hesabın var mı? giriş yap

  • ne bill gates, ne de jude law'ın şu anki sevgilisi; şu dünya üzerinde kıskandığım, yerinde olmak istediğim tek insan türevi bunlar işte.

    şahsen gözlüksüz/lenssiz (yani doğal şartlarda) 3 metre mesafeden bülent arınç ile mehmet günsur arasındaki farkı anlayamam. anlayamadığım gibi daha net görebilmek için gözlerimi iyice kısarak öküz gibi bakarım bülentçiğime. o utangaç mazbutum da bu geyşa bendeniz yüzünden renkten renge girer, pancar gibi gider meclise. ansiklopedik utanç antolojisine yeni bir cilt kazandırır.

    - siz neden konuşmuyorsunuz sayın arınç?
    + ...

    madem en gelişmiş canlıyız bu göz niye bozuk gösteriyor behçet, neden yani?!

  • ferrari yarış kültüründen gelir. yarış tecrübelerini yola aktarmak için çabalar. fiat'a inat uğruna doğmuştur.
    lambo tarım kültüründen gelir. enzo amcaya inat uğruna yoktan varolmuştur.

    ferrari şu anda her ne kadar fiat'a ait olsa da özerktir. iç işlerine kimseleri karıştırmaz. tamamen elemeği, göz nuru otomobiller üretir. fabrikasında maserati'yi karoser boyama ve evlilik için misafir eder.
    lambo vw grubuna aittir. tam bir özerklikten bahsedemeyiz. audi fabrikasında r8 departmanında üretilir. ayrıcalığını audi'nin en deneyimli en aşağı 30 yıllık personel takımının zaman zaman el emeği, zaman zaman robot yardımlı üretimi ile sağlar. bir anlamda sığıntıdır.

    ferrari bırakın her bir motoru el emeği ile üretmeyi, her bir motor bloğu kalıbını bile sadece bir motor için bir defa kullanır.
    lambo, mesela gallardo modelinde r8'in 80 hp güçlendirilmiş versiyonunu kullanır.

    ferrari aerodinami ile kafayı bozmuştur. otomobillerinin her bir tasarım detayını downforce üretmek ya da bir takım aksamlarını soğutmak için kullanır. bunun sinyalini daha f50'yi ürettiklerinde vermişlerdir. bu modelin büyük kanat kullanılan son model olduğunu, daha farklı ve akıl dolu (örn.difüzör) aerodinami araştırmalarına yöneleceklerini 20 yıl önce ifade etmişlerdir. çoğu kullanıcısı veya seveni bu detayları bilmez ve bazı tasarım özelliklerini anlamsız bulabilir. bundan dolayı da kaş yapayım derken göz çıkarmaya başlamışlardır. mesela f12'nin arkası net bir şekilde çirkindir.
    lambo'da da illaki aerodinami denen şey mevcuttur. aerodinami olmazsa bir araba süperspor, ya da egzotik olmaz zaten ama lambo ilk olarak adrenaline oynar.

    ferrari'nin her bir modelinin motor sesi ayrı ayrı çok güzeldir ama en güzel motor sesi taaa f355'te kalmıştır.
    lambo motor sesi üretmeye aventador ile yeni başlamıştır ve şu anda bildiğim en güzel motor sesidir.

    bir ferrari gördüğünüzde sanat eseri görmüş olursunuz. saygı duyarsınız. tüm dünya da marka prestijinin ilke örneğidir.
    bir lambo gördüğünüzde kalbiniz yerinden fırlar. aventador son yıllarda gördüğüm en güzel otomobildir.

    o kadar yazdım. italyan ekolünden bahsettim ama ben alman ekolüne, mühendisliğine inanırım. üretilegelmiş en sağlam, en binilebilir, sade ama kışkırtıcı otomobil porsche'dir. illa ki italyanlar rüya otomobildir. sesleri, görüntüleri ile ama porsche ve öncülüğünü yaptığı alman otomobil sanayisinin yer apayrı.

    inanmıyorsanız top gear'ın 19. sezonunda 458, mp412c ve r8'i ispanya'da terkedilmiş bir hava alanında kullandıkları bölümü seyredin. 458 ve 12c'nin alt takım kaplamalarının halini bez tavanlarının halini r8'inkilerle bir karşılaştırın.

    ayrıca bir saygı unsuru olarak (bkz: porsche 918 spyder)

  • " golfün ne olduğunu biliyorsunuz değil mi? sıçrayamayanlar için basketbol, düşünemeyenler içinse satranç demektir golf"

    "alışveriş merkezine her gidişinde, ruhundan bir parça yitirirsin içinde."

    sizi kıkırdatan cümleleri olan, bir günde okuyacağınız zevkli tatlı esaslı bir tom robbins masalı.

  • türk akademi camiasında yaygın bir gelenektir. kimi zaman "vaaay ne yazmışlar yahu" denilen bir makalenin dört, beş, hatta altı, yedi yazarlı olduğunu görünce, "aymnızıskim" diye bir tepkide bulunabilirsiniz. beş kişi 15 sayfa için ne yapar yahu? her bölüm için demiyorum ama beş, rakamla 5?

    yeni yök yasa tasarısında, "kurul tarafından belirlenecek alanlar dışında, kurbanda danaya girer gibi beş, altı yazarın yazdığı makaleler, dikkate alınmayacaktır." şeklinde bi ifade nasıl yok anlam veremedim. hımmm acaba tasarıyı hazarlayanların kendilerinden kaynaklı olabilir mi?

    - makale yazıp, comparative politics'e gönderiyoruz abi, sen de yardım eder misin?
    + kaç kişiyiz?
    - sen de katılırsan 4 olucaz.
    + ergun hoca?
    - siz hele bi yazın da beni de eklersiniz dedi.
    + toplam da beş kişiyiz yani?
    - yok abi, bu çalışma özcan hocanın danışmanlığını yaptığı doktora tezinden olduğu için... tezi yazan öğrenci de var..
    + 6 kişiyiz yani?
    - dur bakalım bizim çaycı selami "abi ben bi düşüneyim bu sene kesemeyebilirim" dedi.. o da olursa 7..

    herhalde böyle oluyor literatür taraması??

  • alındığı gün çingeneler tarafından bir tur istenen ve mahallenin köşesini dönüp gözden sonsuza kadar kaybolan gıcır gıcır bir bmx.

    yıllar sonra editi: ulan şimdi bile okuyunca cümlenin sonlarına doğru gözlerim doluyor amk.

  • ekşi sözlük yazarı olup başka bir sözlükte "ekşi sözlük'ün osmanlı tuğrası ile dalga geçmesi" gibi genelleyici başlık açabilen mal değneklerini bize göstermiştir.

    ulan kurma kolu, bir de artık yazmama sebebidir falan demişsin. sen zaten yazma bu kafayla burada.

    ekşi sözlük diye tek bir ortak akıl yok, her yazar kendi görüşünden sorumludur diye ben sana anlatma ihtiyacı duyuyorsam sen cidden yazma zaten burada.

    üstelik keyfini kaçıran durum da söz konusu değil bu arada. kimsenin tuğraya laf ettiği yok, arabasına tuğra çıkartması takanlarla bir dalga geçme söz konusu olan. sapla samanı ayırmayı bile bilmiyor.

    hele ki osmanlı için "bu toprakların gerçek sahibi" demiş ki of ki ne of. birader bu toprağın gerçek sahibi üzerinde yaşayan halktır. osmanlı o dönemin hükümranıydı, şu anda değil. sen illa ki ben teba olacağım, hür düşünce, özgürlük falan beni bozar diyorsan sevdir git mutlakiyetle yönetilen bir ülkede yaşa, kralın, padişahın, emirin uzuvlarını öperek ömrünü geçir, biz iyiyiz böyle.

  • mecaz falan kullanıldığı yok arkadaşlar, bu insanlar gerçekten tiyatro yüzünden birbirine girdi ve boşandı.

    olayı bilmeyenler ve anımsamayanlar için özetleyeyim:

    levent kırca-oya başar tiyatrosu, oya başar yönetmenliğinde al birini vur ötekine oyununu sahneye koyuyordu. başrolünde levent kırca'nın oynadığı bu oyun, oya başar'ın ilk yönetmenlik denemesiydi (son oldu galiba).

    oyunda, adalet sisteminin çürümüşlüğü ve mahkemelerde görülen trajikomik davalar işleniyordu. meddahlık geleneğine ve kabareye selam çakmayı seven levent kırca, oyun sahnelenirken metne güncel eklemeler yapıyor, doğaçlama takılıyordu. yönetmen oya başar ise, bu eklemelerin trajikomik oyunun gülmece yönünün ağır basmasına neden olduğunu, dramatik ve eleştirel yönünü gölgelediğini düşünüyordu.

    bu iş ikisi arasında inada bindi. levent kırca "kabare böyle oynanır" diyerek doğaçlama güncel esprilere devam etti. oya başar ise oyunun ruhunun bozulmasını ve yönetmenliğine karışılmasını istemediğinden, madem öyle işte böyle diyerek, kapalı gişe oynayan oyunu kaldırdı, artık oynatmıyorum dedi.

    bunun üzerine araları açıldı. birlikte çektikleri televizyon programı olacak o kadar'ın çekimlerine oya başar gelmedi. levent kırca da "öyle mi? o zaman ben de eve gelmiyorum" dedi ve tiyatroda yatıp kalkmaya başladı. oya başar boşanma davası açtı. daha sonra arayı bulmak için hatırlı insanlar girdi devreye, araları tam düzelecekken yine oyun yüzünden bozuldu. levent kırca, bu konuda tiyatronun ve olacak o kadar'ın daimi kadrosundan fatma murat ve ebru kural'ı rollerini beğenmedikleri için laf taşımakla ve oya başar'ı kendisine karşı kışkırtmakla suçladı ve onları kadrodan attı. oya başar da arkadaşlarına yapılan bu muameleyi kabullenemedi ve yolları tümden ayırdılar.

    daha öncesinde levent kırca'nın girdiği tırışkadan açlık grevi falan var da onlara giremeyeceğim.

    özetin özeti: oya başar tiyatroda ilk yönetmenlik denemesinde, sahnede levent kırca'ya bir türlü söz geçiremedi. yönetmenliği ve otoritesi sayılmayınca, oyunu sahneden kaldırdı. dışarıdan anlaşıldığı kadarıyla naz yapıyordu. ama levent kırca bunu anlayamamış olsa gerek ki, evi terk etti. naza karşı naza çekti kendini. ikisi de gurur yaptılar ve bir oyun yüzünden pisi pisine boşandılar. şaka gibi ama gerçek. inatçı keçiler!

  • ölen bizden olunca sesiniz hiç çıkmaz ama. kafası taşla ezilen gençlerimizin katillerini, tecavüze uğrayan çocuklarımızın faillerini polis konvoylarıyla koruyanlar ve bunların destekçilerine sesleniyorum.

    gidicisiniz.

  • son birkaç gündür programı izlemeye başlayan annemin yarışmalarda varlığıyla yokluğu bir olan taner'i ilk defa bugün fark etmesiyle "bu çocuk kim adanın yerlilerinden mi?" diye sorarak bombayı patlattığı yarışma.

  • ilginç bir hikayesi olan içecek.

    kahvenin ortaya çıkışıyla ilgili birçok söylenti olsa da en çok bilineni khaldi adındaki bir çobana ait.

    8. yüzyıl'da habeşistan kalfa'da yaşayan ve o bölgede çobanlık yaparak hayatını geçindirmeye çalışan khaldi, bir gün koyunlarında ilginç bir şey gözlemler. normal şartlar altında bir hayli uyuşuk tavırlar sergileyen, adeta canları hiçbir şey istemeyen koyunlar, bazı yemişleri yedikten sonra epey bir canlı hissetmeye başlarlar.

    khaldi, madem bu yemiş koyunlara canlılık katıyor neden ben de yemiyorum ki diye düşünür ve kendi de bu yemişlerden denemeye başlar. khaldi'nin tadım denemeleri tam da beklediği gibi bir sonuç verir ve kendini dinç hissetmeye başlar.

    bu deneyimlerden sonra khaldi, bu mucize yemişi çevresindeki insanlara da anlatır ve bu şekilde bu yemiş yaygınlaşmaya başlar. insanlar uzun yıllar boyunca bu yemişi çiğneyerek, kırarak veya yağda karıştırarak yerler.

    13. yüzyıl'da -şans eseri olduğu tahmin ediliyor- kahve çekirdeklerinin yanması sonucunda şu anda keyifle içtiğimiz kahve ortaya çıkar. bu olayın ardından da kahve, islam dünyasında hızla yaygınlaşmaya başlar.

    araplar bu içeceğe ''keyif veren madde'' anlamına gelen qahwah derler. ardından da türkçe'ye kahve olarak geçer. kahve, 15. yüzyıl'da istanbul'da yaygınlaşır. bu durum, o dönem istanbul - avrupa arasındaki ticaret yollarındaki tüccarların da dikkatini çeker ve kahve bu vesileyle avrupa'ya da girer. avrupalılar ise kahveye ''café, caffe, koffie, coffee, koffie'' şeklinde isimler koyarlar.

    işte bu güzel içecek günümüze bu şekilde gelmiştir ve severek tüketilmektedir.