hesabın var mı? giriş yap

  • son zamanlarda popüler olmuş gençlik aşısının hası. tabiki ana madde yine hyalüronik asit ama bunda ek olarak 58 madde daha var.

    asıl ismi nctf 135 ha . pazarlama ismi paris ışıltısı . isminin hakkını veriyor mu veriyor. gerçekten yüze ışıltı, gençlik katıyor ve ince kırışıklıkları gideriyor.

    derinin dermis tabakasına, özel mezoterapi iğne uçlarıyla uygulanır. uygulanan iğne ucu kalınlığı 32g. göz altı ve göz kapağına uygulanması için özel geliştirilen nanosoft denen iğne uçları mevcuttur.

    3 seans şeklinde 3 haftada bir olacak şekilde planlanır. gerek olması halinde ayda bir, 2 seans daha uygulanabilir. ama max etkiye 3 dozda ulaşılır.

    içindeki maddelerden dolayı cilt gerginleşir, ince kırışıklıklar kaybolur, parlak ışıltılı bir görünüm sağlar. göz altı morluklarında da en etkili uygulamalardan biridir. göz altı morluklarına etkisi çok iyi seviyededir. aynı zamanda boyun gerginliği, sarkmaları için de uygulanan bir işem.

    ne kadar ince iğne ucu kullanılsa da yüze uygulanan 80-100 enjeksiyon, bölgesine göre ağrı vermektedir. işlem öncesi uyuşturma yapılmaz, dezenfeksiyon uygulanır. dermis içinde küçük küçük papülcükler oluşturulacak şekilde uygulanır bu papüller 4-6 saate kendiliğinden kaybolur.

    uygulandıktan 10 gün sonra tam etki görülür. ilk seans uygulamasından sonra ciltte bir parıltı görülür ama tatmin etmez sizi. ikinci seansta cildin pürüssüzleştiği, parıltının arttığı, morlukların geömeye başladığı görülür. son seans, 3. senastan sonra ise ince kırışıklıklarda gözle görülür bir düzelme olduğu, morlukların gittiği, cildin gerilip pürüssüzleştiği, lekelerin bir miktar silindiği görülür. sizi görenler 'sen de bir değişiklik var ama ney?' sorusunu sorarlar. en güzel cilt bakım uygulamasıdır.

    ingiltere'de kliniklerde altın standart uygulamadır. dolgu da yaptırsan botoxta yaptırsan ilk önce nctf 135 ha uygulanır. böylece istenen genç görünüme daha kolay ulaşılır. ülkemizde ise fiyatının yüksekliğinden dolayı sadece belli kesimler tercih etmekte ve genelde daha uygun fiyatlı gençlik aşısı uygulanmaktadır. aynı etki daha uzun süre de ve daha kombine tedaviyle alınmaktadır.

    flakon içinde 3 ml ilaç çıkmakta. bazı klinikler sf ile sulandırıp miktarını arttırıp daha geniş alana uygulamakta lakin etkinliğini düşündürmekte maliyetini azaltmakta. ben dmae + organik silikon ile karıştırıp cilt gerginliği etkisini arttırarak daha güzel sonuçlar almaktayım.

    maliyeti yüksektir. magazin kesiminin en çok yaptırdığı uygulamadır. şehrine ve kliniğine göre farklı fiyatları mevcuttur.

  • belçika resmen bize biyolojik saldırı yapmış, ben ne ülkemde besleyecegim demiş vermiş mikrobu bize, bizimkilerde hiçbir başarı cezasız kalmaz, hiçbir yanlış da cezalandirilmaz mottosu gereği salmislar toplumun içine , hayırlı olsun.

  • değildir. 30 yaşımda her şeyimi kaybettim. psikolojim bozuldu. barınacak bir evim de yoktu, geçim kaynağım da. kariyerimi hiçe saydım ve sorumluluk almamak için garsonluk yaptım 1 yıldan fazla süre. sonrasında yavaş yavaş toparlandım. olumsuz şeyler herkesin başına gelebilir. 30 dan sonra yeniden doğdum. değiştim, geliştim. meğer 30 yaşıma kadar boş yaşamışım. kendimi yeniden buldum. şuan özel bir şirkette birim müdürü olarak görev yapıyorum ve o buhranlı günleri geride bıraktım. yani güzel arkadaşım 30 yaş hiçbir şey için geç değildir.
    edit: birim müdürü olarak 5 yıldır çalışıyorum ve şuan 37 yaşımdayım. 34 de evlendim ve 6 aylık da kızım var.

  • ya kardeşim amk grafitisini marmarayın camlarına kadar yapmış annesizler. kalkmış saygıdan bahsediyorsun. devletin malına zarar vermek bu. kimden izin aldın be amk evladı desen bunu yapan kişiye alınır.

    yap kadıköydeki gibi koca binaya izin alinmiş bir şekilde bizde geçerken hayranlıkla bakalım. gece vakti suikast düzenler gibi vagonlara abuk subuk isim yazmak sanat değil.

  • iç burkan röportajdır. 11 yaşındaki çocuğa ailesinin nasıl geçineceğini, ekonomik durumu düşündürenler utansın diyeceğim de onlarda utanma olsa hala koltuklarında oturamazlardı zaten.

  • adam gibi adamdır. bir gün evlenir ve cocuk sahibi olacak olursam olacağım adamdır.

    kadın hamile, üstelik karnında senin çocuğunu büyütüp taşıyor. insan olan hamile karısının ayak tırnaklarını kesmekten, hamileliği boyunca bir anlamda el ayak olup karısına hamilelik sürecini en rahat şekilde gecirmesine yardımcı olmaktan rahatsiz olmaz,bunda bir beis bulmaz.

    insanlıktır bu , daha fazlası ya da azı değil.

  • eduardo galeano'dan alıntıyla, bir epigrafla başlayalım:

    "büyüyün ve çoğalın dedik, makineler de büyüyüp çoğaldılar. bizim için çalışacaklarına söz vermiştiler. şimdi biz onlar için çalışıyoruz. gıda miktarını artırsınlar diye icat ettiğimiz makineler açlığı çoğaltıyorlar. kendimizi savunmak için icat ettiğimiz makineler bizi öldürüyorlar. hareket etmek için icat ettiğimiz otomobiller bizi hareketsiz hale getiriyorlar. buluşmak için icat ettiğimiz şehirler bizi yalnızlaştırıyorlar. iletişim kurmak için icat ettiğimiz öncü büyük iletişim araçları, ne bizi dinliyorlar ne de bizi görüyorlar. biz makinelerimizin makineleriyiz. onlar masum olduklarını iddia ediyorlar. ve bunda haklılar."

    tüketim toplumu da bu yolla oluşturulmadı mı zaten?! bence tükettiğimiz şunca ürün(hatta hizmetleri de katabiliriz) gereksiz ve boş beleş. insanlar neden buna uyanamaz anlamış değilim. her şeyi ihtiyaçmış gibi, ne bileyim olmazsa ezik kalırmışız gibi ya da egomuzu okşamak adına bize kakalamıyorlar mı?!

    mesela şişelenmiş meyve suyu diyelim. bakıyorsun bunun reklamları oluyor. olağanüstü estetik portakallar havada uçuşuyor; mandalinaları, narları ninjalar ortadan ikiye ayırıyor. bembeyaz dişleriyle sağlıklı bir kadın, öğle sıcağının altında bunu yudumluyor falan filan. sonra da adam gidip bunu satın alıyor. bu kadar salakça bir şey olabilir mi? biz şişelenmiş, paketlenmiş meyve suyundan önce de vardık. ben portakal seviyorsam giderim, onu alırım; istersem basit bir aparatla bunun suyunu da çıkarırım. senin "renklendirici içermez" sempatikliğine gerek duymadan, zaten benim için gerekli olan formda onu tüketirim.

    şöyle güzel bir söz var; "insan nedir biliyor musun? ağaçları kesip kağıt yapan, sonra o kağıda, ağaçları koruyun, yazandır.'

    insanlara bu tarz tüketim alışkanlığı kakalanıyor. neden? belki de sürekli sistemin çarkları arasında kalsın diyerek. doğanın bana sunduğu şeyleri, basit dönüşümlerle tüketmek varken, neden bu çeşitlendirilmiş, üstelik temsil ettiği gıdanın, kıyafetin yerini tutamayan işleri tüketeyim ki? bir insanın ihtiyaçları genel olarak bellidir; kapasitesi de öyle. şurada kaç litre kapasiteli miden olduğu; günlük kalori ihtiyacın belliyken; boyun posun ortadayken neden bu tüketim çılgınlığı.

    ben kendimce bu ürünlere "ürün gereksinim oranı" ile yaklaşıyorum. gereksinimim olmayan şeyleri satın almıyorum. mesela kişisel olarak otomobil sahibi olmak aptalcadır. ama tabii konfor satın alıyorsun; araban kapının önünden kalkıyor diyeceksiniz. "bas düğmeye, bak keyfine" diyerek kontralar yapacaksınız. zaten bu yüzden eduardo galeano'nun sözlerini paylaştım yukarıda. size konforunuz karşılığında bir adet eylemsizlik kakalıyorlar. pekala işlerinizi toplu taşıma araçlarıyla da halledebilirsiniz. "ama orada ebemiz belleniyor" diyeceksiniz. işte araba satın alıp, hayatla mücadeleye girmek size zor geliyor. kendi doğanıza ters düşüyorsunuz. bizlerin nefsini, egosunu okşuyorlar.

    insanlar birbirlerine caka satmak derdinde. halbuki şöyle dikkatlice baksak, dünya ekonomisi her an resesyona girebilecek, kritik bir çizgide dönüşüyor. şöyle bir hayatıma baktığımda bir çok üründen çok kolayca vazgeçebileceğimi, hatta bunlar olmayınca, bir miktar iyileşeceğimi de öngörüyorum.

    senin için geçmiş kardeşim, diyebilirsin. belki de öyledir. ama artık bu salaklığa başkaldırmak istiyorum ve bu yazdıklarım ideolojiler üstü bir yazıdır dünyanın aptal gidişatını kaldıramıyorum. başkasının ağzıyla konuşan bu yüzeysel toplum; ucuz zevklerin yönlendirdiği bu barkod karşılığı değiş edilmiş canlı etten tiksiniyorum adeta.

    http://www.youtube.com/…vyhvt_jebg&feature=youtu.be

  • salaklığın doruğuna çıkarak, nasıl bi motivasyonlaysa artık, baba evdeyken, oturmakta olduğu odanın tam karşısındaki salonda, ışıklar açık, kapı açık, son derece ortalık yerde sigara yakılınca başa gelecek hadisedir.

    baba, televizyon yayınındaki bir problemi kontrol etmek için aniden salona girer, geçerken başını çevirip koltukta salak salak, kucağında kültablası ve yeni açılmış bir sigara paketi, elinde yeni yakılmış sigarayla ayak ayak üstüne atmış oturan yaş-onyedi-beyin-sıfır shirak'ı görür, başını aynen çevirip yürümeye devam eder, gider tv'nin önünde durur. shirak'a bakmadan, "sigara mı içiyorsun kızım?" gibi aslında son derece anlamsız bir soru sorar. shirak'ın bu soru karşısında yapabileceği pek fazla bi şey yoktur, ama salaklığı tavana vurdurmak şart olduğundan, kısa ve net bir cevap vermeyi tercih eder shirak: "yoooo????" hani bi "aaa, nereden çıkarıyorsun?" tonlaması da vardır bunda. bu arada pozisyon değiştirilmez, sigara söndürülmez, bi gözüne ışık tutulmuş tavşan gibi paralize olma hali vardır muhtemelen. angut duruş sürdürülür.

    baba yorumsuz odayı terk eder. shirak, odasına gider. kendisini soktuğu bu durumdan kurtulma şansının olmadığına emindir çünkü. anne gelir, ne halt ettiğini sorar shirak'a. "kızım, sen manyak mısın?" efektleriyle. bu arada kurtarıcı soruyu da sorar ama: deniyor muydun yoksa? shirak can simidini bulunca yapışır, evet deniyordum, merak etmiştim diye. anne gider, babaya söyler, baba tereddütsüz inanır. inanma gerekçesi, yalnız, aşağıdaki gibidir:

    - bu kadar aptal olacak hali yok ya çocuğun, ortalık yerde böyle içtiğine göre hakikaten denemek istemiş demek ki. gerçekten içiyor olsa, bu şekilde orta yerde içmesi imkansız, ben çocuğumun bu kadar salak olduğuna inanmam zaten.

    shirak sevinsin mi üzülsün mü bilemez.

  • tarihten günümüze demişler de olayların hepsi 1913 - 1928 arası amk.

    abd' ye saldırdığınız için 20 yıldır ülkenizi işgal eden koalisyondaydık demenin kardeşçe bir yolunu bulamadılar herhalde.

  • ahmet çakardan rok'a gelsin: benim senin gibi iktidardan gücüm yok ertem gibi ilişkilerim yok. ben kendi halinde bir adamım.

    helal lan hoca.

  • üçlü uçak koltuklarındaki orta kolçak/kol dayama yeri tartışma yaratabiliyor. burada hakkın kimde olduğu konusu kültürel normlara ve bireysel bakış açılarına bağlı olarak değişebilir.

    genel olarak, orta koltuktaki gariban yolcunun, pencere veya koridor koltuklarındaki yolculara kıyasla daha az alana ve konfora sahip olduğundan, her iki kolçağı da hak ettiği düşünülür. (vicdanen bana da doğrusu bu geliyor.) ancak, uçaklarda kol dayama haklarına ilişkin bir kural yoktur. pratikte, yolcuların kolçakları paylaşmaları ve birbirlerine karşı düşünceli olmaları beklenir.

    kolçak paylaşımına yönelik bazı yaygın yaklaşımlar şöyle:

    1. ortak kullanım: yolcular, her bir kişi kolçağın yarısını kullanarak alanı eşit olarak bölebilir.

    2. tek kol kuralı: bir yolcu kol dayanağının kabin koridoruna daha yakın olan ön yarısını kullanırken, diğer yolcu koltuk arkasına daha yakın olan arka yarısını kullanır.

    3. zaman paylaşımı: yolcular, uçuşun farklı dönemlerinde dönüşümlü olarak kol dayanağını kullanabilirler.

    sonuç olarak en iyi yaklaşım, koltuk arkadaşlarınızla kibarca iletişim kurmak ve karşılıklı olarak kabul edilebilir bir çözüm bulmaktır. yanınızdaki tanıdığınız biriyse zaten bu konuyu daha rahat halledebilirsiniz. bu tür durumlarda başkalarının kişisel alanlarına karşı düşünceli ve saygılı olmak çok önemlidir.