yıkılmaz bir neferiyim artık. mutfakta punch yapıyorum.