aynı isimdeki diğer başlıklar:
250 entry daha
  • her ne kadar bu entiride konsepte (yılbaşına, bayrama, önemli bir olayın yıldönümüne vs.) uygun haber ya da yazı dizisi sunma zorunluluğunu hisseden gazetelerin derin popülist hissiyatı sezilebilirse de, sezeni günah keçisi yapmak en kolayı. dışarıda kar var, o hâlde konumuz kar. elimizdeki materyaller bizi kar suyuna iteliyor, bu yüzden alt konu başlığımız kar suyu.

    kar suyu içmenin eski roma'da bir görgüsüzlük alâmeti olarak görüldüğünü biliyor muydunuz? bilenler bilmeyenlere anlatsın. meşhur filozofumuz seneca, bu kar suyu içme arzusunun büyük bir görgüsüzlük olduğunu fizik ve teoloji konseptli eserinde ciddiyetle vurguluyor. bu eleştirisi iki temele dayanıyor:

    1. kar fiziken sudan ziyade hava içermektedir, yani sen hava içmek için para mı ödüyorsun? şöyle soruyor filozof: "karın nasıl oluştuğunu araştırdığımızda, onun kırağıyı andırdığını ve sudan çok havayı içerdiğini söylediğimizde; bunun, su satın almak ayıpken, kar satın alarak sonuçta su bile alamamış olan insanları azarlama anlamına geldiğini düşünmez misin?" (nat. quaest. iv. cp.xiii.1-2) buradan anlaşılıyor ki, seneca'nın döneminde (ki bu ziyadesiyle imparator nero dönemine denk geliyor, i.s. 1. yy.) bazı romalıların su satın alması bile, doğadaki bir fenomenin satın alınması açısından ayıptır. kaldı ki, kar satın almak daha büyük bir ayıptır.

    2. kar da diğer tüm doğa fenomenleri gibi herkesin kullanımına açıktır, o hâlde sen kar suyuna para vererek kendini diğerlerinden soyutlamış mı oluyorsun? bu eleştiriyi temelde stoa evreninin herkesin eşit olduğu (bkz: bilge ya da var olan) bir kent gibi düşünülmüş olmasıyla ilişkilendirebiliriz. nitekim böyle bir kentte herkes eşitse, eşitler arasında öncelik hakkı söz konusu olamaz. her doğa fenomeni, herkesin ortak kullanımındadır. bunu lycurgus'un vaktinden evvel komünizm denemesiyle karıştırmamak lâzım; stoa evrenindeki komünal bilinç ziyadesiyle hıristiyanlığın öngördüğü herkesin teslim olduğu civitas dei'i andırır. o hâlde böyle bir aequalitas zemininde, hiçbir doğa fenomeni, hiçbir kişinin şahsî kullanımına bırakılamaz. birilerinin daha fazla parası var diye, kar satın alması, tam anlamıyla perturbatio animi (zihnî çürüme/hastalık: tutkulara iliştirin bu kavramı) olarak değerlendirilebilir. filozof, herbir bireyin hem kendi doğasıyla hem de evrensel doğayla uyumlu olduğu bir ideal tasarlarken, müşterekliğin tasvirini de yapmış olur. böyle bir tasvirde, kar yağıyorsa, bu, herkese yağıyor demektir. çünkü kar da tıpkı, insanın kendisi gibi fizikî âlemin sadece ama sadece bir parçasıdır (pars mundi). o hâlde herhangi bir romalının, çıkıp kar suyuna para ödemesi luxuria'dan (şatafat/lüks) başka bir şey değildir. lütfedersiniz ki, şatafat da kötü bir şeydir bu stoa kentinde.

    seneca bu görgüsüzlerin dilinden şu retorik soruyu sorar: "nefesin ve güneş ışığının bedelini ödeyemiyoruz, titiz ve zengin biri havaya bedel ödemeden sahip olabiliyor diye mutsuzuz. nesnelerin doğası, bir şeyi herkese bırakarak bize ne kadar kötülük etmiş oluyor!" (nat. quaest. iv. cp.xiii.3)

    burada kendini evrenin düzeninden (ordo mundi) soyutlamaya çalışan görgüsüz zihinlere gönderme vardır. bu türden kişilerle yaşamın her alanında karşılaşırız. suya para vermek hadi neyse de, havaya para vermek (filozof bu ahlâkî çıkarımından evvel antikçağ'da, kar oluşumuna ilişkin ortaya atılmış fizikî temellendirmelerden bahsederek, onu normalleştiriyor ve büyük bölümünün havadan oluştuğu sonucuna varıyor) ahmaklık değil midir? filozofa göre, doğa karın yağmasını ve herkese ulaşabilmesini istemiş; onu, bütün yaşayan canlılar (haustum vitae publicum) içebilsin diye ortaya koymuş; hem insanlar, hem de vahşi hayvanlar, kuşlar ve en tembel yaratıklar için (homini… feris avibusque et inertissimis animalibus) bol bol ve cömertçe dökmüştür (nat. quaest. iv. cp.xiii.3). filozof burada şatafatı yani luxuria'yı kötücül bir karaktermiş gibi kişileştirerek, insanı yoldan çıkaran bir niteliğe büründürür. ona göre, şatafat böylesine "herkese yağan" kara bile bir değer biçmekten, para ödemekten geri durmamıştır. filozofun aynı yerde "pahalı olmadıkça hiçbir şey, şatafatı tam anlamıyla tatmin edemez." demesi bundandır.

    ancak burada dikkat edilmesi gereken husus, bu görgüsüzlerin kar suyu içmelerinin bir nedeninin de içten içe çürümüş bedenleri olduğudur. tipik romalı yemek yiyişi olarak resmedildiği üzere, divanda uzanarak saatlerce yemek yiyen obur romalılar, filozofun bildirdiğine göre akşamdan sabahın ilk saatlerine kadar sadece yemekle kalmıyor, onun üzerine ağır içkiler içerek mideyi iyice bozuyordu. bunun sonunda hazım problemi çekiyorlardı. mideleri hem ekşiyor, hem de cayır cayır yanıyormuşçasına onları rahatsız ediyordu. bu sağlıksız ve görgüsüz beslenmenin neticesinde, ertesi gün soğuk bir şeyler içme ve yeme arzusuyla yanıp tutuşuyorlardı. bazı uyanıklar da bu durumu çözünce, bu görgüsüz romalıların paralarını hüpletmek adına, kar suyu ticareti atılmışlardı. filozof bu durumu müthiş bir dille eleştirir:

    "lacedaemonialılar, zeytinyağını heba ettikleri için, parfüm satıcılarını ülkelerinden kovmuş, onlara derhâl topraklarını terk etmelerini buyurmuştu. acaba onlar bizdeki kar satan dükkânları ve insanların, korumak için içine saman ufalayarak tadını ve rengini kaçırdığı suları taşıyan paketli hayvanları görselerdi, ne yaparlardı?" (nat. quaest. iv. cp.xiii.7-8)

    daha fenası hem ruhen hem de bedenen çökmüş olan bu görgüsüz romalılar, tıpkı yanan mangalın üzerine kar dökmek gibi içlerindeki ateşi söndürürken tıpkı madde âlemine ilişkin tatminsizliklerini andırırcasına, zaman içinde bedensel ateşlerini de tatmin edemiyor olmalarıdır. bu aslında muazzam bir bakış açısıdır; zira şatafata düşkün biri nasıl ki, ona kapıldıkça daha fazla kapılır ve yedikçe acıkırcasına lüksün, debdebenin, aymazlığın esiri olursa; midesi ekşiyen ve yanıyormuş gibi hisseden sağlığı bozuk biri de ne kadar kar suyu içerse içsin, zaman içinde hiçbir kar suyu onu tatmin edemez olacak, bu yüzden içi kar dolu havuzlara girecek ve kalıp hâlinde buzlar yutmaya başlayacaktır. beden soğuğu yedikçe, daha fazlasını isteyecektir. filozof bunu şu şekilde açıklıyor:

    "her şeyin, gücünü alışkanlıkla yitirdiğini anlamıyor musun? öyle ki tümüyle içinde yüzdüğün şu kar, düzenli kullanımla ve midenin günlük esaretiyle suyun yerini aldı. kardan daha soğuk bir şey ara; zira böyle bir durumda bir kere alıştığın soğukluk, artık hiçbir işe yaramaz!" (nat. quaest. iv. cp.xiii.10)

    kar suyunun bedene yetmezliği, mango'dan alınan tişörtün, atkının, eldivenin, berenin, hırkanın üzerine ikinci çizmenin, üçüncü berenin, beşinci atkının, 16. kazağın, 34. ugg'un, 673. deodorantın yetmezliğini andırmıyor mu? istiklâl'de farklı görünümlerde sabun satan egzantrik dükkandan poşet poşet sabun alan görgüsüzler (sabun aynı sabun); havaî fişekler eşliğinde evlenen, yalı ve limuzin kiralayan sosyete; parayı bulunca mütevazi camisini ve cemaatini bırakıp zengin muhitindeki camiye gitmeye başlayan din bezirganları; ruhu ve imanı yamalı versace kravatlılar ve türbanlılar... içi gibi dışı da çürümüş bunca pisliğin üzerine bembeyaz kar yağıyor şu an istanbul'da. sanki istanbul'un midesi ekşiyor, yanıyor cayır cayır. herbir tarafta kokuşmuşluk, görgüsüzlük. hem sırtında taşıdığı insan değeri, hem de altyapısı bakımından midesi ekşiyen istanbul serinlemek için kar suyunu emiyor (boşuna nova roma olmadı buralar), emdikçe daha fazla emmek isteyecek. bir tür sağlıksız beslenmenin bedelini ödüyor.
761 entry daha
hesabın var mı? giriş yap