hesabın var mı? giriş yap

  • okurken kulaklarımda hüzünlü bir 90 lar şarkısı hissettiren zehir zemberek açıklamadır. insanların hayatına bu derece müdahil olan oturduğu yerden sözde haber yapan klavye kahramanlarına yazılmıştır. bazı vurucu cümleler şöyledir:

    --- spoiler ---

    bana bahşedilen yeteneğimi paylaşıyor olmam sizlerde bir aidiyet duygusu mu yarattı ki hayatıma ve mahremiyetime bu denli müdahilsiniz?
    --- spoiler ---

    bu da tam metni.

    'medya ve toplumların acımasız merceği altında yaşamak nasıl bir şeydir bilir misiniz?
    her gün hakkımda yazılan, çizilen, söylenen asılsız haberlerin karşısında susmanın ağır yükünü taşıyabilir misiniz?
    hiç empati yapıp anlamaya çalıştınız mı?
    bana bahşedilen yeteneğimi paylaşıyor olmam sizlerde bir aidiyet duygusu mu yarattı ki hayatıma ve mahremiyetime bu denli müdahilsiniz?
    en insani hakkım olan özel hayatıma saygıyı gözden çıkarmak mıdır şöhretin bedeli?
    evlilik kararı aldığım haberlerinin kamuoyuna yansıdığı günden bu yana, hem benimle ilgili hem de eşim, hayat arkadaşım olacak pınar dilek'le ilgili gerek basında, gerekse sosyal medyada söylenenler, yapılan yorumlar yakışık almakta mıdır?
    bir insanı iftira ve yalanlarla lekelemeye, kirletmeye çalışmak bu kadar kolay mıdır?
    hiç tanımadığınız bir insanı böylesi incitici yalanlarla tanımlayıp üzmeniz reva mıdır?
    bu, her şey bir yana, en başta kendisine sonra da bana yapılan bir ayıp ve saygısızlık değil midir?
    onun da bir kalbinin, onurunun olduğunu, hem kendisinin hem ailesinin üzülebileceğini hiç düşünmez misiniz?
    bir başkasının gözyaşına sebep olacak iftiralarla, gönül kırıcı yalanlarla reyting yapmak nasıl bir habercilik anlayışıdır?
    bu asılsız haberleri okuyup onlara itimat eden, yangına körükle giden insanların yüreğinde sağduyu ve merhametten de eser kalmadı mı yoksa?
    demokrasi (!) adı altında yaşadığımız bu ülkede şöhretli insanlara yapılan bu haksızlık da insan haklarının bir ihlali değil midir?
    özel hayata müdahalenin bir sınırı olmalıdır.
    mesleğime, dinleyicime olan sevgim, saygım ve iyi niyetimle yürüdüğüm şöhret yolunda karşılaştığım bu acımasızlıklar, haksızlıklar hiç son bulmayacak mı?
    magazin medyasının ve toplumumuzun özel yaşamlarımıza daha saygılı, daha duyarlı olmalarını rica ediyor ve kişisel haklara olan tacizkâr zihniyetin değişmesini temenni ediyorum..
    sevgiyle
    tarkan'

    edit: imla.

    debe editi: allah belanızı versin sizin siz beslediniz bu köpekleri siz verdiniz silahları yazıklar olsun !!
    başın saolsun türkiyem.
    kahrolsun işid kahrolsun pkk kahrolsun terörizm kahrol uzun adam!

  • bizim şirketin arada sırada "öylesine" ilan verdiği site. bazen girip bakıyorum, bizim şirket kah mimar arıyor kah mühendis. ulan ofise bakıyorum herkes yerli yerinde, mühendisler şantiyelerde... en son patrona sordum: "bulunsun kızım, belki birisi pat diye bırakıp gider işi. şantiye başı boş mu kalsın? hemen 6 ay önceki ilana başvuranları aramaya başlıyorum, daha hızlı yürüyor işe alım süreci" dedi.

    "bilmemkaç tane işe başvurdum dönen olmadı" veya "filanca ilana 1 sene önce başvurmuştum yeni aradılar" diyen arkadaşlar bunu bi düşünsün derim ben. özellikle inşaat sektöründe çalışanlar...

  • insanlık hali, olur ya, rte dışarda kalp krizi geçirir, yanında kendi doktoru da yoktur, izindedir falan.

    işte bu durumda yoldan geçmekte olan doktordur.

    şüphesiz ki, hastaya izinsiz müdahale etmeyip ölmesine seyirci kalacak, kanunlara uyacak, 2 milyon tl ceza riskine girmeyecek, hayırlara vesile olacak olan doktordur. zira izini de o an bilinci yerinde olmayan hasta kişiden alması gerekmektedir.

    not: müdahale edene suç duyurusunda bulunmak görevimizdir.

  • takdir ettiğim açıklamadır. şu açıklamayı yapmak her yiğidin harcı değil onu söyliyeyim. vatandaşta özellikle hizmet beklediği birimlere talepte bulunurken saygı çerçevesini koruması gerekir. bu konuda gerekli bilgilendirme çalışmaları ve caydırıcı önlemler alınmaz ise kamu bu tip sorunlarla sürekli boğuşmak zorunda kalır.

  • bir onbaşının liderliğini görmek.

    adana yüreğir ile karataş arasında yolun herhalde tam ortasında doğankent diye niye var olduğunu sakinlerine sorsak mantıklı bir cevap alamayacağınız bir belde bulunur. 90'lı yılların başında doğankent jandarma karakolu da yolun karataş'a bakan yüzünde tarlalara sırtını dayamış, beyaza boyanmış alçak tuğla duvarlı ve iki üç göz odadan ibaret bir yapıydı. tam bir köy karakolu gibiydi. 20-30 er erbaş ve bir kıdemli bçvş komutanlığında dört astsb ile tesis edilmişti. o bölge çukurovanın tam da coğrafi merkezine denk geldiğinden karakolun etrafı da göz alabildiğine dümdüz bir araziydi. etrafta dağlar ormanlar gibi düşman unsurun saldırı yapmasını kolaylaştıracak bir şey olmayınca oradan da klasik askeri anlayışa göre bir olay beklemiyorsunuz. empati de kurunca lan kim doğankent karakoluna ne yapsın diyorsunuz.

    ama yaptılar. malesef.

    yanılmıyorsam 1993 yılında bir yaz gecesi, geceyarısına yakın ve geçkin saatlerde karakol bir anda çapraz ateşe alınıyor. etrafta doğal bir yükseltiyi bırak yüksek bir bina bile olmadığı için ağır silah kurmadan 10 veya daha az sayıda terörist doğu batı istikametinde ellerindeki yalnız kaleşnikoflar ve el bombaları olduğu halde saldırıya geçiyor. gecenin sükuneti sürerken birdenbire çapraz ateşe başlıyorlar. karakolda o güne kadar doğru düzgün silah ateşlemiş tek bir asker bile yok. zaten doğankentteki bütün olay tarlalarda esrar var mı diye bak - yol kes idari arama yap - "kocam beni çok dövüyor söyleyin az dövsün" diye karakol ziyaret eden hanımlardan ifade al ekseninde gerçekleştiği için bu birdenbire gelen silahlı saldırı karakolu paniğe sevkediyor.

    karakolda bir adet mg3 var onun dışında alay komutanının da deyişiyle içerde "bi bok yok". cendermeler can havliyle mg3ü iki şeridiyle beraber çatıya kuşların yuva yaptığı mevziye çıkarmaya çalışıyorlar. silahını kapan dışarı kendini atıp duvar dibine mevzi almaya çalışıyor. herkes don atlet, duvarlara kolonlara camlara habire mermi isabet ediyor ve ilk bir iki dakikada karakol buna hiçbir karşılık veremiyor.

    çapraz ateşe girmek tüm pusu senaryoları arasında kendinizi en bulmak istemeyeceğiniz, yaşama şansınızın karşılık verme / düşmandaki ağır silah sayısı / ne kadar yakın oldukları / hava şartları gece karanlığı gibi bir çok değişkene bağlı olarak en hızlı azaldığı durumdur. çapraz ateşi kırmanın tek yolu da gökten ejderhalarınız yardıma gelmiyorsa üstün ateş gücüdür. pusuya girenler pusu atanlara bunaltıcı bir volümde mermi yağdırmayı başarırlarsa kafayı kaldırıp durum değerlendirmesi yapabilir, insiyatifi ele alabilir, oradan çıkmak için manevraya girişebilir. yapamazsanız oraya yapışır kalırsınız. burnunuzu bile çıkaramazsınız. bu zayıflığı da düşmanlarınız farkederse yaklaştıkça yaklaşırlar ve birden el bombası menziline girersiniz. sonrası felaket.

    doğankent karakol komutanı astsb bçvş karakolda yattığı ve o sırada orada bulunduğu halde odasının delik deşik olması yüzünden can derdine düşüyor. silahı elde yatağının yanına çöküyor ve orada kalakalıyor. karakolu kendi haline bırakıyor. diğer astsubaylar da izinli. erleri yönlendirecek kimse yok ortalarda. böylece karakolda tam bir cehennem senaryosu hüküm sürüyor. ve teröristler bunu da çok geçmeden farkediyor. ateşi yoğunlaştırıp yaklaşmaya başlıyorlar, silah sesleri gitgide yakına geliyor.

    bu sırada en olması beklenmeyen şey vukua geliyor ve erbaş arasında bir çocuk öne çıkıyor, beyaz atleti şortu ile diğerlerinden ayıramayacağınız elinde g3'ü ile duran bir uzun dönem asker. ateş sürerken kaos esnasında kafasını parapetin üzerinden kaldırıp kendince durum değerlendirmesi yapıyor. bir onbaşı bu. 20 yaşında. kafasının üzerinde vızıldayan mermilerden bir gram çekinmiyor. atış ve yaklaşma noktalarına üstünkörü bir bakıp başlıyor emirler yağdırmaya. -"hüseyin sen şu duvara koş", -"selim sen şu noktayı tara", -"kadir sen her otuz saniyede bir aydınlatma mayını at önümüzü görelim", -"mg3 sen şu alanı tara, sırtımızı temin et" diye bağırarak duvarın ardında ayağa kalkıp bizzat kontrollü bir atışa başlıyor. bunu gören erler korkularından silkiniyorlar. o ana kadar ne yapacaklarını bilemeden titreyen er-erbaşlar birden arkadaşlarından gelen kendinden çok emin ve otoriter bir edayla verilen bu emirleri hiç sorgulamadan hemen harfiyen uygulamaya başlıyor ve hayatında 3 mermiden fazlasını atmamış olan başlarında komutanları olmayan bu çocuklar bir anda inanılmaz bir savunma duvarı oluşturuyorlar. kendi başlarına... askerliğin pratiğine dair fikirleri olmayan askerler korkunç bir ateş volümü yakalıyorlar. onbaşı o kadar doğal bir liderlik sergiliyor ki çatışma on oniki dakikayı geçince atış yoğunluğunun azalmaması için koruma ateşi desteğinde malzemeliğe iki arkadaşını gönderip mermi ikmali falan da yaptırıyor. ateş altında kendine komando binbaşı diyenlere taş çıkartırcasına karar veriyor, uyguluyor, sevk ediyor. savaş alanını domine ediyor herif. teröristler de bakıyorlar ki işin rengi değişmeye başlıyor, komando unsurlarının karakolda olduğunu falan düşünüp, aynı zamanda mermileri de azaldığı için çatışarak çekilip kaçıyorlar. sakızlı hacıali istikametinden tarsus tarafına doğru fıyıyorlar. daha bildik bir tabirle "gece karanlığından faydalanarak" gidiyorlar. ama öğlen güneşi altında kaçsalar da kovalayacak kimse yok zaten.

    sonra ertesi gün oluyor.

    raporda doğankent bütün gece çatışmış ölü yaralı yok diyorlar. başçavuş silah sesleri kesilince odasından çıkıp telsizle yardım istemiş. yardım gelince de erlerin ifadeleri doğrultusunda hemen göz altına alınıyor. bilahare bir buçuk yıl kadar süren bir mahkeme süresince "korktum" diye kendini savunuyor. askeri hakim heyeti de korkmanın insani bir duygu olduğu yönünde emsal bir karar alıyor. bçvş ceza almıyor ama meslekten de ilişiğini kesiyorlar.

    il j. alay komutanı karakoldaki kurşun deliklerine bakıyor. yaklaşık 1000-1200 mermi isabeti var. karakolun her yeri isviçre peyniri gibi olmuş. 45 dakika bir saat boyunca erlerin neler yaptıklarını dinliyor. tüm erler tek bir onbaşıyı işaret ediyorlar. bizi o sevk ve idare etti komutanım diyorlar.

    jandarma albay onbaşıyı karşısına alıyor. hikayeyi bir de ondan dinliyor. zira o onbaşı olmasaydı bir ihtimal o gün gazeteler 30 şehit haberi yazacaklardı. şans. albay da biliyor ki o gün herkes şansa kurtuldu karakolda. ve oraya zorunlu askerlikle getirilmiş, aslında o işi kariyeri olarak yapmayan, yapmak istemeyen bir güruh içinde tam da ihtiyaç anında bir doğal lider çıkması ne büyük bir şans.

    - nerelisin sen onbaşı?
    - izmirliyim komutanım.
    - ne iş yapıyorsun?
    - kunduracı kalfasıyım komutanım.
    - karakolu bütün gece savunmuşsunuz evladım, bizzat sevk ve idare etmişsin. hiç korkmadın mı?
    - korktum komutanım.
    - ee? nasıl başladın ya emir vermeye?
    - kendimi sorumlu hissettim komutanım. en rütbeli bendim.

    onbaşı teröristlerin nerelerden geldiklerini, ne tip silahları olduğunu, malzemeliğin kapısını nasıl kırmak zorunda kaldıklarını anlatır. o anlattıkça zabitan heyeti dinler. adana'nın ne kadar rütbelisi varsa bu kunduracı onbaşının sözünü kesmez. karşısında da oturmazlar. lider yetiştirilenlerin lider doğana bir yerde saygılı olması da böyle insanın içine çok işleyen bir manzaradır. sanki bütün o üniformaların, maskelerin ardında askerliğin daha antik koduna şahit olmak gibidir bu. nihayetinde askerlik kahramanlık mesleğidir. arada gerçek kahraman da görürsünüz. bu onbaşı gibi.

    bilahare doğankent karakolu hemen tadilata girer, dört makineli tüfek bir zırhlı araç ile takviye edilir. astsb yerine bir de üsteğmen atanır ve kahraman onbaşı önünde kalan 90 günlük askerliğini yapmaz. hemen o gün terhise hak kazanır. kendisine verildiğini çok nadir gördüğüm kırmızı tezkere yazılır ve bunu 6. kolordu komutanı korgeneral bizzat eliyle takdirnamesiyle beraber imzalar.

    bu onbaşıların çoğunlukta olduğu bir ordu yaratmak yerine onları kırmızı tezkerelerle eve erken gönderip yola katırlarla devam etmek de sanırsam bize has bir ironidir.

  • bu dahiyane fikir gecen sene bi arkadaşımın da aklına geldi. 1 milyon ty'ye evini satılığa çıkardı. ayda 3 bin tl kira alacağıma vadeli hesaba yatırıp ayda 18 bin tl alırım dedi.
    sonuç: evin fiyatı şu an 2.4 milyon tl oldu. arkadaşın parası ise 1 milyon 216 bin tl!
    yanı artık sattığı evin anca yarısını alabiliyor!

    edit: o evi 2.4 milyona satamaz, fiyatlar balon minvalinde milyorlarca mesaj geldi. arkadaşlar piyasanın 1 milyon altına yani 1.4 milyona satılsa bile arkadaşın yaklaşık 200 bin tl zararı var. bizler 200 bin tl için yaklaşık 12 ay (hatta asgari ücretliler 24 ay) işe gitmek zorunda olan insanlarız !

  • wendy sendromu, adını barrie'nin 1904'te peter pan'ın arkadaşı olarak yarattığı kurgusal karakter wendy darling'den alan, resmi bir teşhis olmayan, fakat empatik, anlayışlı ve hatta kendini feda eden bir yetişkini tanımlamak için kullanılan popüler bir psikoloji terimidir. peter pan sendromu gibi dan kiley tarafından, 1984'te "the wendy dilemma: when women stop mothering their men" kitabında tanımlanmıştır.

    hatırlatmak gerekirse, romandaki maceracı, eğlenceli ve yaramaz peter pan karakteri wendy'den neverland'de yaşayan kendisine ve kayıp çocuklara annelik yapmasını ister. bunu kabul eden wendy'nin başına çeşitli olaylar gelir ve tüm hikayedeki en sorumluluk sahibi karakter olarak öne çıkar. bu açıdan peter pan'e tam bir tezat oluşturan, aynı zamanda da tamamlayıcı roldedir (bkz: yin yang). ilk başta neverland'e giderken büyümek istemediğini söyleyen wendy, bu deneyimin onun daha yetişkin yanını ortaya çıkardığını fark eder.

    wendy sendromlular, başkalarının ihtiyaçlarını kendi ihtiyaçlarınızın üstüne koyarlar, başkaları için bir şeyler yapmanın amacı olduğuna kendilerini inandırırlar, yalnız kalmaktan korkarlar, çatışmaya girmek ve fikirlerini özgürce ifade etmekten kaçınırlar, çok fazla iş üstlenirler, kontrolcü ve bağımlıdırlar. sonuç olarak bu başkalarının ihtiyaçlarını kendi ihtiyaçlarının önüne koyma ve kendi ihtiyaçlarını bastırma durumu da özgüvenlerini kaybetmelerine neden olur.

    wendy sendromunun kökeninin, hastanın aile geçmişinden kaynaklandığı düşünülüyor. çocukluklarında kendilerini korunmasız hissetmiş olabilirler, bu yüzden bunu telafi etmek için aşırı koruma arayışına girebilirler. aslında ebeveynlerinin onlara karşı benimsemesi gereken rolü üstleniyorlar.

    bu kişiler genellikle nasıl olduklarını fark etmez. ancak başkalarıyla ilgilenmek ve onlarla ilgilenmek onları mutlu etse de, bir zaman gelir ki başkalarının onları manipüle ettiğini fark ederler veya bir birey olarak tatmin olmadıklarını fark ederler.

    belirli durumlarda, boşuna çok fazla ödün verdiklerini fark etmeye başlayabilirler. ayrıca kendilerini hüsrana uğramış ve değersiz hissetmeye başlayabilirler.

    bazen başka sorunlar da ortaya çıkabilir. örneğin, ilgilenecek kimseleri olmadığı zaman kendilerini amaçsız hissedebilirler çünkü tek bildikleri budur. aslında depresyona girmemeleri için dikkatli olmaları gerekir.

    yapılması gereken, tüm kişisel ilişkilerinde dengeyi yeniden kurmak, başkalarıyla ilgilenmek ama kendine de dikkat etmektir. kişisel gelişimi desteklemenin önemi unutulmamalı, kendine ait bir alanı ve hobileri olmalı, ayrıca değerlerini savunmalı ve öz saygılarına dikkat etmelidirler.

    aynen kitapta olduğu gibi wendy sendromu ve peter pan sendromu kol kola giderler ve birbirlerini bir kısır döngüde beslerler.

    peter pan sendromu'na sahip kişiler, büyümeyi reddeden bir çocuk gibi sorumluluk almak istemeyip olgunlaşmamış kişilerin sosyal davranışlarını ve özelliklerini sergilerler.

    genellikle bir ilişkide peter pan rolünü erkeğin, wendy rolünü ise kadının oynadığı düşünülür ama bu rollerin tersinin geçerli olduğu durumlar da vardır.

    peter pan sendromlu insanlar, wendy sendromu olan, son derece besleyici ve başkalarına hizmet etmek isteyen insanlara yönelme eğilimindedir.

    başlangıçta bu, mükemmel bir eşleşmeye benzer. peter pan sendromlu, gerçekten eğlenceli, karizmatik olan ve diğer kişiyi kendine çeken biridir. wendy sendromlu kişi, onun yanında olur, onu destekler ve onu daha iyi hale getirmek için önerilerde bulunur. ancak sorun şu ki, bu durum eninde sonunda geri teper ve wendy sendromlu kişi kaçınılmaz olarak kendisinden faydalanıldığını hissetmeye başlar.

    peter pan ve wendy sendromlarında, her iki kişi de birbirlerinin davranışları hakkında anlaşmazlığa düştüğünde ilişki eninde sonunda bozulur.

    wendy sendromlu insanlar duygusal tükenmişlik yaşama eğilimindedir çünkü sürekli olarak verdiklerini ve verdiklerini ve karşılığında hiçbir şey alamadıklarını hissederler. aynı zamanda, peter pan sendromlu kişiler de partnerlerinin onları kontrol ettiğini, değiştirmeye çalıştığını veya boğduğunu hissedebilirler.

    peter pan sendromlu kişiler sağlıklı sınırları korumakta güçlük çektiklerinden, genellikle bir kişiden veya ilişkiden diğerine atlayarak davranışlarını olası kılan ve başkalarıyla geçinirken zorlandıkları her konuda onları destekleyen kişileri ararlar.

    oysa olan şu ki, her iki tarafta da hiçbir zaman gerçekten bir öğrenme gerçekleşmez ve döngü böyle devam eder.

    peter pan sendromu teşhis edilebilir bir durum olmasa da narsistik kişilik bozukluğu (nkb) ile büyük oranda örtüşmektedir. nkb'li insanlar, peter pan sendromlu insanlarla benzer bir bencillik modeli sergilerken, aynı zamanda çok daha yüksek derecede kişisel egoya ve yetkiye sahip olma eğilimindedirler.

    nkb'de kişi sadece benmerkezci değil aynı zamanda daha büyük bir manipülasyon duygusuna sahiptir. nkb'li biri eleştiriye karşı çok hassas olma eğilimindedir ve bu bir anda öfkeye dönüşebilir.

    peter pan sendromlu insanlar çok çabuk sinirlenmeyebilir veya intikam almayabilirler, ancak konu çatışma çözümüne geldiğinde kaçınma eğilimindedirler ve sağlıksız başa çıkma mekanizmalarına güvenmeye daha yatkındırlar. kaçma ve bağlılıktan kaçınma eğilimleri vardır.

    araştırmalar, hem hoşgörülü hem de aşırı koruyucu ebeveynlik tarzlarının peter pan sendromu potansiyeline katkıda bulunabileceğini buldu. fazla hoşgörülü ebeveynlik ile çocuk, sağlıklı sınırların önemini öğrenmede zorluk yaşayabilir. öğrendikçe ve büyüdükçe yetişkinlerin sorumluluklarını üstlendiğimiz için sınırlar gerçekten önemlidir. aşırı korumacı veya helikopter ebeveynlik, her ne kadar iyi niyetli olsa da, çocuğun bazı alanlarda kendine bakmakta zorluk yaşamasına neden olabilir.

    katkıda bulunan diğer faktörler çocukluk çağı travmasını içerebilir. peter pan sendromuna giden yol herkes için farklı görünse de, sosyal baskılar ve gençlik davranışlarının çevrimiçi kabulü, özgürlük ve macera, bu tür davranışların geliştirilmesinde sıklıkla destekleyici rol oynar. çocukların zor koşullar altında büyüdüğü durumlarda, bazen çocukluğu yetişkinlikte yeniden yaşama ihtiyacı ortaya çıkabilir.

    genellikle hak sahibi ve benmerkezci davranışın özünde çok düşük bir özgüven vardır. terapi insanların öz saygılarını, özgüvenlerini ve öz şefkatlerini geliştirmelerine yardımcı olabilir. çoğu zaman terapi seanslarının özü, kişinin sıkıntı toleransını arttırmak, duygulara yer açmak ve bu duyguları küçük adımlarla tanımlama, ifade etme, bunlara meydan okuma becerisini geliştirmek etrafında döner.

    bumerang nesli durumunda ise wendy rolünü annenin, peter pan rolünü ise çocuğun üstlendiği görülür. sorumluluk verilmeyen/almayan, kararlarını kendisi veremeyen çocuk, büyümenin evrelerini tamamlayamayan kişilere dönüşür. ekonomik koşullar ve işsizlik gibi nedenlerle bu kişilerin ailelerden ayrılamaması da durumun uzun süreler devam etmesine yol açar.

    benzer bir örüntü işyeri evliliği (work spouse) çiftleri arasında da görülebilir. peter pan rolünü oynayan daha delidolu, enerjik, aktif ama bir yandan da savrukken, wendy rolündeki diğeri onu dengeleyecek şekilde arkasını toplayıp arka planda işleri kotarır ve angaryaları üstlenir.

    kaynak:
    https://health.clevelandclinic.org/…er-pan-syndrome
    https://www.yourtango.com/…igns-mother-your-partner
    https://steptohealth.com/wendy-syndrome/