hesabın var mı? giriş yap

  • yahu bu "can dündar devlet sırlarını ortaya çıkardı" denilen mevzu, can dündar'ın haberinden tam 6 ay önce hollanda parlamentosunda görüşülmüştü.

    kaynak

    ya bu insanlar nasıl dünyadan bu kadar bihaber, mantık muhakeme yürütmekten aciz olurlar cidden anlamıyorum.

    ulan bu nasıl devlet sırrı ki, bütün dünyanın dilinde, parlamentolarında gündem maddesi oluyor?

    rus uçağı düşürüdükten sonra, putin uydu görüntüleri ile destekleyerek, ışid ile yapılan petrol ticaretini ortaya koyuyordu.

    ne biçim sır olm bunlar? sır kelimesinin anlamını yanlış mı biliyorum yoksa?

  • afrikada insanlar aç,şükürsüz olma,ya savaşta olsaydık insanlar ölüyor gibi skten skten konuşmak.
    bunu tek geçerim zaten.
    hayır doğrudur ama bana ne ? ıyi o zaman her dakka ağlayalım o da bir depresyon sebebi.
    derdimiz var kendi çapımizda ha sana dert olmayabilir ama örnekte verme emenike.

  • abi bu adam son derece kibar davranan bir çocuğu dövmüş. ben şunu merak ediyorum, bunun sonrasından hiç mi korkmuyorlar. şimdi polis bu herifi bulacak. kimlik bilgileri mağdurun eline geçecek. adresi, telefonu, soy ağacı, osu busu... irisin, kalabalıksın falan. anladık orada güçlüsün. ama sonrası? ya intikam almak isterse?

    mesela benim karadenizli bi müvekkilim var. oğlu buna benzer bir şekilde haksız yere dayak yiyor. oğlan da kara kuru bişey, adamın kendisi de bu arada. tıfıl ailesi yani bunlar. ama adamı buldu. ağzına silahı sokup ateş de etti. ikisi de şanslıydı mermi adamın yanağından çıktı. tabi sağlam kalıcı hasar bıraktı, dişler-çene kemiği-yamuk bir surat... ama en azından öldürmedi. hapse girdi, çıktı. senin yüzünden hapse girdim diye bu defa da gitti 2 dizinden vurdu adamı. ardından yine hapse girdi. ama toplasan toplasan yattığı iki üç sene.

    nasıl şu işleri yaparken korkmuyorlar anlamıyorum amk. bu ülkede kim kendini psikopat sanıyosa çok yanılıyo. çünkü yanında süt kedisi sayılacağı insanlar herkesin çevresinde var. bi ricaya bakar. akrabası güvenliklerden dayak yedi diye bi kamyon adamı barı taramaya gönderen insan biliyorum ben. çocuğun babası zor durdurmuştu. ne şimdi bu. psikopat mı? adamı soğan cücüğüne çevirirler haberi yok. bu gün olmaz ama bi gün olur.

  • kıbrısta dik durduk, 40 senedir ağlıyorsunuz yağı, şekeri karneyle alıyorduk diye. amerikan ambargosu en çok size koyar gençler. biz dededen talimliyiz, dik durmaya alışkınız. boş yakmayın

  • kesinlikle içinde bulunduğum ikilemdir.

    okuduğum bölümden ötürü akademik altyapıyla yetiştirilmiş olmama rağmen içimde bu tarz bir isteğin tek bir emaresine bile rastlamadım yıllardır.
    eskiden beri içimde resmen esnaf bir dayı var ve sürekli olarak durup durup ''hadi'' diye sesleniyor. üstelik etrafımda ve ailemde tek bir esnaf bile yokken sadece bende böyle bir aşk olması da genetiğin mucizesi.
    büfe olur, efendime söyliyim tekel bayisi olur, restoran olur, hep sürekli bir alayım satayım, ticaret yapayım, dükkan işleteyim hevesindeyim.
    bi laboratuara kapandığını düşün, makalelere gömüldüğünü falan, bi de işlek caddede büfe falan işlettiğini. oha lan büfe süper olm.
    ama sermaye şart.

  • çocuğumu türbana sokarım,
    umrede üç beş tavaf yaparım,
    olmadı bi' de tweeti atarım
    gördüğün gibi çok yalakayım.

  • tipik bir jarmusch işi. bol müzikli, kasvetli ve durgun. eleştiriye geçmeden önce filmin ele aldığı mesele üzerinde durmakta fayda var. yönetmenimiz, popüler kültürün kendine meze ettiği vampir genre'sı üzerine adam ve eve adlarında iki aşığı yerleştirmiş. gece yaşayan vampirler üzerinden de bir sanatçı-bilim insanı eğretilemesi kurmuş. fena bir eğretileme sayılmaz zira, gündüz uyuyup gece üreten toplumdan izole bohem sanatçı tanımı ile vampir metaforu birbirine güzelce uymuş, hatta metaforu da geçip organik bir işlerlik kazanmış. lakin rahatsız eden nokta, tarihteki tüm büyük adamların tarihsiciliğin acımasız vuruşuyla ortak bir sepetin içine atılması, sonra da yaratılan hale ile özdeşleşilmesi, ve böylece bohem varoluş sıkıntısına bir meşruluk kazandırılması.

    eve'in baktığı duvardaki isimlerden bazıları şunlardı: baudelaire, poe, tesla, kafka, bach, wild, twain, bunuel, shelley, burroughs, duchamp, wagner, keaton, mevlana.* sayısız büyük adam ve kadın. ve ortak noktaları adam'ın soylu yalnızlığına meşruluk sağlamaları öyle mi? "schubert'e x besteyi ben verdim." bu sanat eserlerini beraber yarattık fakat 21.yy insanı bu inceliklerden pek anlamıyor ve biz 21.yy bohem elitleri olarak artık şu soylu yalnızlığımızla beraber acı çekiyoruz.

    diğer bir deyişle, tüm dünyayı zombiler* istila etti ve geriye de bir avuç vampirden* başka bir şey kalmadı. bu noktada adam'in yaşadığı şehir olarak, batık ve hayalet kent detroit'in seçilmesi iyi bir tercihtir. yine eve'in şehri olarak da zamanında beat kuşağının da yolunun kesiştiği tangierin seçilmiş olması manalı, hatta otobiyografik bir tercih. ve belli ki o duvardaki resimler adam kadar jim için de bir anlam ifade ediyor.

    filmde önceki filmlere de göndermeler var. örneğin şu tesla muhabbeti coffee and cigarettes'te de geçmişti. oradaki çocuk free energy olayından bahsetmişti, adam'ın bahçesine kurduğu düzenek de buna benzer bir şey değil mi? petrol yerine su probleminin çıkacağı üzerine tartışma ise -bizzat detroit şehriyle alakalı olmakla birlikte- broken flowers'da ikinci sevgilinin evine gidildiğinde mevzu bahis edilmişti. benzer şekilde bu filmde de arabada bahsi geçiyor.

    filmde kitle kültürüne dair doğrudan bir eleştiri yok, diğer bir deyişle film ötekilerin yoz hayatlarını göstererek bu sorunsalı merkezine almıyor. filmin durduğu nokta "kitle kültürü vardır, ve biz bundan rahatsızız" seviyesinde. adam, sürekli şu evinin önüne gelen rock'n roll'cu çocuklardan sitem ediyor. fakat onları derinlemesine de sorgulamıyor. sadece kendi yaşam alanına girmelerinden rahatsız. bunun yanında zaten, modernizmin içinden çıkan ve ona karşıt duruş sergileyen romantizm akımı gibi, bu bohem vampirleri de karşı kültürün neresine yerleştireceğimiz belirsiz. zira, adorno değilseniz, kitle kültürünün bir şekilde içindesinizdir. burada karşı çıkan da, destek atan da; her şey iç içe geçmiştir. neyin dışarıda, neyin içeride olduğunun net bir sınırı yoktur. yapılabilecek yegane şey, işte, bilal'in mekanında dama oynayıp nargile içenlere soğuk bakış atıp, evde partnerinle satranç oynamaktır.

    popüler ve kitlesel olana nefret ile büyüsü bozulmuş bir dünyada halen büyü yapılabileceğine duyulan inanç arasında gidip gelen, bohem sanatçının çaresiz bir filmi olla. elbette godard vari, bir geçmişe saygı duruşu, anma da yok değil. filmin finali ise filmin adına referans yapıyor. tutkuyla öpüşen iki aşık ile kan bulamazlarsa ölecek olan adam ve eve'i görüyoruz. son karede ikili aşıkların üzerine yöneliyor ve film bitiyor.
    puan: 7.9