hesabın var mı? giriş yap

  • "yaşamın anlamı üç farklı yoldan keşfedilebilir:
    1. bir eser yaratarak ya da bir iş yaparak
    2. bir şey yaşayarak(iyilik doğruluk güzellik gibi, doğayı ve kültürü yaşamak gibi) ya da bir insanla etkileşerek
    3. kaçınılmaz acıya yönelik bir tavır geliştirerek"

    (insanın anlam arayışı)

  • dün akşamki yayınlarında film eleştirisi yaptıkları bölümde;

    cenk : ....küçükken doğduğum sokağın numarası da 109'du, o yüzden bu 109 dakikalık filmle duygusal bağ kurdum.

    erdem : küçükken doğmuş olmanız büyük avantaj cenk bey.

    cenk : evet bu sayede hayata erken atıldım.

    böyle de manyaklar.

  • bakın ülke olarak çok büyük bir fırsatı kaçırmak üzereyiz. açın cami kapılarını hacı dayılar doyasıya yapsın ibadetini.

  • fast and furious başladığında kendi içinde tutarlı bir seriydi. bir alt kültürü anlatmayı tercih etmişlerdi ve her ne kadar lümpen bir tarzları olsa da sokak yarışçıları ve onların hayatlarını düzgün bir şekilde anlatabiliyorlardı. konusu herkese hitap etmeyebilir tabi. ancak seriyi, anlatmayı tercih ettiği konuyu ne kadar iyi anlattığıyla değerlendirecek olursak en azından ilk filmlerde görece başarılı olduklarını söyleyebiliriz.

    fast & furious ve 2 fast 2 furious filmleri çok tuttu. bu filmlerin çıkış dönemi need for speed serisinin underground, underground 2 ve most wanted zamanlarına denk gelince de lise çağında olan bir hayran kitlesi edindi kendine. bu oyun serileri ile insanlarda bir modifiyeli araba sevgisi başladı. izleyici de filmlerde bu arabaların gerçek hallerini görme şansına erişti. daha sonra tutan pek çok diğer yapım gibi bu film serisinin de suyunu çıkarmaya karar verdiler.

    her ne kadar yüzeysel karakterleri olan kadınları obje gibi gösteren arabalar ile seyirci çekmeye çalışan orijinallikten yoksun senaryoları olsa da dördüncü filme kadar serinin kendi içindeki mantığı bozmadan gelebildiler. dördüncü filmden sonra ise işler çığırından çıkmaya başladı. işte otobanda tank ile kovalamaca sahneleri, denizaltılar, hacker'lar falan saçmaladıkça saçmaladılar.

    normalde diğer herkes gibi benim de seri kötü diyerek geçmem gerekiyordu ancak ben bu kötülükten çıkarılacak bir şey fark ettim. fast and furious'un başına gelen şeyler sözlü edebiyatta destanların nasıl ortaya çıktığını ortaya koyan teorilere benziyor.

    bu teorilere göre sözlü edebiyatın temsilcileri olan ozanlar aslında basit gündelik hikayeleri anlatarak bu işe başladılar. ancak yıllar geçtikçe insanlar bu tip hikayelerden sıkılmaya başladı. ozanlar da günlük hayatta olan şeyleri abarttıklarında hikayelerin daha çok ilgi çektiğini fark ettiler. yaşadığı köydeki insanlardan biraz güçlü olan bir adamın hikayesi anlatıla anlatıla herkül'e dönüştü. ormanda bulunan iki çocuğun hikayesi yayıla yayıla romus ve romulus oldu. iyi dövüşen bir hükümdarın hikayesi abartılıp, doğduktan kırk gün sonra et yemeye ve konuşmaya başlayan oğuz kağan'a dönüştürüldü.

    fast and furious da bu abartı işine girmek zorunda kaldı. çünkü sözlü edebiyat gibi sürekli "anlatılıyordu." mesela ilk filmde ekip elektronik ev eşyası çalıyordu ve yerel çeteler tarafından sıkıştırılıyordu. ancak benzer soygun hikayelerini tekrar anlatırsanız izleyici ilgisini kaybeder. bu nedenle işler büyüdü. ilk filmde polisten koşarak kaçan don, son filmlerde ajanlardan falan sıyrılmaya başladı. ekip ufak çaplı tır soygunlarını bırakıp avrupa'ya gitti. yerel çeteleri aşıp uyuşturucu baronlarına kafa tutmaya başladılar. çünkü hikayenin bir şekilde devam etmesini istiyorlardı. o yüzden gidebilecekleri tek yöne yani yukarıya gittiler. şöyle düşünün ilk filmde hızınız 250 km ise ikinci filmde bunu 300'e çıkarmanız gerekiyor ki karakterler için yeni bir mücadele olsun. ilk filmde 250 yaptıktan sonra ikinci filmde 200 ile giderseniz izleyici ekran başında heyecanlanmaz çünkü bu karakterin zaten 250 ile araba kullandığını görmüştür.

    son olarak şunu söyleyeceğim. ilk filmler de dediğim gibi o kadar ahım şahım şeyler değildi. ancak farklı bir kültürün dünyaya bakışını yansıtıyordu o zamanlar. şimdi ise bu alandan ayrılıp ne idüğü belirsiz bir şeye dönüştü. artık filmlere üç şekilde yaklaşıyor insanlar. birincisi hala hayran hayran izleyenler, ikincisi film serisinden nefret edenler, üçüncüsü de benim gibi kötü olmasına rağmen b tipi film muamelesi yapıp keyif almaya çalışanlar. ciddi bir sinema ortamında tabi ki adı bile geçmez ama dediğim gibi anlatılar da abartının nasıl ortaya çıktığını görmek için güzel bir örnek olabilir.

  • yemekte ekşi, tatlı, tuzlu, acı doğru oranlarda kullanılırsa lezzeti beyninizi karıncalandırır. yemeğe pekmez mi koyulurmuş gibi önyargılarınız olmasın. monosodyum glutamat ın bize bol bol cips yedirmesinin sebebi bu aslında, bütün tat duyularını mıncıklıyor ve ağzımızın suyu aka aka yiyoruz.

  • ben bunun yapılabilecek en psikopatça olanını denedim. şanssızlığın da peşimi bırakamasıyla daha acı bi şekilde devam etti.

    benim doğum günüm yaz mevsiminde. bu yüzden ben çalışmak için istanbul'da kalırken, tüm arkadaşlarım memleketlerinde olurlar. ben de doğum gününü mal mal evde geçirmeyeyim de, sinemaya falan bi aktiviteye katılayım diye gittim bi bilet aldım. en yakın seans hangi filmeyse gittim aldım, girdim salona.

    "ahhh ne acıı tek başıma sinemaya geldim, şimdi çiftler gelecek, gözümün içine baka baka beraber film izlicekler" diye üzmeye hazırlıyordum kendimi.

    lan kimse gelmedi. 1 kişi bile. koca salonda, doğum günümde tek başıma film izledim amk.

  • üst edit; arkadaşlar 30 ay boyunca ödeme yapılacak. 36 ay değil. damadın paylaştığı görselde sağda yazıyor.

    çekilen kredi; 10.000 tl
    ödenen para; 30*376=11.280

    sorarlarsa faizsiz dersin.

    öyle kuru kuru dünyanın en güçlü ülkesiyim demekle olmuyormuş demek ki.

    büyük ülkelerin hepsi sokağa çıkma yasağı verip bütün vatandaşına asgari ücret ödemesi yapıyor, bizimkiler de kredi çektirip bankaları zengin etme derdinde.
    ne oldu ehonomimiz çoh eyi mart şubattan daha iyi olacaktı damat bey?
    lafla peynir gemisi yürümüyor değil mi?

  • aslinda her insan bu yanilgiya duser. hatta kendine her seyden bir pay cikarir. bak benim sevdigim resmini facebook profil resmi yapmis, bak bu paylastigi sarki ikimizi anlatiyo vs gibi ama gercekler cok farkli dostum. hic ozlemedi, ozlemiyor ve ozlemeyecek.

    ama belki bi baskasini ozluyodur.. gercekler aci kabullenmeliyim, kabullenmelisin...

  • abicim siz saf mısınız, salak mısınız? bir de gelmiş bunu destekliyorsunuz?

    lan daha 3 sene önce istanbul ve diğer illerde sokaklara inenler terörist olmadı mı bunların gözünde?

    her nefret ettiklerine paralelci demediler mi?

    can dündar ve erdem gül'ü ajan ilan etmediler mi?

    kalkmış bir de evet yea teröre destek veren adam devletten ekmek yemesin saflığına düşüyorsunuz.

    işlerine gelmeyeni terörist damgasıyla uzaklaştırıp kendi adamlarını yerleştireceklerini görmüyor musunuz?

    bu ülkede devletin öldürdüğü herkes teröristtir zaten devletin gözünde. devlet asla masum birini öldürmez.

    şaka gibisiniz.

    edit: arkadaşlar edit işlerinden ölesiye tiksinirim ama shitbreak18 mahlaslı yazar arkadaş bir tanıdığı için mesaj atınca açıkçası kıramadım. bir hayat söz konusuysa sokarım editine, prensibine de.

    dostumuzun ricası türkan sarıkaya başlığına bakmamız? şu anda hastanede yaşam savaşı veriyor ve yardıma ihtiyacı varmış. acil şifalar dilerim, umarım tez vakitte şifasını bulur. geçmiş olsun kardeşim.

  • şu ekşicilerin dünyanın gaz ve toz bulutu olduğu zamandan beri her şeye şahit olup çok iyi biliyor olmasına da ayarım.adam gelmiş howard daha iyidir demiş evet öyle düşünebilir bunda bir problem yok.sonuçta ikisini de izleyebiliyoruz.aynı dönemin kalecileri olduğu için değerlendirebiliyoruz falan.

    sonra pezevengin biri çıkıyor 1950'li yıllardan bir kaleciyi yazıyor millete cahil diyor falan.50'li yıllar lan hayvan herif 90'lar romantizmi falan yapsan bir nebze anlarız.bak 50'li yıllar diyorum.inönü hala hayatta mesela ikinci dünya savaşı biteli 10 sene olmamış.adama sorarlar sen daha babanın taşağında bile değildin adamı canlı izlemeyi geç tekrar maçlarını trt arşivinden 3 dakikalık görüntüler halinde zor buluyorsun ne halt etmeye adamın adını yazıp show yapmaya kasıyorsun dümbük.bir de subjektif bir konuda en iyisi bu demiş ölür müsün öldürür müsün?

    o dönemin futbol kalitesi falan gibi teknik mevzulara hiç girmiyorum bile.sigara içen futbolcuların göbekli kalecilerin falan dönemi.

    allah rızası için şu adamlara biraz ilgi gösterin,sevabına iki bira için karşılıklı falan da burada saçma sapan ilgi çekmeye çalışmasınlar.vardır öyle iyi ekşiciler değil mi?başını falan okşayın şu arkadaşların arada aferin sen en mükemmelsin falan deyin.

    umarım ironi falan yapmıştır da ben anlamamışımdır.

    tanım:milyonlarca euro kazanan zengin bir alman kaleci.