• içinde rahat edilen, huzur bulunan, daim kalınmak istenen mekan. insan için de benzer bir durum söz konusudur.
  • dizinizdeki kabuk bir düşüşün hatırasıdır, hatırlamadığınız bir düşüşün -unutmak istediğinizden ya da sarhoşluktan-. kabuğuna baktığınızda yaranızı düşünürsünüz.
    ev olan kabuk vardır bir de, yabancıların giremediği hemen boynunuzdan içeri çektiğiniz kendinizi. bir adımla çıtırt sesiyle kırılabilir olandır, bunca zaman tüm kurduğunuz savunmanız, güveninizdir. kırılır.
    dışınızdaki kabuk korunmanız içindir, darbelere dayanıklı, sağlam görüntünüzdür. en yalan kabuk budur. budur soyunduğunuzda birilerinin gözünde vitamininizi kaçıran. ve posanız çıkarıldığında sizden kalan bir kaç parça ile en işlevsiz yanınız. oysa tek bir kerede soymak gibi bir elmayı sevdiğiniz birine siz o kabuktan özenle sıyrılmışsınızdır, ince ince dilimleyip kendinizi servise sunmuşsunuzdur en tatlı halinizle. nafile. vitamini kabuğunda olmalıdır insanın...
    kabuk işte yaraların bağladığıdır. ardında yara izi olandır kabuk.
    bir adımda kırılan sığınağınızdır. dikkatsiz adımlarla kırdıklarında kabuksuz bir kaplumbağa ya da sümüklüböcek neyse öyle korunmasız bırakandır sizi.
    soyulması bir dolu emek isteyen ama birilerinin elinizde bıçakla, soymuş olmanıza, "ama vitamini kabuğundaydı" şeklinde yüz buruşturmasıdır...
  • cevremize - bazen farkinda olmadan- sardigimiz; korkularin, biriktirilmi$ yaralarin, kanin ve acinin muazzam bir hunerle dokudugu bir bekleme yeridir kabuk.

    ufak bir alan, bir magara, uzayin sonsuz derinligi ya da atilan adimin buyuklugu... hayal gucuyle beslenen ve boyutlari sinirsiz bir alan; ruhun kanayi$inin onune gecmek icin hazirlanmi$ bir set, artik parcalarin israf edilmeden butunle$tirildigi koca bir yamadir.

    farkli cografyalarda, farkli acilarla e$siz yapilar meydana getirir...

    kimi zaman kucuk bir magaradir. iceri giri$imizde oncelikle kendi eserlerimizle kar$ila$iriz. duvarlarda buldugumuz sirlar, ke$fedilmemi$ diller, tum semboller ve anahtarlar gozlerimizi kama$tirir. derin bir ku$kuyla yakla$iriz. onlara dokunur, onlari kucaklar ve -sanki bunu ilk defa yapiyormu$casina- konu$uruz. sonra sesler duyariz; daha once hic i$itilmemi$, butun varligimizla duydugumuz, $efkate bulanan sesler... yarattigimiz olaganustu tiyatronun ortaya koydugu bu ic dunya trajedisi, bize huzur ve gerceklik vaadeder o an. acidir. oysa bilincin derin sularina atilan buyuk ta$larin yankilaridir kucuk magarayi dolduran. hicbir $eyden habersiz devam ederiz oyunumuza. ta ki, cizdigimiz sinirlari kolayca bulup, bir tekrarlamaninortasinda oldugumuzu anlayana kadar...

    bazense harikulade bir saraydir kabuk. buyuk salonlarindan tum gizli odalarina kadar sahte mukemmelligi ve hic gorulmemi$ guzelligiyle oyalanip dururuz. icinde kayboldugumuz ve kendimizi unuttugumuz korkunc bir yapidir o; issizliginda bogulabilecegimiz... ihti$amli pencerelerinden di$ariyi -dunyayi-, ufak kipirtilari ve guluc cabalari a$agilayarak izleriz...

    gunler, aylar -kim bilir- seneler gelip gecer. kimse dokunamaz icimize. hic kimse kiliciyla kesip, de$emez zirhimizi. dik ve magrur ba$imizla, olu$turdugumuz bu 'ya$ayan yuk'u atlas misali ta$iriz...

    tekrarlamalar tekerlemelere donu$ur. agizlarda aci tadlar birakir tekrar edilenler. gun i$igi ozlenir, oksijenin tadi garip gelir. bir melankoli hissi tabana dogru coker. "acaba dun buradan gecmi$ miydim?", "ne zaman yola ciktim?", "ne kadar?".... bir kainat vakti boyunca sorular ormeye ba$lar her yeri. anlamsizlik agirligini arttirmaktadir. nefes almak gucle$ir...

    bir an, okyasnusun kokusu, yapraklara a$ik bir kemanin sesi, bir cocugun e$i bulunmaz gulu$u, belki de aci bir kayip dayanir kapiya. israrcidir; en kuytu ko$elerine kadar tum odalarda yankilanir cagrisi...

    i$te o an yaratilmi$ butun goruntuler silinir, sesler kaybolur, tedirginlik ve bir korku hali sarar her yani. tarifsiz bir bo$lukla birlikte uyani$a terkediliriz. ordugumuz tum sahte guzelliklerin ortasinda gozya$i golcukleri olu$ur. kabuk'un tek zaafi gozya$idir; her damlasinda ilmikleri hasar gorur. doganin orkestrasi muzigiyle sararken etrafini, iceride ritmik bir $ekilde caglar gozya$lari. duvarlari zorlar, catlaklar acar ve di$ari sizar. buyuk saltanat, oyun bahcesi, tiyatro; tek korunakli yerimiz parca parca devrilir, ilmik ilmik cozulur. son nefesini verir kabuk...

    engin bir sahilde uyanir varligimiz. oylesine ciplak, oylesine 'farkinda'yizdir ki, irkilir yeryuzu. gercek mucadeleyi vermi$, en onemli sava$i kazanmi$ olsak da oduller sunulmaz, taclandirilmaz ba$imiz. ortadadir her $ey ama alinmayi beklemez...

    artik yollar vardir kar$imizda; tum sarsici ve arindirici gucleriyle cagirirlar. tek yapmak gereken ayaga kalkmaktir;
    okyanusun kalbini, uzak ormanlardan gelen o kemanin sesini bulmak ve bir kac cocugu mutlu etmek icin...
  • kabuk takma adına sahip amatör bir şair. amatör yollarla çıkardığı ilk kitabına kabuk adlı şiirinin ismini vermiştir. 19 tane şiiri vardır kitabında.

    aşka şiir
    nefret ediyorum seni benden ayıran istanbuldan,
    bi bilsen nasıl süslüyorum yıldızlarla, aklımda gözlerin,
    bizi kavuşturan şehrin karanlık gecelerini,
    ve bahar gibi sen düşlerimde ama hiç ölmediğin...
    nefret ediyorum beni senden ayıran izmirden.
  • kayaç gezegenlerin en üst tabakası, taşküre ya da ilmi adıyla litosfer.
  • yıllar geçtikçe acıtan, gittikçe kalınlaşan duvarlarla iç(iniz)e kapatan koruma kalkanı... acıya faydası olmaz.
    (bkz: kabuk adam)
  • eski türkçe kapıg, kabag ve “kapak, örtü” anlamındaki kapgak, kapkak, kapak kelimelerinin kap fiilinden geldiği düşünülür. kabuk da kuytu gibi belirsiz şekillerde ancak zemine kubbeden daha yakın olandır.

    semptom olarak kabuk ; tadından yenmez !

    yaralanma sonrasında kabuklanma , acının gösterenidir. kabuğun olduğu yerden kopması; ne kadar fizyolojikse , kabuğun vücuda , veya senin bakmana yabancılaştığı anda vücudundan ayırman için gereken acı ,tahammül etmene izin verdiğin acıdan az ise koparırsın, bu da en az kendi kendine kopması kadar fizyolojiktir.

    kabuk, bir deniz canlısının ömrünü sürdürdüğü yer olarak, bir çok korunma fonksiyonunu sağlar. kabuk yalnızlık da verir. kaplumbağaya "eski türkçede kaplı bağa ( yani; kabı olan bağa: kaplumbağa kabuğunun hammaddesi) " ağırlığınca ev, ağırlığınca yavaşlık, ağırlığınca ağırlık, ağırlığınca ağrı verir kabuk. bu kabukta olgunlaşmadan, acıtmadan atılmaz.

    sır olarak, sırlanmış kabuk, herşeyi olduğundan farklı gösterir.

    (bkz: sinthome)
    (bkz: kaplumbağa)
    (bkz: kuytu)
    (bkz: ağrı)
  • göründüğü kadar olmayandır. altı o kadar doludur ki... sert görünse de dolgusu yumuşak dokudur.

    ve korunaksız bir sargıdır bana göre. aramızdaki ilişkiyi sorgulamak ya da sorgulamamak bize fayda sağlayabilir.
    "kabuksa iyi, kabuklaşmışsa duruma bakarız..."

    *** ilerleyelim beyler ***
    bütün kabuklar ikiye ayrılır. (herşey gibi)
    fuzuli olanlar ve olmayanlar. yerini fazlaca meşgul edenler, ilticalı ve irticasız olanlarla,... derkene....
    kabuk kapattığına bakmaz, yerinde yaşar.
  • uygar asan'ın yazıp yönettiği,aynı zamanda da yapımcısı olduğu;psikolojik sorunları olan ve kendi kabuğunda yaşayan bir kişinin hayatının kısa bir dönemini tüm durgunluğuyla ekrana yansıtıp seyircide bazen acıma hissi uyandıran fakat genelinde sıkan film.
hesabın var mı? giriş yap