hesabın var mı? giriş yap

  • videodaki iki genç sahilde takılırken aniden dev bir parmak izi beliriyor üstünde de yeni çağın başlangıcı yazıyor, ne anlama geliyor olabilir altından ne çıkacak merak ederseniz takipte kalın
    bkz: esrarengiz parmak izi
    edit: altından hangi dizi, hangi olay çıkacak akıllara sorular düşürür.
    edit 2: gökyüzünde bir anda beliren parmak izi ipucu olabilir.
    edit:3 ucu açık olay, ne olduğunu anlamak için takipte kalmak gerek.
    edit 4: soru işaretleri giderek artıyor bu yeni çağ ne zaman başlıyacak acaba?

  • 2023 netflix ve a24 ortak yapımı dramedy mini dizisi.

    her biri 40 dakikadan az süren ve 10 bölümden oluşan dizi, iki yabancının trafik atışması ile başlıyor ve ikisi de kötü bir gün geçirdiği için her şeyin büyüyüp, gerginleşip tamamen farklı bir noktaya ilerlemesi için hazırladıkları zemin akıllara durgunluk veriyor.

    contractor* olan danny ile bir işletme sahibi amy, varoluşlarının monotonluğunu kıran bu kan davasına dönüştürdükleri olayda canlılık buluyorlar ve hayatlarında ışıkları açık tutan tek şey paylaştıkları bu nefret oluyor. bu da beef'i yalnızca basit bir intikam hikayesi olmaktan çıkarıp modern çağımızın farklı sosyal sınıflarındaki iki farklı bakış açısının çatışması haline getiriyor. ayrıca dizide, son dönemlerde filmlerde de sık sık gördüğümüz, paranın hayattaki öncelikler listemizi nasıl hızla ve feci bir şekilde tırmandığına dair kapitalizmin keskin ama incelikli bir eleştirisi yapılıyor.

    performanslar olağanüstü ve yalnızca başroller steven yeun ve ali wong değil, tüm oyuncular çok inanılmaz. her bölüm karakterler daha da iyi hale geliyor ve hissettirdikleri bunaltıcı yalnızlık, hayal kırıklığı, öfke, dargınlık, hor görme ve kıskançlık tuhaf bir şekilde olsa bile empati yapmaya zorluyor. her zaman her bir karakterden nefret etmemiz için bize 5, sevmemiz için 3 neden veriliyor ki bu da bunu çekici kılan şeylerden biri oluyor.

    danny ve amy ise karmaşık sorunlar yaşayan çok karmaşık iki insan. dizi boyunca ikisi de kendilerinden kaynaklanan ve kendilerinden kaynaklanmayan korkunç durumlarla karşı karşıya kaldılar. başarı ve mutluluk duygularıyla yüzleştiler. birbirinden körü körüne nefret eden iki kişinin nasıl bu kadar çok ortak noktası olabileceğini, nasıl birbirlerine bu denli dönüşebileceklerini, kuşak travmasını ve çaresizliği çok çok iyi aktardılar. tam bir ouroborostu.

    bu iki karakter hakkında bir şeyler öğrendikçe, onları ve neden böyle olduklarını daha iyi anlamaya başladım. mutsuz hayatları için gereken tek şey birbirlerini suçlamaktı. onlar birbirlerinin yin yangydı.

    --- spoiler ---

    amy, başarılı bir kadın. sevdiği ama yanında gerçek benliği olamayacağını hisseden bir kocaya ve aile travmasına sahip. kadının içinde bir spartalı savaşçının öfkesi ve dürtüsü olmasına rağmen kocası şükran günlüğü* yazmasını öneriyor. kocası george… nasıl iyi bir koca olunacağını biliyor ama aslında amy'nin gerçek sorunlarını asla dinlemiyor. böylece amy'nin evi soğuk bir sanat galerisine dönüşüyor.

    danny ise hedefleri olan çalışkan ama istikrarsız biri. paul vurularak öldürüldüğüne danny için üzüldüm. belki de paul sevdiğim bir karakter olduğu için ya da bir kardeşi, bir aile üyesini kaybetmenin zor olduğunu düşündüğüm içindi ama bu paul'ün gerçek ölüm sebebinin danny olduğunu anlayana kadar sürdü. jordan'ın evinde olan her şey danny'nin egosu yüzündendi.

    --- spoiler ---

    connor's wedding (bkz: succession) olmasaydı, yılın şimdiye kadarki en iyi dizi bölümü the great fabricator veya figures of light olabilirdi. tüm bu öfkenin ve komedinin ardındaki her şey çok çok iyiydi çünkü bir anda ortaya çıkmamıştı.

    herkesin bahsettiği gibi müzik seçimleri de mükemmeldi.

  • bu kişiler; yunanı balık yemler gibi denize attık diye algılıyor.
    "şehitlerimizin kanlarıyla sulandı bu topraklar" cümlesinden ne anlarlar acaba?

  • ana turizm döneminin bittiği, sonbaharın ilk gününde çıkıp gelince kendini çok afişe ediyorsun be kral yapma böyle. *

  • orada rahat içinde yaşayıp burada gavura vurur gibi evet mühürü baasan yavşak organizmadır kendisi. e gel bro burada yaşa madem elini yordamını ziktiğimin eziği seni.

  • güzel ülkemin güzel yürekli nadir öğretmenlerinden, ahmet öğretmen. ismi ahmet naç.
    öğrencileri için varolan alışılmış sınıfı yeniden dekore etti. geleneksel anlayıştan kurtararak daha eğlenceli ve göze daha çok hitap eden bir sınıf dekore etti. öğrencileri okulunu sevsin, motivasyonu yükselsin, dersleri sıkıcı bulmasın ve kendisini biraz daha özel hissetsin diye küçük bir sınıfı kendi elleriyle tabir-i caizse muhteşem hale getirdi.

    haberi unimetre sayfasında gördüm. gerçekten çok beğendim.

    bu ülkede böyle öğretmenleri de görmek insanı gerçekten mutlu ediyor.

    sözcü'ye de çıkmış.

    düzenleme: tinypic sunucularını kullandığım için fotoğraflara saçma saçma tagler ekleyerek kendince eğlenen zeka gerisi çaylak, bırak o elindeki klavyeyi.

    düzenleme 2: ahmet'e ulaşıp yapabileceğimiz bir şeylerin olup olmadığını öğrenmek istiyorum. "bi'şeyler yapalım, fikrim var" diyen yazarlar mesaj atarsa sevinirim.

    debe düzenlemesi: mesaj atıp öğretmeni soran kişilere ayrı ayrı teşekkür ediyorum. kendisine ulaşmaya çalışıyorum. dileğim böyle öğretmenlerin ve öğretim görevlilerinin arttığını görmektir.

    ayrıca şöyle de bir şey var: (bkz: kalecik köyü ilköğretim okulu yardım kampanyası)

    debe düzenlemesi 2: haberi bilişimlife forum'da da başlık olarak açtım: http://bilisimlife.net/…den-ogretmen-ahmet-nac.html

    bu güzel haberi duymamı sağlayıp beni başlık açmaya sürükleyen futbol ve basketbol yorumcusu mustafa tepe'ye teşekkür ediyorum.

    debe düzenlemesi 3: araştırayım biraz ahmet naç'ı dedim, isterseniz bir de siz bakın. o odülleri hak ediyor. facebook'tan attığım mesaja (isteğiniz var mı gibi bir soruya) şöyle yanıt verdi: https://eksiup.com/p/5n3393334xhv

  • salak salak konuşmayın. üniversiteler siz otogara koşun seyahat edin diye tatil edilmedi. oturun evinizde yurdunuzda, mecbur olmadıkça dışarı çıkmayın diye tatil edildi.

    edit: şu ortamda hasta olan 1 kişi varsa kaç kişiye bulaştırdığını siz düşünün. kendi yaşınızda %0.2 ölüm oranı olan virüsü %14 ölüm oranı olan dedelerinize veya kronik akciğer rahatsızlığı olanlara bulaştıracaksınız. şu görüntü bencillikten başka bir şey değil bana göre. "bulaşıcılık"tan bahsediyorsak eğer çevrenize karşı da bir sorumluluğunuz var.

    edit2: arkadaşlar yurdunuz kapanıyorsa "yurt yönetimiyle savaşın ve yurttan çıkmayın!!!" gibi bir şey söylemiyorum ya. belli ki "mecburi" olmadığı sürece diyorum. kendiniz bence anlayabilirsiniz bunu.

  • bu dizinin bir türlü iyi olamamasının en temel sebebi ondan beklenen epik sıçramayı,
    patlamayı yapamaması. bunu izah edeceğim ama öncesinde şu 3 enrtyde bir ayna tornadan çıkmış zeka ve yaratıcılık dolu, ekşinin malum çok bilmiş sinema ve tv uzman cenahının binlerce kez bıkmadan, usanmadan tekrar ettiği 'zenci elf mi olur, hintli yennefer mi olur, sen hiç entektüel oldun mu, inanmıyorsan aha dayıya sor?' kıvamında fabrikasyon ve zeka dolu itirazlarının bitmez tükenmezliği karşısında duyduğum heyecanı aktarmak istiyorum. aynı cümle ve itirazları üstün zeka ve gözlem gücünüzün size verdiği yetkiyle sıralamaya devam edin ama dizinin temel sorunları başka yerlerde maalesef.

    sanırsın bin yıllardır değişmeden, bozulmadan süre gelen kutsal elf kanunları ve yasalarının kutsal kitabı olan kitab-ı kutelf'i okumuşlar ve orada tanrısal irade katiyen ebediyen, asla ve kat'a siyahi elf (onların değişiyle zenci elf) olmaz demiş. bu kafalara bunu bir yapıt olduğunu ve artık tv, sinema sektörüne hizmet eden bir yapıta dönüştüğünde uyarlama esasıyla yapımcı, yönetmen ve yatırımcıların dilediği değişiklikleri yapma hakkı olduğu, her yapıtın uyarlama esasına tabi olduğunda zamanın, çağın gereksinimlerini karşılayacak sosyopolitik, kültürel, sosyolojik nüanslar içeren yenilikleri içerebileceğini izah etmek lazım. ama elbette bunu nafile bir çaba olduğunu biliyoruz. hepimizin sonsuz itiraz hakkı var ama bunu doğru bir itiraza dönüştürmek ayrıca bizi okuyanlara karşı (eğer buranın bir tür bilgi kaynağı falan olduğuna inanıyorsak) az da olsa bir sorumluluk veriyor bizlere. neyse ben dizinin neden olamadığını izah edeyim kendimce.

    öncelikle witcher'ı böyle popüler yapan şey roman serisinden ziyade oyunları. sanırım bunda herkes hemfikir. yani oyunlar bu efsaneyi oyun dünyasının el verdiği imkanlar dahilinde eşsiz bir sanat eserine dönüştürmeseydi birçokları ne romandan ne de diziden haberdar olacaktı. çünkü bu seri the lord of the rings ya da dune serisi gibi roman serisi olarak öne çıkmadı. yani şöhretini, mirasını oyunlara borçlu. haliyle kitabı okuyan insanların itirazlarına itirazım yok. bu tüm edebiyat, roman uyarlamalarının kaderidir; ne kadar sadık bir uyarlama yaparsanız yapın birileri oyuncuyu, kostümleri, diyalogları, mekanları, atmosferi vs beğenmeyecek. muhakkak ki dünyanın birçok yerinde bu kitap serisinin sabık okuyucuları, hayranları vardı ama dediğim gibi bu seri bildiğimiz diğer seriler kadar popüler bir seri olmadı bildiğim kadarıyla hiçbir zaman. hatta bildiğim kadarıyla kitap serisin ingilizceye bile 2009 yılından sonra falan çevrildi. polonya'da da başarız bir tv dizisi denemesi olmuş diye biliyorum. yani kısacası bunca eleştiri için elimizdeki esas gösterge kitap serisi değil oyunlar. işte the witcher'in en büyük laneti de burada yatıyor maalesef.

    oyun evrenini sağladığı her türden olanağı arkasına alıp muhteşem bir efsane yarattı seri. bir rpg olarak sınırsız bir etkileşim ana ve yan hikayeler olmak üzere her fantastik, bilimkurgu eserinin arka planda işlediği tarihsel, kültürel, politik çalkantılar eksenli nefis bir ötekiolma meselesiydi esas izah etmek istediği ve canavarları avlayan ve toplum gözünde nispeten canavar olarak görülen bir efsungerin canavarlardan ziyade esas olarak insanın doğasında var olan kötülükle, yani canavar olarak görülmeyip, esasen içlerinde taşıdıkları kötülükle canavarlara bile taş çıkaran insanlarla olan savaşını anlattı durmadan. hatta canavar olarak görülen heyyula, kurt adam, lanetlenmiş türlü yaratığın çoğunun oldukça acıklı, hüzünlü arka plan öyküleri vardı. çünkü tarihin ürettiği ortak duyu, fanatizm ve dogmalar farklı olan her şeye karşı birleştirici sonsuz bir kötülük yapma hakkı doğuruyordu, çoğunluk olan, çoğunluğun sağır edici, korkunç tektipliğine kayıtsız şartsız teslim olanın gücü sürdürdüğü bir dünyada geri kalan herkes yaratık olsun ya da olması öteki olmaya mahkumdu. aralarda hep belirtim, kafa açmayayım ama işte türkiye, orta doğu, bilumum 3. dünya ülkesinde olan insan ikliminin özeti vardır böyle yapıtlarda saksıyı azıcık çalıştırsanız. hatta trajikomik olan ''zenci elf mi olur' itirazlarınızın tam da yapıtın inatla yıkmak isteyip, eleştirisini yaptığı ötekine karşı duyulan korku, öfke ve nefretin sebepsizliğine, nedensizliğine yaptığı vurguyu hiçbir şekilde anlamamış olmanız. ben de serinin 2. ve 3 bölümlerine bilgisayar başında bi 500 saatimi feda etmişimdir helalinden. hele ki wild hunt'ın yarattığı evrenin mucizevi güzelliğine karşı duyduğum heyecan hala ilk günkü tazeliğini koruyor. ve haliyle oyundan aldığım o epik anları aradım dizi boyunca. ama artık bir izleyici olarak bile belli bir olgunluğa ulaşmanın da pratiğiyle beklentilerimi hep düşük dozda tutmayı da öğrendim ki zaten bu dizi de beni haklı çıkardı.

    hasılı işte böyle bir lanetle dizi yapma işine kalkıştığınızda ya en baştan en sona kadar çok büyük sanatçıların yapıtla özdeşim kurduğu, harcanan paraya hiç acımadığınız, öykü evrenini büyüklüğüne, derinliğine, epikliğine iman edeceğiniz bir şey yapmanız gerekiyor, ya da böyle yapıtlara sırf para ve popülarite yüzünden hiç bulaşmamanız gerekiyor. neyse ki dizi ve filmlerin taşeron, fabrikatörü netflix bunların hiçbirini dikkate almayarak, kendinden beklendi üzere güzelim seriyi idare eder bir epik haline getirmekte hiç beis görmüyor. evet, oyunun taşıdığı o epik, görkemli anlatı mirası maalesef dizinin hiçbir anında öyküye borcunu geri ödeyemiyor. muhteşem bir hikaye ve yan hikayeler toplamına sahip olan (hem kitapları hem oyunun kast ediyorum) seri bir tv dizisi olarak ondan beklenen görkemli ve sağlam anlatı olanaklarına bir türlü kavuşamıyor. ara ara parlamalar, güzellikler yok değil ama sürdürülebilir bir seyir duygusunu hiçbir şekilde yaratamıyor dizi. epik olmak için gereksindiği anlatı olanaklarını sadece birkaç teknik cambazlığa indirgeyerek yapıtı büyük ve görkemli kılacak şeyin sadece aksiyonda ya da mekan tasarımında olduğunu düşünüyor. bütünlüklü bir yapıtın yaratacağı etkinin tüm parçaları doğru bir şekilde yerleştirmekten geçtiğini hatırlayamıyor. henry cavill'ın ta en baştan role olan heyecanı ve isteğini sömürerek tüm yapının onun adanmışlığı üstüne ayakta durduğu tek ayaklı bir bina inşa ediyor.

    oyuncu seçimlerini (her şeyin sorumlusu olan siyah elf arkadaşı ve hintli yennefer'i bir kenara koyarsak), rol dağılımlarını, karakter ağırlıklarını, hikayenin aşamalı ve birçok yöne açılan derinliğini yeterince önemsemiyor. tüm dizi boyunca sahne ağırlıklarını geralt, yennefer ve ciri arasına pay edip diğer tüm karakterlere haksızlık ediyor. evet, oyuncuların çoğunun kötü, castingin yetersiz olarak görülmesinin sebebi tek başına oyuncu seçimleri ya da oyuncuların kötü oyunculuklar veyahut doğru casting yapılmaması değil; diğer tüm oyunculara sahneden doğru rol ve diyalog payı verilmemiş olması. diğer karakterlerin (iyi ya da kötü fark etmeksizin) hikaye eksenine yapacakları etkiyi nasıl olsa önümüzde başka sezonlar var mantığıyla oldukça silik, yetersiz, ruhsuz bir karakterizasyon, dil/diyalog yapısı ve onları akışta değerli kılacak karakter detaylarından mahrum bırakması. tüm dizi boyunca akılda kalan tek bir kötü karakter yok mesela. ateş çıkarıp, zora gelince ortadan sürekli yok olan bir karakterle kötü adam dengesini eşitleyemezsiniz. bilinir ki bu tip kahramanlık esaslı anlatılarda farkı yaratan iyi protagonist (kahraman) kadar antagonistin (kötü karakter) varlığıdır. kötünün yarattığı tehdit ve gerilim unsuru iyiyle olan özdeşleşimi katmeler ve kathartik sağalma, arınma böylelikle esas işlevini yerine getirir. mesela dizi ileride gelecek olan wild hunt'a o kadar güveniyor ki 2 sezon boyunca sürdürülebilir, yükselen bir kötü yaratma ve onu işlevsel kılma hususunda parmağını oynatmıyor.

    diyalog yapısı, sahne planları da ha keze aynı özensizliğin kurbanı. bu eser her şeyden önce bir kitap uyarlaması ve özellikle perde sonlarında, finallerinde izleyicinin duygu köpüğünü kabartacak, aklını başından alacak kalite ve nitelikte diyalog yapısı, çatışma ve gerilim frekansları göremiyoruz. sözde nüktedan, lakonik ya da zekice görünen birçok diyalog özellikle referans odağı oluşturmaktan çok uzak. havaya sürekli kuru sıkı bir şeyler sıkılıyor. hiçbir karakter olduğu sahneyi domine edeceği ayırt edici bir dil/tavır ilişkisine kavuşmuyor. inanılmaz işlevsiz ve ve neredeyse sahneyi doldurmak için hikayeye katık edilmiş bir sürü karakter var. vesemir gibi bir karakterle tanışıyoruz nihayetinde ama mesela bu abiyi vallahi billahi yunanlı tavernacı kıvamında bir üstünkörülükle önümüze atıyor yapım. dizi boyunca vesemir her an akın'ın rebeka'nın yeri + şarkısına bağlayacak diye bekleyip durdum. makyajlardan, trüklere, mizansenlere kadar acayip bir ''oo abi çok fenasın, vallahi yakıyorsun' kolpalığı var.

    hasılı kelam arada 15-20 saniyelik ağır çekim aksiyon sahneleriyle epik olunmuyor. bu sene yayımlanan ve genel olarak kitap serisi hayranlarının beğenmediği (ben witcher'dan daha çok beğendim, orası kesin) zaman çarkı serisinin 1. bölümündeki köy baskını sahneleri ve sanırım 7. bölümde hamile savaşçının kar üstünde birkaç adamla girdiği kıyasıya dövüş sahneleri epik aksiyonun, ya da duyumun nasıl yaratılacağı hususunda basit ama etkili bir ders veriyor. böyle güçlü ve büyük anlatıya sahi witcher ise elindeki kozları hep ileriye saklayıp, anı, durumu, var olduğu gerçekliği ıskalayan ve giderek tadı kaçan bir yapıya dönüşüyor. işin acı tarafı elindeki kozları ilerideki sezonlara saklarken 2 sezon boyunca izleyicini ikna edecek, ona yapıt için gerekli sabrı sunmasını sağlayacak ikna edicilik hususunda da epey cimri bir tavır var karşımızda.

    serinin oyunları için deliren biri olarak birçok falsoya sahip bir dizi olarak tüm konforunu henry cavill'in adanmışlığına göre dizayn eden ve onu sonuna kadar sömürerek diğer tüm karakter, durum ve olaylara haksızlık eden bir tv yapımına dönmüş maalesef the witcher. elinizde henry cavill varsa elbet onun ekmeğini yiyeceksiniz ama bu adamın bu kadar hayranını olmasının konforuyla da yapıtın içinde var olan diğer tüm epik öğelere de haksızlık etmeyeceksiniz. zira epikten anladığınız sadece henry cavill'in göz dolduran varlığı, yakışıklılığı adanmışlıysa, diğer hiç kimseye zahmet vermeden yapıtını geri kalanını animasyon ve türlü canlandırma teknikleriyle tamamlayabilirsiniz. böylelikle zenci elf kardeşimiz ve hintli yennefer bacımız da bu kadar acımasız ve hunharca eleştirilmez ve dizini bütün başarısızlığı bu iki garibana mal edilmez.