hesabın var mı? giriş yap

  • on üçüncü yüzyılda başlayan saat karmaşasının yansımaları modern zamanlara kadar gelmiş, hatta 1966’da amerika’da radikal çözümlere gidilmek zorunda kalınmıştır.

    on beşinci yüzyılın başlarında, avrupa’da bir şehir için bir saat kulesine ya da en azından, her yönden görülebilen bir saate sahip olmak, büyük bir olaydı. örneğin ingiltere’de windsor kalesi için 1350’de yapılan saatin, sırf çanının içindeki tokmağın 80 kiloya yakın olduğu kayıtlarda yer almaktadır.

    ingiltere’de edward iii ile fransa’da charles v, bir “saat yarışı” içine girmişlerdi. ortaçağ avrupasında, bir şehrin itibar görmesi, şehir olarak kabul edilebilmesi için büyük saatleri olması gerekiyordu. hatta şehirler, zaman zaman, “bizim saatimiz, sizin saatinizi döver” mücadelesine dahi girmekteydi: chartes’da bir katedral, saatin çanının yapılması için tarif vermekteydi: “palais royal’deki saat gibi veya daha iyi olacaktır. ses, eşit ölçüde güzel ve ahenkli olacak, saatin yapımında kullanılan metaller ise, sayıca ve ağırlık olarak, paris’tekini geçecektir.”

    böylesi saatleri yapabilmek için, şehirler, maddi krizleri dahi göze alıyorlardı: yine fransa’da, montelimar’da bir şehir saatinin yapımı, on altıncı yüzyılda, şehri, iflas noktasına getirmişti. bu masrafın gerekçesi ise, bilimsel nedenler değil, kentin/kasabanın gururunun okşanması idi. (mesela, 1410’da slovakya’da yapılan bir saatin kadranı, saatin yapımında maddi destek vermeyen cimri mahallelerce görülemeyecek şekilde yerleştirilmişti. eğer saatin yapımı için para vermiyorlarsa, saatin kaç olduğunu görmek için, yürümeyi de göze alacaklardı.) yine de, şehre ait bir saatin var olmasının beraberinde getirdiği prestij, daha ufak maddi kaygıların önüne geçiyor ve bu saatler, şu ya da bu şekilde yapılıyordu.

    bu, zaman içinde, kentlerdeki saat adedinde ciddi bir artışa yol açtı. tabii ki, mahalli saatler arasında da ciddi bir farka yol açtı; saatler, öğlen 12.00’ye göre ayarlanmaktaydı ama bu, kentten kente de farklılık gösterebiliyordu. halkın bunu pek umursadığı yoktu, ama gerçek zamanın ne olduğunu kimse bilmiyordu. öğlen ise, belli bir noktada mı öğlendi, yoksa 100 km ötede mi öğlendi? hemen hemen aynı zamanlarda, amerika’da, benjamin franklin, gün ışığından daha fazla faydalanılması ile ilgili birtakım şeyler söylüyordu. daha sonra da zaten, demiryolları ve trenler ortaya çıktı.

    trenlerle beraber, bir problem de doğuyordu; her şehirde saat farklı iken, yolcular, trenin henüz gelip gelmediğini nereden bileceklerdi. saatlerin doğruluk problemi pek yoktu, ama doğruluk da tek başına işe yaramıyordu. bir süre, iki kadranlı saatler kullanıldı, bunlardan biri “mahalli saat” için, diğeri de “tren saati” içindi (hatta henry ford’un dahi bu model bir saat tasarımı vardır). zor bir uygulamaydı ve devamı gelmedi.

    1884’de, bu meseleyi kökünden halletmek üzere uluslararası bir kongre toplandı. kongre fikri, ileri görüşlü bir mühendis olan kanadalı sandford fleming’den çıkmıştı. 1884 ekim ayında, yirmi dört ülkenin katılımı ile, washington dc’de uluslararası meridyen konferansı yapıldı. katılan yirmi dört ülkenin yirmi ikisi, greenwich için oy verdi. greenwich’in karşısına rakip olarak çıkan adaylar arasında, piramitler, kudüs ve hatta bering boğazı vardı. oy vermeyen fransa, ingiltere’nin metrik sistemi kabul etmesi kaydı ile oy verebileceğini belirtiyordu. fransa 1911’e kadar, kabule yanaşmadı ve hatta o tarihten sonra dahi, “gmt” ifadesini kullanmak yerine, bunun, paris zamanına göre, 9 dakika 12 saniye farkını belirterek telaffuz ettiler. çin de kabul etmeyen ülkeler arasındaydı, beş zaman dilimine yayılmalarına rağmen, tek bir saat uygulamasını benimsemişlerdi.

    her zaman ve birden bire kabul edilmemekle beraber, zaman içinde gmt dünya standardı haline geldi (mesela, detroit 1900’e kadar, kendi saat uygulamasını değiştirmemiş ve daha sonra da, kentin bir yarısı gmt’yi kabul etmişken, diğer yarısı eski saat uygulamasına devam etmiştir).

    1907’de, ingiliz bir mühendis olan william willett, gün ışığından tasarruf ile ilgili bir çalışma yayınladığında, kendisiyle alay edilmişti; bu sayede gece saatlerinde yakıttan* tasarruf edebileceklerini farkeden almanlardan ise büyük destek geldi.

    gün ışığına göre ayarlama yapılması, 1960’lara kadar, iyi kötü ve son derece düzensiz bir şekilde devam etti. bazen yapılıyordu, bazen işlerine gelmiyordu, örneğin ikinci dünya savaşı esnasında, uygulamada aksaklık ve kesintiler olmuştu. bu, büyük bir kargaşayı da beraberinde getiriyordu. şehirden şehre, eyaletten eyalete farklı saatlere göre hareket ediliyordu. mesela ohio ile west virginia arasında, 60 kilometrelik bir yolda, yolcular, yedi ayrı saat değişikliğinden geçiyordu. 1966’da, “uniform time act”, yani, zamanın kontrolünü, kentlerden kasabalardan alıp, bir düzene sokan kanun kabul edildi. yine de indiana (bazı bölgeler hariç) ve arizona (navajo yerleşim alanları hariç) gün ışığından faydalanma uygulamasını tümüyle reddetti. yani, tartışma, günümüzde dahi devam etmektedir.

  • şehir hayatının değil, tembelliğin bize sunmuş olduğu bir mutsuzluk hareketidir. her şeyi de şehir hayatına bağlayıp, onu suçlamaktan vazgeçin. şehirde yaşayan sadece siz değilsiniz. nice insan var her akşam evinde tenceresi kaynayan.

  • tayland'da insanlarin elleriyle avuc iclerini birlestirerek baslarini one egmesidir. selam verirken veya alirken ve dua ederken wai selami yapilir.

    tayland kulturunde wai, selam, hosgeldin, saygi, tesekkur etme, ozur dileme ve dua* belirtir. selamlama veya hosgeldin deme niyetiyle yapildigi zaman sawadee denir ve eller bitistirilerek bas one hafifce egilir.

    genellikle yasi kucuk olanlar yasi buyuk olanlara bu selami verir. eger yas farki azsa yine wai selami olarak geri cevap verilir, yas farki buyukse varsa cevap olarak kafa hafifce sallanir.

    wai selami monk, kral ve kralin ailesinin buyukleri icin alın hizasindan avuclar birlestirilerek sonrasinda kafanin egilmesi ile yapilir. diger insanlar icinde dudak hizasindan avuclar birlestirilerek sonrasinda kafanin egilmesi ile yapilir.

    tayland'da buyuk market, restaurant ve magazalara girerken veya odeme yapildiktan sonra cikarken ilgili gorevliler memnuniyet ve tesekkur belirtisi olarak bu selami verirler.

    tv'lerdeki haberlere baslamadan hemen once ve haber bitiminde, yine ayni sekilde bazi tv programlarinin baslangicinde ve bitiminde wai selami verilir.

    kutsal mekanlarda* ve evlerin veya isyerlerin onunde ya da bahcelerinde bulunan ruh evi'nin** yanindan gecilirken genellikle wai selami verilir, bazen de ruh evinin yanindan arabayla gecilirken bile surucu uygun ortam olursa saygidan oturu wai selami verebilir.

    ayrica batili sirketler, ornegin ronald mcdonald wai selami vererek, tayland'in "saygili selam kulturu"ne adapte olmustur.*

  • 9 ağustos 1969'da sharon tate ve beraberindeki dört arkadaşının korkunç bir şekilde öldürüldükleri beverly hills'teki ev. sokağın adresi aynı zamanda evin de adı.

    ev, 1942 yılında mimar robert byrd tarafından fransız aktris michele morgan için tasarlanmış ve 1944 yılında yapımı tamamlanmış. foto. meşhur kapılı foto.
    yıllar boyu hollywood film ve müzik endüstrisinden pek çok ünlü burada ikamet etmiş. ikinci dünya savaşının bitişiyle michele morgan fransa'ya dönmeye karar verince evi de 1946'da lillian gish'e satmış. michele morgan evi terkederken çekilen bir foto. lillian gish.
    1960'lara gelindiğinde yetenek avcısı rudolph altobelli evi 86.000 dolara (2018 yılında 720.000 dolara karşılık geliyor) satın almış ve kiralamaya başlamış. cary grant ve dyan cannon 1965'te balayını burada geçirmiş. henry fonda, george chakiris, mark lindsay, paul revere & the raiders, samantha eggar ve olivia hussey 60'lı yıllarda evi kiralayan diğer ünlü isimler.

    mayıs 1966'dan, ocak 1969'a kadar evde (doris day'in oğlu) prodüktör terry melcher ve eşi candice bergen oturuyor. ve hatta o sıralar müzisyen olmayı düşleyen charles manson da 1968 yılının sonlarında çifti ziyaret ediyor. ama melcher'dan pek istediği geri dönüşü alamıyor. evden hoşnutsuz ve öfkeli şekilde ayrılıyor. daha sonra melcher ve bergen çifti 1969'un başlarında ayrılıyor ve melcher malibu'ya taşınıyor.

    ama charles manson'un bundan haberi olmuyor ve 8 ağustos gecesi, "müritlerini", melcher'in evde hala kaldığını düşünerek oraya yolluyor ve evde bulunan herkesi katletmelerini emrediyor. o sırada evde 1969 şubat'ında evi kiralayan roman polanski'nin eşi sharon tate ve onu ziyarete gelen dört misafir bulunmaktadır. 8,5 aylık hamile sharon tate ve diğer dört kişi (wojciech frykowski, abigail folger, jay sebring ve steven parent) evde katledilir. polanski o sırada iş için avrupa'dadır. haberi alınca hemen döner. bu da eve geldiği ilk anlardan bir fotoğraf; sharon tate'nin kanıyla kapıya yazılmış "pig" kelimesine bakmakta.

    steven parent'in de bir tanıdığı olan altobelli'nin bekçisi william garretson cinayetler işlenirken bitişikteki misafir evinde kalmaktadır ve polisler tarafından göz altına alınana kadar cinayetlerden habersizdir... daha sonra tüm suçlamalardan aklanır.

    altobelli bu korkunç olaydan yalnızca üç hafta sonra eve kendisi taşınır ve 1989'a kadar 20 yıl orada yaşar. abc'ye verdiği bir röportajda kendisine evde nasıl hissediyorsunuz diye sorulur ve cevaben, "safe, secure, loved and beauty" yanıtını verir. altobelli evi 1989'da 1.6 milyon dolara (2018 yılında 3.2 milyon dolara karşılık geliyor) satar.

    evin sonraki ve son sahibi nine inch nails grubundan trent reznor olur. 1992 yılında evi kiralar ve içine bir kayıt stüdyosu kurar. stüdyonun adını "pig" koyar... bazen "le pig" de derler. 1994 yılındaki the downward spiral albümünün büyük çoğunluğu bu stüdyoda kaydedilir. reznor 1993 aralık'ında evden çıkar. daha sonra bununla ilgili, "o evde benim baş edebileceğimden çok daha fazla tarih vardı" der. yalnız reznor evden çıkarken üzerine "pig" yazılmış olan o meşhur kapıyı sökmeyi de ihmal etmez ve onu new orleans'taki yeni stüdyosu nothing studios'un giriş kapısı yapar.

    nihayet 1994 yılında ev tamamen yıkılır ve yerine eskisini andırmaktan mümkün olduğunca uzak yeni ve büyük bir köşk yapılır. foto. sokağın adı da korkunç olayın izlerini silmek adına 10066 cielo drive olarak değiştirilir.

    şimdi bu evi ve içindeki korkunç hikayeyi tarantino'nun yeni filmi once upon a time in hollywood'da yeniden göreceğiz.

  • dişi dondurma yerken yanına gidilir
    -yalayabilirmiyim
    -hayır
    - o zaman dondurmandan yaliyim.ehehe
    -çat*

    [başarı yüzdesi : %0]

  • 2-3 yaşlarındaki yeğenim ailece toplandığımız bir ortamda dedesiyle konuşur:

    -dedee dedee
    -efendim yavrum
    -benim babamın kuyruğu var ama
    -nasıl kuyruk
    -banyodayken delikten baktım kocaman kuyruğu var.
    -.....

    millet kopar.eniştem.....