hesabın var mı? giriş yap

  • "soğuk bir kış sabahı çok sayıda kirpi donmamak için hep birlikte ısınmak üzere bir araya toplanır. ama kısa süre sonra oklarının birbirleri üzerindeki etkilerini görüp yeniden ayrılırlar. ısınma gereksinimi onları bir kez daha bir araya getirdiğinde okları yine kendilerine engel olur ve iki kötü arasında gidip gelirler... ta ki birbirlerine katlanabilecekleri uygun mesafeyi bulana kadar. bunun gibi, insanların hayatlarının boşluğundan ve tekdüzeliğinden kaynaklanan toplum gereksinimi onları bir araya getirir ama nahoş ve tiksinti verici özellikleri onları bir kez daha birbirinden ayırır."

    (bkz: parerga und paralipomena)
    (bkz: arthur schopenhauer)

  • bilip bilmeden bol keseden atanları görüyorum.

    bu kadar tükenmiş insan olduğunu görmek şaşırtıcı bir durum değil, aynısı eminim şuan pek çok avrupa ülkesinde var, isviçre’de de durum bu. biraz isviçreli gençlerden bahsetmiştim şurada (bkz: #107961912)

    covid’in ilk dönemleri yöneticim sürekli arayıp hal hatır soruyordu. acayip irite edici. şirket genelinde de sürekli seminerler, call’lar filan vardı, üstüne tuz biber ekiyordu... çıldırırsın... bbg evi gibi bir denetim hissi... yazın bir ara ofisleri açtılar. benim yöneticim de bana haftada 1 gün ofise gidebileceğimi söyledi. ofise gitmek hiç istemediğim halde tamam dedim. zaten sadece 1 ay sonra 2 aylık uzaktan çalışacaktım türkiye’de. 2 defa gittim ofise. 10 gibi gidip 4’ te çıkıyordum. bu esnada gönüllü olarak tam gün, tüm hafta gitmek isteyen birkaç kişi vardı benim hiç anlamadığım. evde bunalıyorlarmış. şaşırdım.

    2 hafta 1’er gün ofise gittikten sonra tekrar konuştuk. yöneticim gittiğim gün sayısını arttırabileceğimi söyledi. bi an sinirlendim. sonra birden ampül yandı. tüm olanları birleştirdim zihnimde o an ve dedim ki “ben evde çok rahatım, hiç sıkılmıyorum, görüşüyorum da insanlarla iş sonrası. ofise gitmeme gerek yok. iyiyim merak etme.” bu sözümle beraber adamın yaşadığı rahatlamayı nerdeyse ekrandan komple hissettim. meğer adam acayip tedirgin yaşıyormuş burn out olacağım diye. “ihtiyaç duymuyorsan hiç gitme! çok iyi” dedi. olaydan sonra da birkaç toplantıda “mause henüz ülkeye geleli birkaç sene oldu ama çok iyi başa çıkıyor covid ile! oldukça iyi gidiyor. süper vs vs” gibi şeyler söyledi. bu defteri böyle kapadık resmen. sürekli arayıp iyi misin, işler nasıl diye soran adam yok oldu. “iyi ya takıl sen” diyen bir adam geldi.

    ben bunu ülkeyi komple kapatmamış bir yerde yaşadım. bütün ilk bahar dağlarda gezdik, yazın her yer açıktı ve insanlar kısıtlı da olsa sosyalleşti. ve bu esnada etrafımda gelir ve iş kaybı olan kimse olmadı.

    bütün bunlara rağmen, sonbaharın gelmesi ile 5 arkadaşım burn out oldu. birkaçı zar zor devam ediyor. bazılarında kayış koptu. rapor aldılar, uzun zaman raporluydular. sonra da part time’a geçenler oldu. birinden hiç haber alamıyoruz. mesaj atıyoruz, iyi olduğunu söylüyor. biri sürekli buluşmak istiyor, sürekli sakinleştirilmesi lazım, sürekli iniş çıkış halinde. biri cidden dehşet zayıfladı. hayalet gibi bir insana döndü.

    uzaktan bu insanları yargılarsanız hepsi iyi gelir sahibi, zengin ve refah bir ülkede hayatlarını yaşıyor. ancak derine indiğinizde korkunç bir yalnızlık yüzünüze çarpıyor. bireyselleşmiş bir hayat var burada, türkiye’deki gibi bir kolektif bir “yaşam savaşı” ruhu yok. eğer kendi çekirdek ailenizle bağlarınız iyiyse * ne ala, yoksa tamamen yalnızsınız. alkol ve ot tek dostunuz olabilir kolayca.

    burn out olan arkadaşlarımdan biri “annenle her hafta görüşüyor musun” demişti bir ara. hergün, bazen günde 2-3 kez konuştuğumu duyunca şaşırmıştı. kendisi 2 haftada bir görüştüğünü söylemişti. şimdi aklıma geldi de bir arkadaşım da 2 ayda bir filan annesi ile konuşuyordu. covid etkiledi mi bilmem.

    ben covid zamanı 4 ay kadar ailemin yanına gidip oradan çalıştım. ailesine 2 saat mesafede yaşayan arkadaşım 2 hafta anca kaldı ailesiyle. bir tanesi ameliyat olduğu için annesi gelip 1 hafta filan kaldı. kendisi gitmedi. ki ailesi ile arası da iyidir oldukça. bizim ekipte ailesinin yanından çalışan insanlar oldu bayağı, bir gün yöneticiden üstü kapalı şöyle bir yorum geldi "ailenizle zaman geçirmek istemeniz çok iyi!" **

    geçen hafta kayakta tanıştığımız bir italyan kızla konuşuyorduk. bak kayaktan gelmişiz, keyfimiz gıcır, resmen sefa pezevengi modundayız. uzun uzun şikayetleştik. * * benim tersime çok sosyal bir hatun, korona öncesi tam bir party girl olarak yaşıyormuş. ancak korona ile dehşet bir yalnızlığa düşmüş o da. ki birkaç hafta önce kenya’ya safariye gitmiş. * * daha yeni tatilden gelmiş, sonra da kayak yapmaya dağa çıkmış. dışarıdan mükemmel bir hayat ama mutsuz. çünkü yalnızlaşmış, yalnızlaşıyor. hatunun bizim ülkemizdeki yaşıtları ev, çocuk, kaynana, ana-baba üçgeninde 2dk yalnız kalacak, burn out olacak zihin berraklığı imkanı yok. bizimki ise yazın gittiği barda barmenle atışmış müşteriyi hiç sıcak karşılamıyorlar diye. italyan ruhu işte :)

    bu arada italyan kızın dediğini çok iyi anladığım bir tecrübem olmuştu. geçen sene şubat gibi italya'ya gittik. henüz virüs güneye inmemiş. uzun soğuklu günlerin ardından italya çok iyi gelmişti. döneceğimiz gün bi bardan bir şeyler alalım dedik. içeri girdim, bar ana baba günü, sipariş verdim. o esnada telefonumla uğraşıyorum. bardaki çocuk gülümseyerek bana baktı ve dedi ki "fotoğraf mı çekiyorsun?" . yok aslında çekmiyorum ama çekebilirim dedim. hatta bir adım ileri gidip "seni de çekebilir miyim?" diye sordum. tabii dedi. gülümseyerek poz verdi. içimin nasıl eridiğini anlatamam. biraz daha italyancam olsa eminim sohbet ederdik pek çok insanla. ben çok sevsem de isviçre'de böyle bir şeyi neredeyse hiç yaşayamacağımı çok iyi biliyorum. olsa olsa barmen "fotoğraf çekmek yasak" gibi bir şey der. bu araya hikaye oldu.

    bir de bazı avrupa kültürlerinde hayatın çok beklendik/planlı olması gerekiyor. misal tatil planı. uuu çok önemlidir. benim çalıştığım ekipte benim tatil planlarım hep en son belli olur. diğer arkadaşlar* 1 sene önceden tatillerini sisteme giriyorlar: xmas, paskalya, yaz tatili, kayak tatili vs. hepsinin tarihini ben bile tahmin edip onlar adına sisteme girebilirim. bi kayak tatili çok net değil. diğerleri ay gibi berrak :) onlar tabii net net yaşarken, benim planımın netleşmesini bekliyorlar. dahası sürekli soruyorlar, “net değil daha" diyorum. buna da bazen çok sinir oluyorum. son dakikaya kadar bekleme lüksüm elimden alınıyor, üzerime "plan yap" baskısı ekleniyor gibi. karşılıklı birbirimizi anlamıyoruz. ben türküm, spontanım, son dakikacıyım. karşımdakiler alman, swiss... onları ise önceden belli olmayan planlar huzursuz ediyor. her şey planlı olmalı. her şey önden netleşmeli. ama böyle alışmışlar. şimdi 1 sene sonraki xmas tatilini bu sene aralık’ta planlayan , rezervasyonunu filan yapan ve “kafam rahat” diyen adamı düşünün, bu adam yazın tatil yapabilecek mi bilmiyor. büyük sıkıntı. gencinden yaşlısına, oldukça tedirgin edici bir şey.

    dağıttım konuyu biraz ama avrupa’da yalnız başına yaşayan, hayatını çok fazla aktivite odaklı sosyalleşmeye dayandıran aksi halde çok sınırlı sosyal ilişkisi olan insan sayısı oldukça fazla.

    bir de insanların sandığınızdan daha komplike aile ilişkileri de var. burn out olan tanıdıklarım birisi ev hanımı. onu saymadım. arkadaşlarımdan birisinin annesi. bir güney amerika ülkesinden buraya gelmiş 30 sene önce. ancak yaşı 60 a gelince birden bire burn out oldu ve ülkesine geri dönmeye karar verdi kadın. 2 tane 20'li yaşlardaki çocuğunu, kocasını filan komple bırakıp gitmek istiyor. ailede büyük bir yıkım oldu. bunun gibi komplike çok fazla aile hikayesi var. bir arkadaşımı hayatında sadece 1-2 kez görmüş babasını. üvey babası ve kardeşleri var. üvey babası ile görüşüyor ama annesi ile görüşmüyor aynı ülkede olmasına rağmen. çok fazla göçmen hikayesi olan ülkelerde bir de bu gömülmüş ama her an yüzeye çıkabilecek acılar/üzüntüler var. insanların klanlar halinde göçmesi, kendi gettolarında yaşaması bu burn outları engelliyor biraz sanırım.

    bize uzak ama biraz anlamak lazım. rahat batıyor demek biraz kolaycılık. dışı bizi, içi onları yakar.

    edit: türkiye'de niye yok bu dersek

    - hayat çok fazla "yaşam savaşı" modunda
    - ülkede çok büyük bir kimlik ve sosyal sınıf çatışması var. insanlar savaşta burn out olamazlar. burn out olacak rahata ulaşmak lazım önce. ayrıca bu savaş ortamı bayağı bi adrenalin salgılatıyor bize.
    - aile bağları. ne dersek diyelim bizi çoğu zaman burn out'tan koruyan bir şey.
    - spiritüel inançlar. din ya da iyilik ya da mesnevicilik ya da adına ne derseniz. bunlar bizi hala bir miktar ayakta tutuyor. ama önümüzdeki kuşak için bunların eksikliği ekstra bir burn out sebebi olabilir.
    - mental hastalıkların önemsenmeyip kaydının tutulmaması. eminim milyonlarca insan burn out olmuştur kaç kez ama bunu önemseyip bir rapor bile alamamıştır. ne kadar çok kayıt o kadar çok case.
    - yazarlardan biri çekirdek çitlemek demiş. çok güldüm buna ama katıldım da. geçen sene buluştuğum arkadaşlardan biri "yahu peki hiç mi özlediğin bir şey yok. bana onu söyle. ne yok orada!" demişti. o sırada caddebostan sahilinde çay-çekirdek yapıyorduk büyük bir grup halinde. * * * * * *. şöyle bi etrafıma baktım ve dedim ki "aha bu ortam yok. arkadaşlarla buluşmuşsun, hafif kargaşık bi ortam, herkes relax, elde çekirdek. tüm akşam çitliyorsun. bi yandan da çay içip tamamen aynı dili konuşup, hunharca şakalaşıyorsun.

  • kendi ismim hariç listede başka kimse olmayan sayfa. sanırım beni leylekler getirdi hic üst soyum yok. ulan hiç değilse ayip olmasin diye annemin adını da koysaydınız listeye o bile yok

    edit: belge oluştura tiklayip pdf indirmek gerekiyormuş arkadaşlar uyardı sağolsunlar. bi an acaba hz. isa'mıyım diye sevinip mesih cüppesi bakmaya baslamıstım trendyol'dan. mesih değilmişim siteyi anlayamamışım meğer

  • seviyeye bak...
    ilkokul 3.

    bu kafayla siz daha çok galatasaray şampiyonluğu görür, daha çok bu kompleks altında ezilirsiniz.

  • bir gün asistanlar bölümde oturmuş lisansüstü için gelen başvuru dosyalarını tasnif ediyorlarmış. bölüm hocalarından bir profesör içeri girmiş, yığından rastgele bir tomar dosyayı alıp çöpe atmış ve şöyle demiş:

    - we don't need no education.

    sonra hepsi birlikte okulu bırakıp sanayideki yasin ustanın yanına çırak olmuşlar.

  • televizyonu parcalamaya giderken fakir olduğunu hatırlayıp yari yolda vazgeçen abi yarmistir.*

  • https://www.youtube.com/watch?v=gcjxrqts5nk&t=829s
    videoda, bir amerikan üniversitesinde yapılan ilginç bir deneyin sunumu ve görüntüleri var. deney şu şekilde; iki maymun birbirini görebilecek şekilde konumlandırılır. önce iki maymuna da, içerideki taşı vermesi karşılığında çok sevdikleri üzüm verilir. 25 kere tekrarlanan bu işlem sırasında hiç bir sorun çıkmaz. daha sonra sağdaki maymuna, içerideki taşı vermesi karşılığında, yine üzüm verilir. soldaki maymuna da aynı işlem uygulanır ama bu sefer taş karşılığında hoşlanmadıkları bir yiyecek olan salatalık verilir. ve tüm olayın farkında olan soldaki maymun bu duruma her seferinde aşırı derecede tepki verir ve salatalığı verene fırlatır. eşit olmayan dağıtımı protesto edip tepki koyabilen maymun zekası ve adaletsizliğin kralını yapanlara ses çıkarmayıp destek veren insan zekası.

    videonun olduğu ted videosunun tamamına şuradan ulaşılabilir. http://www.youtube.com/watch?v=gcjxrqts5nk

    ayrıca ted sayfasında türkçe çevirili altyazılı hali de mevcuttur: https://www.ted.com/…waal_moral_behavior_in_animals

  • tam olarak; rusya'nın türkiye'den tarım ürünleri, sebze ve meyve ithalatını yasaklaması.

    30 kasım 2015 tarihinde rusya başbakan yardımcısının açıkladığı yasaklamadır. tıkla.

    dönen tavuk etlerinin, yolu kesilen tırların, alınmayan meyve sebzenin acısını ilerleyen günlerde daha da derinden hissedeceğiz. biz mandalina yetiştiricisiyiz, ürünümüzü uçak olayından 3 gün önce sattık, çeklerimizi aldık. uçak düşünce yüreğimiz ağzımıza geldi çünkü tüccar bu malı rusya'ya satıyor. telefonla görüştük, bir şekilde romanya'ya satabileceklerini ama bundan sonra mal almayı durdurduklarını söylediler.

    aynı tüccarla bu hafta pazarlığa oturacak çiftçilerin görüşmeleri iptal oldu, mal ellerinde. romanya'ya satabiliriz diye 95 kuruşluk mala 60 kuruş fiyat veren tüccarlar dolanmaya başladı. hemen hepsinin narenciye satılınca ödemek üzere vadesi ayarlanmış banka kredileri var.

    güney komşularımızla ilişkilerimiz bitince o yöne ihracat büyük darbe almıştı zaten. ırak`a olan turunçgil ihracatımız 2013 yılında %22,3 oranında azalmış ve 236 milyon dolardan 183 milyon dolara gerilemişti.
    ziraat odası'nın raporuna göre 2013 yılı itibarıyla %4`lük bir artış kaydederek 933 milyon dolara ulaşan turunçgil ihracatımız içerisinde rusya federasyonu 297 milyon dolar ile ilk sırada yer almakta ve sektörün vazgeçilmez pazarı olma niteliğini sürdürmekte idi.

    sadece antalya değil, adana, mersin, ve hatay'ın kaliteli malı rusya'ya gidiyordu.

    ortadoğu pazarı kapandı, büyük alıcı rusya kapandı, bu kadar malı 2016'da çiftçi satamayacak, kredisini, borcunu ödeyemeyecek.

    neden?

    edıt:

    takip eden entrilerde bir kaç nokta tekrar tekrar vurgulanmış. bakalım;

    1. bu sene meyveyi ucuza yeriz, güzelini yeriz.

    hayır yiyemezsiniz.

    bu sene malını satıp, borcunu ödeyemeyen üretici bankadan da önce veresiye mal aldığı ziraii ilaç bayi ve gübrecinin parasını ödemez. ilaçcı, gübreci de kendi borcunu ödeyemez bankaya. veresiyeyi azaltır, birikmiş alacağını almak üzere diğer üreticilerin üstüne yürür. domnio taşı gibi hepsi devrilir. kriz dediğin budur zaten. bunlar hep gelecek üretimleri etkiler.

    daha da önemlisi, üretici malını kaçtan verirse versin, sizin ödeyeceğiniz parayı kabzımal, tüccar belirler. aradaki fark kabzımalın, halcinin lehine artar. sen yine aynı paraya yersin.

    bu arada, o ince kabuklu, sulu, lezzetli malı yine sana yedirmeyecek tüccarlar, doğu avrupa bağlantılarını kuracaklar yavaş yavaş, üzerine ekleyip rusya’ya satacaklar. sen yine kalın kabuklu, susuz, lifli mandalinayı yiyeceksin.

    2. yıllarca yerli tüketiciye geçirdiniz.

    hayır geçirmedik. sizin 3-4-5 liraya yediğiniz mandalinanın bahçeden satış fiyatı 55-65 kuruştur. sizin yazın 7-8 tl’ye yediğiniz limonun bahçe satış fiyatı 50-70 kuruştur. aradaki fark kabzımal mafyası, dağıtıcı ve marketlere gider.

    3. akp’ye oy verdiniz, daha beter olun.

    en haklı olduğunuz konu bu ama bildiğim kadarıyla medeniyetin beşiği iç anadolu’da mandalina yetişmiyor, mandalina üreticisi illerimiz adana, antalya, mersin ve hatay. şu son seçime kadar akp’nin alamadığı, akp’ye en zor teslim olan kırmızı boyalı iller buralar değil mi?

    edit 2: bu da seracı gözünden. #56617615

    debe editi: türk üreticisinin derdiyle dertlendiğiniz için teşekkür ederim. bu başlık sayesinde ülkemizdeki en adi, en şerefsiz, en haysiyetsiz 3. grubun, doktorlar ve öğretmenlerden sonra, mandalina üreticileri olduğunu da anlamış olduk.

  • çok ucuzdu ve fiyatına göre çok lezzetliydi...
    param oldukça alıp yediğim enerji kaynağım , çikolata kaplamalı meyveli çubuk tatlı'm (bkz: çikolata bar)