hesabın var mı? giriş yap

  • yaptığı dizaynın inşa ettiği şehrin başarısı yada başarısızlığı bir yana modernizmin en önemli çelişkilerinden biri olan sınıf ayrımını şehre monte etmiştir.yoksulları şehrin merkezinden uzaklaştırıp banliyölere atmış,burjuvaları da şehrin merkezine yerleştirmiştir.ayrıca halk ayaklanmalarını kolay bastırabilmek için askerlerin ve polislerin kolayca müdahale edebileceği yollar tasarlamış,isyanların sokaklarda kol gezememesi adına elinden geleni yapmıştır.gelişim ve yıkım eş zamanlı olarak diyalektik bir gerçeklikle haussman'ın yeni paris'inde vücut bulmuştur diyebiliriz.

  • akçay tarzı yerleri (ege ve akdeniz) kuşatan, yerel halka ve esnafa dünyayı dar eden emniyetin nedense dokunmadığı doğulu çeteler var böyle. defalarca sosyal medya da gündem olmuştu. bu 'şey' de onlardan biri muhtemelen.

  • yıl 2008 bükreş aylardan aralık, noel zamanı yaklaşmakta. ben de o ara çıkan krizde topu diken bir inşaat firmasında çalışıyorum. şirket bana dacia logan araba verdi onunla şantiyeye gidip geliyorum. sabah şantiyeye geldim fark ettim ki cüzdan yok yanımda, ehliyet mehliyet hiç bir şey yok. akşam bizim tarafa giden birine beni de bıraksanıza cüzdanı unutmuşum dedim, yok abi burada polis çevirmez dedi. iyi dedik, tabi ki çevirdi. ehliyet yok yanımda, kimlik vesaire hiç bir şey yok. poliste sıfır ingilizce, ben de sıfır romence, şirketten romence bilenleri arıyorum açan yok telefonu. türkçe söylendim hay şansıma tüküreyim gibisinden. polis türkçe sen türk müsün dedi, evet dedim. sende yok ehliyet arabayı alacağız, sen de gelecek polise diyor. ya dedim etme eyleme ev şurası, araba kalsın ben 5 dakikada gider alırım falan, yok olmaz, amir yollamıyor seni. yapma işte bak ev şurada işte hem sen bu türkçe'yi nereden biliyorsun dedim aklım sıra istanbul, bursa falan diyecek de ben de muhabbeti koyulaştırıp yırtacağım. ev arkadaşı türkmüş o öğretmiş falan. en son ağzından baklayı çıkardı, siz dedi türkiye'de ne yapıyorsunuz polis ceza yazmasın diye ondan ondan lazım dedi. bir taraftan tamam sıyırdık diyorum, öbür taraftan ibneye bak öğrenmiş ama rüşvet kelimesini de bilmiyor falan diyorum. neyse plakayı aldı, eve git getir evraklarını dedi, zaten ev dibimizde gittim aldım geldim iyi tamam dediler yolladılar. tl karşılığı 90-100 tl civarı bir parayı indirmişti ibneler. ertesi gün şantiyede romen şoförler, noel zamanı ya yaparlar öyle şeyler dediler. ulan şansa bak aq, elin romanyasında türkçe bilen polisle rüşvet pazarlığı yap.

  • turizm sezonunun bitimine denk gelen açıklama. suçu yine vatandaşın üzerine atıp sorumluluk almayacaklarını garanti ederim.

  • 15 nisan 1912'de buz dağına çarpıp batmış gemidir. daha sonra çekilen belgesellerde anlatıldığı kadarıyla;

    - telsizle yardım istenmiştir. ancak kimse bunu ciddiye almamıştır. "lan titanik batar mı be haha" tarzında konuşmalar olmuş carpathia isimli gemi olayın ciddiyetini kavrayarak tam yol kaza bölgesine gelmiştir.

    - kaptanın en son görüldüğü yer kendi odasıydı. oradan çıkmadı. filikalara yerleştirilen yolcuların organizasyonu 1. sınıf yolculardan bir albay yapıyordu.

    - yolcular yerleştirilirken orkestra hiç susmuyordu. en son zamanda "tanrıya yaklaşırken" isimli parçayı çaldılar. bu çok bilindik bir şarkıydı. *

    - filikalarla uzaklaşan yolcular titanic'in ışığıyla bütün olan biteni görüyorlardı. taki elektrik motorları patlayana kadar.

    - gemi ortadan (3. ve 4. bölümler arasından) bölündü ve ön taraf hemen battı. kuyruk (pervane) tarafı bir süre suda yüzmeye devam etti. yolcular kurtulduklarını sandılar. ama orasıda batmaya başladı. en köşede olanlar başlar bile ıslanmadan yüzdüler. sanıldığı gibi girdap oluşmadı.

    - filikalardan bir tanesi diğerlerine aktarıldı ve hayatta kalanları kurtarmak için geri döndü. bu dönüşten sadece 4 kişi kurtuldu. bunlardan biriside yolcuları yerleştiren albaydı.

    - çoğu insan boğularak değil donarak öldü.

    - tüm bunlar yaşanırken the times'in temsilcisi titanikteki konuşmaları yakaladı ve dünyaya ilk duyuran yayın organı oldu. ama kimse ciddiye almadı. white star yetkilileri olayı inkar ettiler ama bir kaç gün sonra yalanlayacak halleri kalmadı.

    - filikadaki yolcular kürek çekmek istediler. görevliler ilk başta karşı çıktı. ama denize atılmakla tehdit edildiler. çaresiz izin verildi. kürek çekenler arasında 1. sınıf yolcularda vardı. kürek çekmek istemenin 2 nedeni vardı. birincisi soğuktan üşümemek. ikinci ve asıl önemlisi; olan bitenden bir nebze olsun uzak kalmak, bir işle meşgul olmak.

    - carpathia olay yerine intikal etti. yolcuları ve filikaları denizden aldı. new york'a kadar hiç bir telsiz konuşmasına izin verilmedi. sadece kurtarılan yolcuların isimleri telsiz geçildi. askeri yardım teklifi bile geri çevirildi.

    - içeride biri daha vardı kurtarılmış. bruce ismeel. white star'ın kurucusu. bütün kurtarılan yolcular onun varlığından rahatsız olmuştu. halbuki titaniki tasarlayan adam titanik ile sulara gömülmüştü.

    - new york sularına yaklaşınca basın gemisi hemen carpathia'ya yaklaştı. mürettabata para teklif ettiler gemiye atlamaları için. ama kimse atlamadı. 1 basın mensubu carpathia'ya çıkabildi. o da hemen alıkonuldu ve gemi karaya çıkana kadar kimseyle görüştürülmedi.

    - new york'da tanıdığı olmayan kimse aşağıya indirilmedi.

    - hakkında çok spekilasyonlar oluşturuldu. bir çok kişiye (olayla bağımlı veya bağımsız) fatura kesildi. acı bir tarih yaşandı. kazadan çocuk yaşta kurtulup ileride baseball oyuncusu olan bir kazazede titanikte duyduğu sesleri "galibiyet vuruşundan sonra stadyumun sevinçle inlemesi" şeklinde benzetmiştir.

    - en önemli gerçeği titanik battıktan sonra öğrendiler. "insanoğlu hiç bir zaman doğayı yenemezdi."

  • starbucks'ta isim sorulduğunda sevgililerinin ismini söylemeleri.

    bi de çok matah bişeymiş gibi sevgili ismi yazan bardağın fotoğrafını facebook'a eklemeleri.

    geberin lan.

  • taksici üç lira bozuk yok deyince, üç liralık daha sür dedim. fakiriz ama saf değiliz çok şükür.

  • hastalığınızın biyolojik hiçbir kökeni olmadığını öğrendiğinizde korkuyla karışık şeyler hissedersiniz. çünkü bu tedavisi kesin olmayan bi rahatsızlıktır. ülserseniz ona göre ilaç içersiniz. hastalığın yapısını ve ilaca ne tepki vericeğini, ileriki safhaların ne olacağını bilirsiniz. modern tıp bu tip bilgilere sahiptir. ama mideniz tamamen sağlıklıysa ama nedenini bilmediğiniz halde bir gün durmadan kusmaya başlarsanız bunu bilim kalıcı olarak tedavi edemez. sorunun midede olmadığını kafada olduğunu öğrendiğiniz zaman hastalığınız hala ordadır. psikologla yaptığınız terapilerde sorununuzu fark ettiğinizde ve bilincine vardığınızda hastalığınız hala ordadır. bedeniniz ve ruhunuz ilişki içinde olsada burda kontrol sizde olmaz. gerçekten psikosomatik bi rahatsızlığınız varsa "neden ben" diye üzülmekte çok haklısınızdır. ilaçlarla idare edebilirsiniz ama o da ilaçlar yan etkisi göstermeye başlayana kadar. bence çözüm vücudunuzun hangi olaydan sonra o tepkileri vermeye başladığını bulmak ve orda her neyi değiştirdiyseniz eski haline geri getirmek. yani vucudunuz istediğini yapmak. bunu yaparkende kendinizi kısıtlanmış hissetmemeye çalışın. vücudunuzun sizin için, hayatta kalmak için size en iyi yolu gösterdiğini düşünün.

  • hiçbir şeyin sonu değil diyen arkadaşlara anlatayım. herkes için bu dediğiniz şey geçerli değil. 25 yaşında okulumu bitirdim. 26sında askere gittim. 27 yaşında iş aradım bulamadım. bulamayınca da 1 sene bütün iş durumlarını kenara atıp sadece kpss'ye odaklandım. dedim ki ben 1 sene bu sıkıntıya katlanıp gerekirse tüm kitapları tarayacağım ve çalışacağım. ortamım değişsin diye de 8 sene yaşadığım erzurum'dan kalkıp izmir'e taşındım. ekim ayında başladığım maratonda sınava kadar pek çok kitabı aldım, her yayından soru çözmeye çalıştım. temmuz ayının 5'ine geldiğimde yaklaşık 35000 soru ve 50'ye yakın deneme çözdüm. son 1 ay her gün dersaneye gidip sabah 8, akşam 5 ders çalıştım. akşam da eve gelip deneme çözmeye veya konu tekrar etmeye çalıştım. benim gibi ders çalıştığını bildiğim türkiye'nin muhtelif yerlerinde en az 10 arkadaşım var. hepimizin tarih neti 15 net civarında.

    demem o ki belki hiçbir şeyin sonu değil ama hiçbir bokun da başlangıcı değil. halbuki ben 1 senelik emeği bir şeylerin başlangıcı olsun diye vermiştim. şu an 1 sene önceye geri döndüm. ösym soru komisyonu zaman makinasını buldu, bilmem kaç bin öğrenciyi 1 sene öncesinin hayattan hiçbir beklentisi olmayan tiplerinde geri döndürdü.

    gerçekten müfredatta ve geçmiş senelerde olduğu gibi sorular olsaydı da yapamasaydım anlardım. yani "buraya çalış" dedikleri yerlerde çalışmadığım ya da gözden kaçırdığım bir yer olsaydı kimseye kızma hakkım olmazdı. şimdi kızma hakkım var ama ben kızdıkça o kurum üste çıkıyor. din, iman bilmem ama insan hakkı diye bir kavram var. onun cezası da bu dünyada çekiliyor. hayatım boyunca hiç beddua etmedim ama şimdi eğer yukarıda biri varsa ve insan hakkını önemsiyorsa umarım bunca insanın emeğini hiçe sayanların cezasını kendi çocuklarından çıkarır. yazık bunca emeğe, paraya, insana.

  • eleştirilmesini "kim ne kazanıyorsa kazansın, siz kendi kazancınızı arttırmaya çalışın" minvalinde eleştirmeyeceğim.

    çünkü bir diş doktoru okulunu okumuştur, sermayesini bulup müessesesini açmıştır ve işini yapmaktadır.

    bir doktor, okulunu okumuştur, pratisyen olarak kendi işini yapmaktadır ya da tus'u kazanmıştır, asistanlığını yapmıştır ve nerede olursa olsun kendi işini yapmaktadır.

    br öğretmen, okulunu okumuştur, kpss'yi geçmiştir, bir okula atanmış ve kendi işini yapmaktadır.

    sen de yapabilirsin! evet, zor değil, önünde engel yok, kimse seni durdurmuyor, hayatını ona göre ayarla, git oku çalış kazan ve yap!

    ancak bu ülkede milletvekili olamazsın,arkan yoksa, birilerini yalamadıysan. üst düzey memuriyet alamazsın, torpilin yoksa. ihale alamazsın, siyasi bağlantıların yoksa.

    sana imkan verilmeyen gelir kaynaklarını sorgula, eleştir, isyan et!

    senin de yapabileceğin bir iş varken, o kişi o görevi gökten zembille değil, hakkıyla almışken, saçmalama.

    doktor çok kazanıyorsa, öğretmen rahat çalışıyorsa, diş hekimi fazla alıyorsa, boyacıların işi kekse, kaldır bir tarafını bir zahmet ve yap.

    yok ama batmaz bizim ülkemizde kaçakçılıkla zengin olan otobüs şirketleri, devlet ihaleleriyle doyan inşaat şirketleri, vergi kaçıran holdingler..

    varsa yoksa yolu herkese açık olan doktorlar, öğretmenler vs.

    biri anlatsın, neden?

  • lost aşşa lost yukarı diye histeri krizine giren gençler arasında lost hakkında eşsiz yorumlar yapmam için bana yönelmiş bir soru karşısında, soruya karşılık sorduğum soru.

    "peder bey, baba, lost mükemmel bir dizi değil mi? eşsiz bir yapım. valla ben tüm vaktimi lost'a ayırıyorum"
    "lost ne lan?"

    bunu dediğim anda gençlerden birisi bayıldı, birisi de hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. ağlayanı teselli ettik, bayılanı da gazozla ayılttık. ülker çamlıca gazozla.

    sonra topladım hepsini çevreme ve şöyle dedim: "bakınız çocuklar, tamam lost most bunlar iyi şeylerdir ama bu kadar bağımlı olmayın. elin amerikalısı bundan para kazanıyor be size ne? biraz dersinize bakın, ya da çıkın dışarılarda gezin, bu kadar esir olmayın böyle dandik şeylere. veya kitap okumayı deneyin, nasıl olur?"

    ondan sonra hepsi yıkandı, tertemiz, pasparlak oldular ve bir daha lost mudur, most mudur ne karın ağrısıysa izlemediler onu. ama cillop gibi oldular, saçları da yana taradılar, bir yakışıklı oldular ki, görme.