• güçlü çenesi, kaslı vücudu, hızlı kısa mesafe atakları, darbeye dayanıklı-küt, baş ve burun yapısı ile aleminde korku salan bir predatördür. canlı avlayıp yemekten hoşlanır, zemine yakın küçük sürüler halinde dolaşsalar da saldırı veya avlanma anında bireysel hareket eder. çok nazlı geçen yavruluk döneminin aksine yetişkin birey olduğunda hemen hiçbir çevresel etki bu canlıyı strese sokamaz. yetişkin bir çipurayı 20 metre uzaktaki bir tankın içine fırlattığımızda suya girdiği anda avına saldırabilir. sparus aurata, biyolojideki "komando birey" kavramının hakkını verir.
  • gecen hafta bol sukse yapmi$, en cok takdiri toplami$, en hayvan entryleri giren yazarlara, moderasyon tarafından verilen isim.
  • tuz, çiçek yağı,biraz karabiberle ovduktan sonra, mısır ununa bulayıp tavada az sıvı yağla da çok güzel pişirilebilir. mısır unu pişirildiğinde eti sululuğunu koruyor, çok lezzetli oluyor.
  • derisi en lezzetli balık..
  • sansiniz varsa amerikada dorado veya orata adiyla bulabileceginiz, izgarasi orgazmik balik.

    ustune nutella surmeden yeniyor.
  • yaşar kemal bir ada hikayesi'nde onu denizde tasfir ederken hem avcı hem balık olursun.
  • orjinali,yani denizde yetişeni makbul olan balıktır. gayet leziz bir eti vardır. bundan zaten bahsetmiş bütün ahali. başka bir konuya değineceğim;el oltası ile bu balığı tutmanın zevkine. boydaşlarına göre kuvvetli bir yapısı vardır çipuranın.ve ağız kısmı da serttir.akıntılı sularda en uçta iğne,5-6 kulaç geride bir fırdöndü ve o fırdöndünün arkasına gelecek şekilde, bir ucunda kurşun(ağırlık) diğer ucunda yine fırdöndü olan misina ile bir takım hazırlanır.yem olarak sülüne,sardalye ve mamun favorilerindendir bu yakışıklı balığın.yem takılır ve olta suya bırakılır. sonrasında iki fırdöndü birleştirilir ve akıntıya doğru fırlatılır. kursunun akıntıda geziyor olması önemlidir. çipura öncesinde hafif bir kıpırdama yaşatır elde. yeme direk saldırmaz.kıpırdama hissettiğinizde acele edip çalımlanırsanız (bkz: çalımlanmak) babayı alırsınız.balığın ağırlığını elinizde hissettikten sonra oltayı tam ağzına oturtmak için çalımlanılır.tabi ben en az yarım kiloluk çipura avından bahsediyorum.olta da buna uygundur.örneğin normal boyda bir sardalyeyi üçe bölüp takıyorum oltaya. ufak balık zaten bu kadar büyük yemi yiyemez. asıl zevk yukarı çekme seansında başlar. eğer balık büyükse (bunu balık oltaya ilk yüklendiğinde gecenin sessizliğnde çıkan tınnn sesinden anlayabilirsiniz;yada parmağa geçen misinadan) sandala çekmek marifet ve sabır ister. balık kendine doğru çektiğinde siz de yüklenirseniz yine babayı alırsınız. misinayı nerede cekmeniz gerektiğini, nerede bırakmanız gerektiğini bilmelisiniz. su yüzeyine doğru, eğer yakamoz da varsa kocaman bir elmas size doğru geliyor hissine kapılırsınız. eğer balık ciddi büyükse bir de kepçeye ihtiyaç olacaktır. çünkü suyun yüzüne cıktığı an çırpınarak oltadan kurtulma riski vardır.o yüzden sudan cıkarmadan kepçeyle almak en sağlıklısıdır. gelelim iğneyi balığın ağzından çıkarmaya.büyük bir çipurayı tek elle kontrol etmek biraz zor. hayvanın ağzına çok zarar vermeden çıkarmak için beş-on yerinize iğneleri, solungaçları batar. eliniz kanar,tuzlu su yakar,o sırada uzaklardan bir gemi geçmişse ufak tekneniz sallanır, bir yandan bira şişesini tutmak gerekir.bu hikaye eski balıkçı yöntemidir tabi, ufak sandal işidir. sonunda balığı livarda görmek keyife keyif katar. motoru çalıştırıp, dur yolcu yazısına doğru yol alırsınız
  • av mevsimi kapandığında, çiftlikte yetişenleri balıkseverlerin kurtarıcısıdır çipura. çiftlik falan olsa da balık özleminin kabardığı zaman bi güzel yenilir*. sıkıntılı bir yaşantısı var bence.
    bu balığın çiftlik yaşantısı*, biraz sıkıcı hüzün verici. geçen akşam belgeselde izledim ordan edindim bu fikri. açıklayıveriyim hemen. üstte şamandıralara tutundurulmuş ağlar var. bu ağlar dikdörtgen prizması şeklinde metrelerce aşağıya doğru uzanıyor. bu ağlar birkaç kat. zamanla balıklarımız bu ağı aşındırıyorlarmış. eğer bir katı yırtılırsa aralanırsa falan balıkçıklar ordan kaçmasınlar diye dalgıç abilerde kıyafetlerini giyip yaz-kış suya girip arıza var mı diye bakıyorlar, varsa da onarıyorlar. bu ağların içinde binlerce balık var. birbirlerine dipdibe, sürtünerek yaşıyor. en fazla sağa sola kaçmadan hareket mesafeleri yirmi cm. falan. yemleri fazlasıyla var ama büyük balık korkusu yok mesala, uzun sarı kumları görmekte yok. yosunlarla sarılmış bir kaya dibine saklanıp karnını doyurma çabası da yok. öyle heyacansız, düz, tehlikesiz, ekmek elden, bir yaşam. kısıtlanmış, hapsedilmiş gibi geldi biraz bana ondan içim buruldu.
    aynı şey değil de kendimizden örnek verelim. taksim'desin mesala rakıya, biraya para yok. yemek beleş hemde istediğin yerde bi gün kokoreç, bi gün kebab vs. sigaraya bile para vermiyosun be. ama taksim'e inen çıkan bütün sokaklar kapatılmış. hergün hergece ordasın. üstüne hergün de cumartesi amınakoyim, insan ziyanlığı.
    olmadı dimi pek? insan arada beşiktaş sahilde çay, moda' da kahvaltı ister. ne bileyim kanlıca'ya ortaköy gitmek ister. mecidiyeköy trafiğini bile özler be.
    tüm bu naif, narin, özgürlükçü tavrım o çiftlik çipura tabakta önüme geldiği zaman uçup gidiyor. on parmağım yağ içinde yiyorum balığı. kılçıkları parlıyor balığın, tek gram et kalmıyor balığın üstünde. hele kafasını emerken çıkan ses...
    evet balık yerken tabiat değiştiriyorum, napıyım. sonuçta çiftlik bile olsa balık dediğin adama neler yaptırıyor bak*.
  • hazırlaması en kolay balıklardan biridir.
    alırken temizleyecek elemana ''pullarını kazıma he mi civanım?'' diyorsun. o söylediğini yapıyor, içini temizliyor. eve gittiğinde içini dışını öylesine suya tuttuktan sonra altına yanmaz kağıt serilmiş tepsiye koyup 200 derecede 30 dakika pişirip çıkarıyorsun. pulları kazınmadığı için balık pişerken suyunu dışarıya kolay veremiyor, kurumuyor ve daha bir lezzetli oluyor. sonra da derisini kolayca sıyırıp peynir yer gibi yiyorsun.
hesabın var mı? giriş yap