ekşi sözlük kullanıcılarıyla mesajlaşmak ve yazdıkları entry'leri
takip etmek için giriş yapmalısın.
hesabın var mı? giriş yap
hastası olunan sözler
-
basari hamilelik gibidir. herkes tebrik eder ama kac kere sikildiginizi kimse bilmez.
törende şiir okurken gülme krizine giren çocuk
satılmış
-
efendim bu ismin verilmesindeki hikâye şudur: "dursun, durmuş, satı, satılmış, hediye, ömür yaşar gibi adlar çocuk ölümlerine karşı tedbir olarak konulan adlardır. bebekleri ölen aileler, bu adları tercih ederek ad büyüsü yapmaktadırlar. 'satmak' kökünden türetilen adlarda, bebeğe musallat olan kötü ruhları, bebeğin o aileye ait olmadığına, başkasına satıldığına inandırarak kandırma hilesi yatmaktadır. bazı yörelerde bebek, 'satıldığı' yeni anasının eteklerinin altından geçirilip yakasından çıkartılarak satma işlemi, gerçekte doğurma işlemi yapılmaktadır. eski türk*ler de aynı yöntemi uygulayarak kötü ruhları bebeklerin değersizliğine inandırıp kaçırtmak için çocuklarına itilmas, itboku, çoçkabay (domuzbay) gibi adlar koymuşlardır."
kaynak: gündelik hayatımızın tarihi, kudret emiroğlu, dost kitapevi . . .
sanayiyi onlar ayakta tutuyor
-
mansur yavaş'ın seçimi kazanması halinde faturalarımızı pkk'nın getireceğini söyleyen bir tipin sözüdür.
dilan polat
-
kendisine acıyan, üzülen insanlara da ben üzülüyorum. ya çok iyi niyetlisiniz ya da dümdüz salak.
6 şubat 2021 sokağa çıkma yasaklarına uyulmaması
-
buna sokağa çıkma yasağı demeyelim de "gün içinde yaya olarak istediğinizi yapabilirsiniz yasağı" diyelim siz de kurtulun biz de kurtulalım..
ömer hayyam
-
büyük şair olabilmesinin nedeni, kafasında bir şeyleri netleştirememiş olmasından ileri geliyor. eğer insan kafasında bir şeyleri netleştirebilmişse, belki ondan iyi bir bilim insanı olabilir, eleştirmen olabilir ama ondan iyi bir sanatçı olmaz. sanatçının zihni sürekli bir şüphenin etkisi altında kalmalıdır, çünkü bu şüphe olmadan sanatçı dünyayı her yönüyle, bütüncül bir şekilde kavrayamaz. bu yüzden büyük şairler söz konusu olduğu zaman “şucudur, bucudur” diyemiyoruz. ömer hayyâm'ın şiirlerinde müslümanın da agnostiğin de ateistin de deistin de; stoacılığın da septisizmin de hazcılığın da platonculuğun da sesini duyabilirsiniz. bu çok seslilik onu büyük bir şair yapıyor. her olaya karşı aynı tepkiyi veren kişi çok sesliliği ıskaladığı için yavan şiirler üretiyor. bizim edebiyatımızda nazım hikmet'in yaşlılık öncesi şiirleri veya necip fazıl'ın islâm'ı benimsedikten sonraki şiirleri yavandır. çünkü ikisinin de o sıralar kafasındakiler netti, hayata yalnızca bir açıdan bakabiliyorlardı. oysa ömer hayyâm'ın şiirlerinde böyle bir şey yok. şöyle örneklendirilebilir:
epikuros felsefesinin de etkisi bulunabilir:
“gönlümün dilediği gül yüzüne bakmak;
elimin özlediği kadehi kavramak.
her zerrem nasibini almalı dünyadan
yarın güle kavuşturmadan beni toprak.”
antik yunan melankolisinin etkisi bulunabilir:
“can verinceyedek bu çorak yerde
dertten başka ne geçer ki eline?
ne mutlu çabuk gidene dünyadan;
hele bu dünyaya hiç gelmeyene!”*
stoa felsefesinin de etkisi bulunabilir:
“şu dünyada üç beş günlük ömrün var,
nedir bu dükkânlar, bu konaklar?
ev mi dayanır, bu sel yatağına?
bu rüzgârlı yerde mum mu yanar?”
tasavvufa da göz kırpmıyor değildir:
“sevgiyle yoğrulmamışsa yüreğin
tekkede, manastırda eremezsin.
bir kez gerçekten sevdin mi dünyada
cennetin, cehennemin üstündesin.”
———
(*): bu dizeleri okuyunca, sophokles’in oidipus kolonos’ta adlı tragedyasının şu bölümünü anımsamamak mümkün değil (1225 vd.):
“hiç doğmamak her hâlükârda en iyisidir;
ancak gördükten sonra bir kez günışığını insan,
ikinci en iyi, mümkün olduğunca çabuk
dönmesidir geldiği yere.”
friedrich nietzsche bu dizelerin hemen hemen aynısını kullanarak “antik yunan melankolisini” anlatmaya çalışmış. o yüzden ben de “antik yunan melankolisi” demiş bulundum.
not: ömer hayyâm'ın şiirlerinin çevirilerini sabahattin eyüboğlu'ndan aldım.
uzun süre doğruluğuna inanılan ebeveyn yalanları
-
süt akşamları sarı gözükür oğlum :(
yıllarca inandım bu yalana, meğer annem çiğ yumurta katıyormuş süte benim içmem için.
looking for eric
-
ken loach abimizin yine döktürdüğü, enfes ingiliz filmi. futbol, aşk, hayat mücadelesi ve tabi ki eric cantona'yı görüyoruz bu filmde. sürünen, hiç bir işi yolunda gitmeyen, ve kendisinin de itiraf ettiği üzere hayatının bir çok evresinde hatalar yapan postacı eric'in halüsinatif arkadaşı ve idolü eric cantona ile girdiği diyaloglar sonrası kendini toparlaması, ve hayatına çekidüzen vermesinin hikayesi. yakaları kaldırdığımız günleri hatırlattığı için de ayrıca güzel olan yapıt.
rabbimiz sizi biraz korku ve açlıkla sınar
-
fransız devrimi, rönesans ve aydınlanma dönemlerine az kaldığını bize gösteren demeçtir. teşekkürler erdoğan. bu ülke sana çok şey borçlu(!) türkiye tarihinin ortaçağı da böylece tarih sahnesinden kapanmış oluyor. sırada pozitivizm ile birlikte din ve bilimin ayrılması var.
edit: bakalım altın vuruşu yapacak türk descartes'ımız ne zaman çıkacak*
her siki bildiğini sanan iş arkadaşı
-
her ofiste demirbaş olarak bulunan elemandır. 'bizim ofiste yok' diyorsanız size kötü bir haberim var.
iban'i iban diye okuyan cahil
-
allah başka dert vermesin kardeş
şişli'de sustalıyla boğaz kesen kişinin videosu
-
haberde en çok "özel ekip kuruldu" kısmına güldüm. sanki filmlerdeki jason amcamız gibi tipler son teknolojiyi kullanarak suçluları yakalayacakmış gibi bir izlenim veriyor ama doğrusu birkaç kişilik ekip ile civar güvenlik kamerası izlenip ağzında sigara ile ekranda parmağıyla gösterip "bah şoraya gacıyor o kamaraya da bakah" diyen göbekli polisler suçluyu yakaladıktan sonra göç idaresine gidip işlem yapması uzun ve meşakkatli olacağı için uyarı yapılıp serbest bırakılıyor.